BIST 9.390
DOLAR 34,43
EURO 36,29
ALTIN 2.837,00
HABER /  GÜNCEL

Turhan Çömez muhalif mi?

Turhan Çömez muhalif olup olmadığını açıkladı!

Abone ol

Yeni Çizgi’nin sorularını yanıtlayan AKP Balıkesir Milletvekili Turhan Çömez, AKP içindeki çıkışlarını “doğruları söylemek” olarak nitelerken, kendisinin “muhalif” olmadığı iddiasında… 



AKP Balıkesir Milletvekili Turhan Çömez, parti içindeki dikkat çekici sert açıklamalarına rağmen kendisini “muhalif” olarak niteleyenlere kızıyor ve “Siyaset kurumunda parti içi muhalefet kavramı yoktur. Tanımlama bana göre siyaset literatürünün yanlış bir tanımlamasıdır. Eğer siz doğru bildiklerinizi savunuyor, yanlış bildiklerinizi eleştiriyor ve daha doğrusunu öneriyorsanız bu sizin siyasi etik anlayışınızın bir ürünüdür ya da sonucudur. Ama söylenen her söz, yapılan her davranış bir hareket tarzına indirgenirse ya da insanlar tasnif edilerek muhalif ya da destekçi gibi gösterilmeye çalışılırsa, o zaman Türk siyasetine veya Türk demokratik yaşamına hizmet edilmiş olmaz” görüşünü savunuyor.



“Alternatif yaşam politikam hazır”



Çömez, “Hiçbir zaman gelecek hesabıyla ve beklentisiyle hareket etmeyeceğim. Doğruları sonuna kadar söylerim. Hangi platform olursa olsun, hangi ortam olursa olsun, yüreklilikle konuşurum. O ortamdan bir kişi dahi benim doğrularıma inanır, onun mücadele saflarına katılırsa, benim için başarı odur. Benim alternatif yaşam politikam hazır. O da yıllarca emek vererek edindiğim mesleğim” diye konuşuyor. 



Liderin iki dudağı arasında...



Mevcut sistemi de eleştiren Çömez, “Eğer halk kendi temsilcilerini tam olarak seçebilme yetisine bir gün ulaşırsa, o zaman siyaset arenası, çok daha şeffaf, çok daha rasyonel, çok daha Türkiye gerçeklerine uygun, çok daha hesapsız ve cesaretli işliyor olacaktır. Eğer milletvekilleri, bir daha seçilmek için liderlerinin iki dudağı arasına değil de, milletin gözleri içine bakarlarsa, o zaman bilin ki Türkiye’de demokrasinin kurum ve kuralları işler hale gelmiş demektir” görüşünü dile getiriyor. 



Haber: Şeyda APAYDIN



 ANKARA (Yeni Çizgi)-AKP’de “kurşun asker ya da el kaldırıp indirme makinesi değiliz” diyerek heyecan yaratan, hatta bu sözleri yüzünden partiden “ihraç edileceği” bile öne sürülen Balıkesir Milletvekili Turhan Çömez, “muhalif olmadığını” ısrarla söylüyor. Doğruları söylemekten hiçbir zaman vazgeçmeyeceğini belirten Çömez, “doğruları söylemek, muhalif olmak demek değildir” diyor. Kimileri Çömez’in son dönemde “geri adım attığını” iddia etse de Çömez “milletvekilliğini kaybetmekten korkmadığını” vurguluyor ve “eleştirel yaklaşımımdan vazgeçmem, bunu yaparsam, Türk milletinin tamamına da haksızlık etmiş olurum” diye konuşuyor. 



Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Özel Kalem Müdürü olarak siyaset dünyasının kapısından giren, daha sonra milletvekili olan Çömez, gerek “muhalif” bulunan söylemleri gerekse kendisine yönelik iddialar hakkında Yeni Çizgi’ye içindekileri döktü… 



Cerrahlık yaparken siyasete nasıl başladınız, siyaset ilginiz nereden kaynaklanıyor?



Ben küçük bir Anadolu köyünde yaşama başladım. İlkokul yıllarım Paşaçiftlik Köyü’nde geçti. Daha sonraki eğitimim Bandırma’da, üniversite eğitimimim de İstanbul Tıp Fakültesi’nde sonlandı. Ardından Erzurum’a pratisyen bir hekim olarak mecburi hizmet için  gittim, 1,5 yıl orada kaldıktan sonra uzmanlık eğitimim için İstanbul’a döndüm. Bu arada kısa bir dönem Bandırma’da hizmetim oldu ve genel cerrahi uzmanı olarak mesleğimi icra etmeye başladım. Ancak uzun yıllar boyu hep siyasete ilgi duydum. Hiç siyasetten uzak kalmadım. İlkokul’da okurken, çok küçük bir çocukken dahi siyasete çok büyük ilgim vardı. O zamanlar, babam haftada bir kez Gönen’e iner gazete alırdı ve ben de gazetenin her satırını sesli bir şekilde aileme okur, onunla Türkiye’yi öğrenmeye, anlamaya çalışırdım. Fakat asıl ilgim, Erzurum’da İl Sağlık Müdür muavinliği yaptığım dönemde, devleti tanımaya başladıktan sonra oldu ve ‘Türkiye’ye hizmet edebilirim, aksayan ve problem olan yönlerine çözüm bulmak için çaba harcayabilirim’ dedim. 1990’lı yılların başından itibaren Sayın Erdoğan’la bizim bir tanışıklığımız, dostluğumuz ve hukukumuz oluştu. Bu parti kuruluncaya kadar bu boyutta devam etti.  



Nasıl tanıştınız Erdoğan’la?



Tanışmamız, ortak bir dostumuzun evindeki yemekte oldu. O zaman İstanbul RP İl Başkanıydı. Sonra da dostluğumuz, irtibatımız devam etti. Resmi hiçbir görevim olmadı, ancak çok sık bir araya gelir, birçok konuda da konuşurduk. Parti kurulduktan sonra Özel Kalem Müdürlüğü’nü teklif ettiğinde, ben de kabul ettim. 12-13 yıllık, güvene dayalı bir dostluk ve birlikteliğimiz vardı. Bu münasebetle beni çağırdı. Daha sonra Sayın Erdoğan’la birlikte Özel Kalem Müdürü ve Genel Başkan olarak seçime kadar çalıştık. Sonra da seçimlerle birlikte Parlamentoya girdik.  



Neden AKP? Başbakan’la olan yakınlığınız nedeniyle mi, yoksa AKP’nin ideolojisi yüzünden mi bu partiyi tercih ettiniz?



Programı, felsefesi, ilkeleri benim ideallerimle örtüştüğü için AKP saflarında siyasete katıldım. Bugün de, kendi ideallerim çerçevesinde doğru bulduğum her şeyi korkmadan, yüreklice, hesapsızca haykırmaktan çekinmiyorum. Bu bugün de böyle, yarın da böyle olacak. Uzun yıllar sonra da eğer siyaset sahnesinde olursam, böyle devam edecek. Aslolan sizin ne düşündüğünüzdür. Ne yapmak istediğinizdir. İdeallerinizdir, arzularınızdır ve doğrularınızdır. Bu günün koşulları beni ideallerim ve doğrularımla AKP’nin çizgisinde buluşturdu. Bu kader çizgisi de, bugün devam ediyor



Peki siyasette umduğunuzu buldunuz mu?



Türkiye’de siyaset kurumunun yapılanması ve işleyiş mekanizması, benim dışarıdan hayal ettiğim ya da beklediğim şekilde değil ne yazık ki. Halkın iradesinin Meclise tam olarak yansıdığı, buradaki temsilcilerin sadece ve sadece halkın iradesi için mücadele ettiği ortamı, ben ideal bir siyaset ortamı olarak değerlendiriyorum. Ancak bu sistemin tesis edilmesi, birçok faktöre bağlı. Önce bu talebin halktan gelmesi, halkın burada belirleyici olması ve onun temsilcilerinin, seçtiklerinin de bu talebe uygun davranış karakterlerini sergilemesi gerekir. Eğer halk kendi temsilcilerini tam olarak seçebilme yetisine bir gün ulaşırsa, o zaman siyaset arenası, çok daha şeffaf, çok daha rasyonel, çok daha Türkiye gerçeklerine uygun, çok daha hesapsız ve cesaretli işliyor olacaktır. Eğer milletvekilleri bir daha seçilmek için liderlerinin iki dudağı arasına değil de, milletin gözleri içine bakarlarsa, o zaman bilin ki Türkiye’de demokrasinin kurum ve kuralları işler hale gelmiş demektir.  



Siz ne hayal etmiştiniz peki?



Şüphesiz bu sadece benim sorunum değil, Meclis’e gelen herkesin sorunu. Çünkü insanlar kafalarında bir ideal oluşturuyorlar, buraya dair bir dünya tesis ediyorlar, ancak burada gördükleriyle kafalarında oluşturdukları dünyanın genellikle çok örtüşmediğini fark ediyorlar. Ben de bunlardan bir tanesiyim.



Bana göre bir milletvekilinin vazifesi -ki zaten doğrusu da bu, Anayasa da bunu emreder-millet adına yasama yapmak, millet adına denetleme yapmak. Ama sistem öyle şartlara zorluyor ki, siz yasama ve denetleme görevinizi genellikle hakkıyla yerine getiremezken, günübirlik anlamsız ve gereksiz işlerle meşgul edilip, polemiklere kurban ediliyorsunuz. Bu aslında Türk siyasetinin genel bir problemi, sistematik bir sorunu. Bunu aşmanın yolu, tüm siyasi partilerin oturup, ‘sistemi nasıl revize edebiliriz? Sistemi daha verimli ve rasyonel hale nasıl getirebiliriz?’ diye düşünüp çalışmasıdır. Türkiye’nin koşullarına uygun, daha demokratik, daha katılımcı, daha aydınlık ve daha şeffaf  bir sistemi tesis etmesidir.  



Bu konuda atılan adımlar oldu zaman zaman, ama milletvekilleri genel anlamda lider sultasıyla karşılaştığını söyledi... Siz de daha önce yaptığınız konuşmalarda, liderlerin parti üzerindeki egemenliğinin milletvekillerini istedikleri gibi çalışmaktan alıkoyduğunu ifade etmiştiniz. ‘Sürekli el kaldırıp indiren makineler değiliz’ demiştiniz. Gerçekten lider sultası olduğunu düşünüyor musunuz partilerde?



Bunu, bir partiye indirgeyip sorgulamaktan ziyade, sistemin problemi olarak değerlendirmek daha doğru. Bir lider sultasının olup olmadığını değerlendirebilmek için, önce ona taraf olanların bu probleme nasıl baktığını değerlendirmek gerekir. Bunu milletvekillerine sorsanız, belki de önemli bir kısmı olmadığını söyleyecektir. Ya da liderlere sorsanız, onlar da aynı şeyleri söyleyeceklerdir. Ama işin teori ile pratiği maalesef aynı değil. Dolayısıyla Türkiye’de yaşayan her bireyin teker teker iradelerinin, düşüncelerinin, anlayışlarının ve tercihlerinin, olabildiğince yönetsel mekanizmalara yansıtılabilmesi için,  önce kafalarda, anlayışlarda, sonra uygulamalarda radikal ve rasyonel değişiklikler yapmak gerekir. Önce bu ihtiyacın, ya da bu patalojinin, bu sorunun olduğunu, milletvekillerinin, partililerin, siyasi parti liderlerinin ve siyasi parti üst yönetiminin fark etmesi gerekir. Bunu fark ettiği zaman, ardından adım atmak, sonra da sonuç elde etmek gelecektir. Ben bir problemin varlığından bahsediyorum. Belki bireylerle tek tek konuştuğunuz zaman bu sorunu herkes size söyleyecek, varolduğunu kabul edecek, ama kitlesel bir çözüm ortaya koyma çabasına gelince insanların burada adım atmaktan çekindiklerine de tanık olacaksınız.  



Sizin partideki ilk çıkışlarınız, sağlık sistemindeki eksikliklere yönelikti. Bu durum, kulislerde “Sağlık Bakanı olmak istiyor” şeklinde yorumlanmıştı. Daha sonra da Sağlık Komisyonu Başkanı olmak istediğiniz  iddia edildi. Bunlar olmadığı için böyle konuştuğunuz söylendi. Bunlara ne diyorsunuz?



Bu iddiaları kim ortaya attıysa, muhatabı da onlardır. Ben iddiaları ortaya atanların muhatabı değilim. Sadece yönetsel mekanizmada değil, Türkiye’de yönetimin her kademesinde gördüğüm doğruları açık yüreklilikle paylaşır, gördüğüm yanlışları da büyük bir cesaretle söyler, konuşur ve tartışmaya açarım. Benim birkaç hafta önce kapalı parti grup toplantısında yaptığım konuşmada, Sağlık Bakanlığı’nda yapılan çalışmalarla ilgili bir teşekkürüm oldu. Çünkü son 2 yıldır Sağlık Bakanlığı’nda, Türkiye’nin koşulları ne kadar zorlasa da, atılmış çok ciddi ve önemli adımlar var. Eğer olaylara dar bir çerçeveden bakılır ve ‘Turhan Çömez beklentisi olduğu için bu açıklamaları yaptı’ denilirse, o zaman bu realiteyle çelişilmiş olunur. Ben sadece kendi arkadaşlarımın değil, muhalefetin de attığı doğru adımları açıklıkla konuşur, söyler ve savunurum. Eğer bir yanlışı -başta ben olmak üzere- arkadaşlarım veya benim etrafımdakiler yapacak olursa da özeleştiriden ve daha doğrusunu yapma çabasından hiçbir zaman kendimi geri tutmam.  



Peki siz kendinizi parti içerisinde tanımlamak isterseniz, ‘muhalif milletvekili’ tanımına giriyor musunuz?



Hayır! 



Nasıl tanımlıyorsunuz kendinizi, nereye koyuyorsunuz?



Siyasette böyle bir tanımlama var mı? 



Var tabii… Siz muhalif misiniz, değil misiniz?



Muhalefet partilerde olur, bireylerde olmaz. Siyaset kurumunda, parti içi muhalefet kavramı yoktur. Tanımlama bana göre, siyaset literatürünün yanlış bir tanımlamasıdır. Eğer siz doğru bildiklerinizi savunuyor, yanlış bildiklerinizi eleştiriyor ve daha doğrusunu öneriyorsanız bu sizin siyasi etik anlayışınızın bir ürünüdür ya da sonucudur. Ama söylenen her söz, yapılan her davranış bir hareket tarzına indirgenirse, ya da insanlar tasnif edilerek muhalif ya da destekçi gibi gösterilmeye çalışılırsa, o zaman Türk siyasetine veya Türk demokratik yaşamına hizmet edilmiş olmaz.



Ben açık yüreklilikle söylüyorum. Partimin yaptığı birçok doğru hizmet var. Üç yıldır ortaya konulmuş çok olumlu çalışmalar var, çok hayırlı hizmetler var. Bunları sonuna kadar savunurum, daha doğrusunun, daha iyisinin olması için de çaba harcarım. Ama şunu da biliyorum ki; hiç kimse hatasız değildir, kusursuz değildir, hele hele demokrasilerde hiç kimse dokunulmaz ve sorgulanmaz değildir. Dolayısıyla o gün yaptığım konuşmada, el kaldırıp indirme makinası olmadığımızı, bir münadi olmadığımızı, yani söylenenleri tamamen tasdik eden, onaylayan ve bunu çıkıp halka düşünmeden savunan bireyler olmadığımızı, söylemeye çalıştım. Eğer benim bir eğitimim varsa, bir hayat algım, birikimim ve görgüm varsa, bu tecrübelerim, bu anlayışlarım beni bir yerlere götürüyor, bazı yapılan çalışmaları da eleştirmeyi gerektiriyorsa, ben bir parti mensubu olmam münasebetiyle bu düşüncelerimden ya da eleştirel yaklaşımımdan vazgeçmem. Bunu yaparsam, Türk milletinin tamamına haksızlık etmiş olurum. Çünkü, biz burada birey olarak bulunmuyoruz. Bir sorumluluğumuz var. Bize verilmiş bir görev var. Eğer bu görevi layıkıyla yapamazsak, o kavgayı biz burada veremezsek, açık yüreklilikle ve demokratik bir çerçevede burada gerçekleştiremezsek, akşam eve gittiğimiz zaman aynanın karşısına geçer, kendimizle kavga ederiz. Doğruları söylemek, muhalefet etmek değildir.  



Gruptaki konuşmanızın ardından, sizinle ilgili olarak parti disiplininin işletileceği, hatta partiden ihraç edileceğiniz konuşuldu. O süreçte Başbakan’la görüştünüz mü hiç?



O süreçte disiplin mekanizmasının çalıştırılacağı, tamamen bir söylentiden ibaretti. Parti içi demokrasinin gereği yerine gelmiştir ve bir parti mensubu milletvekili düşündüklerini açık yüreklilikle çıkmış konuşmuştur. Bizim parti olarak ortak idealimiz, bir farklı ses ya da değişik bir renk tonu olarak algılanan bu bireysel düşünce platformunu ve atmosferini, bir zenginlik olarak kabul etmek ve bu tür konuşmaların asla gündem oluşturmadığı, olağan, doğal karşılandığı, demokratik bir Türkiye’yi tesis etmek.Dolayısıyla o belki o günün koşullarında önemli kabul edilebilecek, ama Türkiye’nin ilerleyen demokrasi kültüründe uzun yıllar sonra bir anlam ifade etmeyecek konuşmadır. Ben bizden sonra gelecek milletvekillerine de aynı şeyi tavsiye ederek, her zaman doğruların peşinde koşmalarını ve bu demokratik kültürün Türkiye’de tesis edilmesi için çaba harcamalarını tavsiye edeceğim. O bir gündemdi ve Türk demokrasi tarihinde bir sayfa olarak kaldı.  



Görüştünüz mü sayın Başbakan’la?



O konuda ben kimseyle bir şey konuşmadım, konuşmayacağım.  



Sizin parti değiştirebileceğiniz de iddia edildi? Bu doğru mu, aklınızdan geçti mi hiç?



Benim ağzımdan böyle bir şey duydunuz mu? 



Siz muhalif olmadığınızı söylüyorsunuz, ama milletvekili arkadaşlarınız bu tanımı yapıyor sizin için…



O beni ilgilendirmez. Ben ne söylüyorsam ondan sorumluyum, ne yapıyorsam ondan sorumluyum. Sağlık sisteminde bir reform yapıldı. Sigorta hastaneleri ve devlet hastaneleri birleştirildi. Benim yıllardır mutlaka atılması gerektiğine inandığım bir adımdı bu. Sonuna kadar savundum.Sonuna kadar da arkasında dururum. Ancak ben Telekom’un ihalesinde bana göre bazı yanlışlıklar görüyorsam. Türkiye’nin dış ticaret açığının tehlikeli olduğunu düşünüyorsam, eğer cari açıkla ilgili bazı endişelerim varsa, Türk tarımının, gittiği nokta itibariyle risk taşıdığını düşünüyor ve hissediyorsam, bunları çıkıp açık yüreklilikle konuşmamı kimse engelleyemez. Ben eğer bunları çıkıp konuşmazsam, işte o zaman Türkiye’de yaşayan, oy veren vermeyen herkese haksızlık yapmış olurum. O zaman atılan her adımın tasvip mekanizması olmuş olurum ki, bu hem kendime hem de ülkeye haksızlık olur.



Siyasette insanların bireysel gelecek kaygısı taşımadan, Türk ulusunun geleceği adına heyecan duymalarını, bununla ilgili kaygı duymalarını, umut beslemelerini ve çaba harcamalarını istiyorum.Bunun peşindeyim ve birey olarak, bir milletvekili olarak, bir hekim olarak ve Turhan Çömez olarak siyasetten bir tek beklentim var, sadece bana bu sorumluluğu veren millete layık olmak.  



Siz mevcut sistem içinde kendi siyasi geleceğiniz için kaygı duydunuz mu hiç?



Asla ve asla attığım hiçbir adımda bir daha milletvekili olma ya da olmama kaygı ve beklentisi taşımadım. Siyasetten ne bireysel bir rant ne de bireysel bir kariyer beklentisi içinde oldum. Bundan sonra da olmayacağım. Hiçbir zaman gelecek hesabıyla ve beklentisiyle hareket etmeyeceğim. Doğruları sonuna kadar söylerim. Hangi platform olursa olsun, hangi ortam olursa olsun, yüreklilikle konuşurum. O ortamdan bir kişi dahi benim doğrularıma inanır, onun mücadele saflarına katılırsa, benim için başarı odur.



Benim alternatif yaşam politikam hazır. O da yıllarca emek vererek edindiğim mesleğim. Mesleğimi de bugün yapabilecek formasyondayım ve her zaman da ameliyathanelerde, hastane koridorlarında, bu ait olduğum ve ait olmaktan onur duyduğum millete hizmet edecek ortamları yaratabilecek donanıma sahibim. Dolayısıyla bir gelecek kaygım yok, bir beklentim yok.  



Hekimlik mi, vekillik mi? Hangisini tercih ederdiniz? Önünüzde 3 tane cep telefonu, gelen giden trafiği… Kapınız kapanmıyor, seçmenle yoğun bir trafik içerisindesiniz…



İnsan, diyelim. İnsanın olduğu her yer, diyelim. Ben yaptığım her işin en iyisini, en doğrusunu ve o işin gereklerinin tamamının yapılmasını, yapılabilmesini savunan birisiyim. İnsanları seviyorum. Beni o noktaya taşıyan, vergileriyle destekleriyle okutan bu millete karşı bir sorumluluğum olduğunu düşünüyorum, buna inanıyorum. Hafta sonları bazen evde bulunmaktan sıkılır, hastaneye gider, nöbetçi olmadığım halde ameliyat yapardım İstanbul’da. Bazen nöbete kaldığım zaman acil servis trafiği azaldığında, hasta sirkülasyonu azaldığında, başka hastanelere telefon eder, hasta davet ederdim: ‘Bizim kliniğimiz müsait, yoğunluğunuz varsa hasta gönderin’ diye. Çünkü yapılabilecek bir fazla ameliyat, eli tutulabilecek yeni bir hasta ya da gözlerine gülerek ve sevgiyle bakılabilecek yeni bir vaka, benim için bir kazanımdı. Sorumluluğumu yerine getirmek için attığım olumlu bir adımdı. Hayata hep böyle baktım ben. Baktığım bir tek gözlük var, tamamen sorumluluk ve sevgi. Çiftçi de memur da tamirci de olsam, aynısını yapardım. Bugün siyaset kurumunun içerisindeyim, bugün de aynı şeyi yapıyorum. Vekilliği bırakmak ya da devam etmekle ilgili ne bir endişem, ne de bir kaygım var. Bunu kader planı belirler, milletin takdiri belirler, zaman belirler, koşullar belirler. Önüme hangi yol açılırsa, ben hangi koşullar içerisinde olursam, o koşulların gereğini yerine getirir, bulunduğum pozisyonda, en doğru en hakkıyla ve layıkıyla yapılacak hizmeti yaparım. O yüzden, hekim de olsam, mutlu olurum ve kendimce ilkelerim gereği davranırım. Siyasette de olsam, mutlu olurum inandığım ilkeler çerçevesinde çalışır ve koşarım.  



Bir dahaki seçimlerde yine siyasete girmeyi düşünüyor musunuz peki?



Onu o günün şartları belirler…


ÇÖMEZ NE DEMİŞTİ? 



Çömez, gazetelere de yansıyan grup konuşmasında, eleştirilerde bulunmuş ve seçim bölgesi Sındırgı’nın bir beldesinde yaşanan içme suyu sorununu, belediye başkanı ile birlikte bir Bakan’a aktarmasına karşın, sonuç alamadığını, muhalif bir belediyenin ise o Bakanın fabrikasında çalışan müdüre ulaşarak yol sorununu çözdüğünü anlatmıştı. Çömez, konuyu aktardığı bir AKP Genel Başkan Yardımcısı’nın da adım atmadığını belirtmiş ve "Bu yaklaşım tarzı, bizim ilkelerimizle örtüşüyor mu? Örtüşüyorsa, ben de bölgemin hizmetleri açısından, sayın bakanın fabrika müdürlerinden mi netice almalıyım?" diye sormuştu.



(Bu sözleriyle isim vermeden, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ı hedef alan Çömez’e Unakıtan’ın “Çömez hangi partiden teklif aldığını açıklasın...” demesi de geniş yankı uyandırmıştı. Unakıtan’ın konuşmaları da parti yönetiminde mercek altına alınmıştı.)



Çömez, Gemlik Gübre Sanayi A.Ş.’nin özelleştirilmesiyle ilgili olarak sorunlar yaşandığını, Başbakan Erdoğan’a sunduğu rapor hakkında bir yorum alamadığını, Genel Başkan Yardımcısı’na sunduğu raporun da parti merkezinde kaybolduğunu anlatmış, YDK’nın raporlarına rağmen şirketin yekpare olarak özelleştirildiğini savunmuştu. Şirket arazisinin serbest bölgeye yakın olması nedeniyle çok değerli olduğunu vurgulayan Çömez, sonuçta burasının kömür işi yapan bir şirkete, üstelik yüzde 20’si peşin gerisi 5 yıl vadeyle 83.1 milyon dolara kaldığını belirtmişti. Çömez, "Ben, bu konuda aydınlanmaz, ya da, tatmin olmazsam, başkalarını nasıl ikna edebilirim?" diye sorarak dikkat çekmişti.



Çömez, elektrikteki kayıp-kaçak oranının yüzde 10’a düşmesi durumunda 1 milyar dolar tasarruf edileceğini, bunun için TEDAŞ’ın özelleştirilmesi gerektiğini belirtirken, "Ben şimdi merak ediyorum, Telekom özelleştirmesi için, bu kadar hararetle çalışan Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, TEDAŞ için, üç yılda, neden rasyonel bir özelleştirme yapamadı?" demişti.



CIA uçakları konusunda da Çömez, "Bu konuda, AB parlamentolarında kıyamet kopuyor. Türkiye’den, şu ana kadar iki uçağın geçtiği söylendi. Ama önümüzdeki günlerde, başka seferlerin de olduğu gündeme düşerse, şaşmamak gerek. Bu uçaklar, kaç kez Türkiye üzerinden uçtu? Kimleri sorguladı? Kimleri aldı götürdü? Bunu, hangi hukuka, ya da, hangi kurala göre yaptı? Ben ABD’ye girerken, her tarafımdan fotoğrafımı çekenler, parmak izlerimi alanlar, benim ülkeme, nasıl elini kolunu sallayarak giriyor? Bu tartışmaları illa, Batı basınından mı izlemek zorundayız?" şeklinde konuşmuştu.  



Bölücübaşı bile tartışabiliyor...
Üretilen politikaları, halka anlatabilmek ve savunabilmek için, kendilerinin de yeterince bilmesi ve değerlendirmesi, hatta mümkünse, katkı sağlaması gerektiğini vurgulayan Çömez, "Bölücübaşı, cezaevinden tartışmalara katılıyor, ben katılamıyorum. Olabilir mi böyle bir şey? Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığını, anayasal üst kimlik olarak kabul ediyoruz. Alt kültürel kimliklerinin önündeki engellerin kaldırılmasını istiyoruz’ Bu ifadeler; bölücü başına ait, son görüşme tutanaklarından bir alıntı. Türkiye gündemine oturmuş, alt kimlik-üst kimlik tartışmalarını, Anayasal vatandaşlık kavramlarını, biz neden bu platformlarda konuşamıyoruz? Bizler, kurşun asker değiliz. El kaldırıp indirme makinesi de, değiliz. Münadi, hiç değiliz" demişti. 



Kurşun asker değiliz

Partiden ihraç edileceği söylentileri yayıldıktan sonra Çömez TBMM’de bir basın toplantısı düzenleyerek konuşmalarının arkasında olduğunu söylemiş ve “Sayın Başbakanımızın ilk günden beri, parti içi demokrasiyi vazgeçilmez esas olarak kabul etmesi, demokrasinin tüm kurum ve kurallarının işler hale gelebilmesi için ortaya koyduğu çaba, bizlerin, görüşlerini savunabilmesi için cesaret vesilesi olmuştur. Millet adına siyaset yapan bizler, kimsenin şüphesi olmasın ki, her platformda, inandığımız doğruları yüksek sesle savunduk ve bundan sonra da savunmaya devam edeceğiz. Türkiye artık, iki dudak arasına sıkıştırılmış demokrasi anlayışını terk etmiştir” görüşünü dile getirmişti. Çömez, disipline sevk edilmesi durumunda hukukun gereğini yapacağını kaydederek, “hukuki mücadelemi veririm” diye konuşmuştu.