Uzun zamandır Ertuğrul Özkök'ü evinde ziyaret edemediğini belirten Serdar Turgut, geçtiğimiz günlerde nihayet muradına erdi ama tuhaflıklar yakasını bırakmadı.
Abone olAkşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni, uzun zamandır ziyaret edemediği meslektaşını ziyaretine gitti. Gitti gitmesine ama tuhaflıklar bir türlü yakasını bırakmadı Turgut'un, Gelin isterseniz, bu tuhaflıklar zincirini, takip edelim:
- Birkaç gece önce, uzun zamandır görüşmediğim, çok da özlemiş olduğum Ertuğrul Özkök'ün evine yemeğe gittik. Ve gayet tabii başıma bir sürü olay geldi.
Başta, nedense onun evinin bulunduğu yerde inanılmaz bir tipi vardı. Benim evimin olduğu yerde sulu kar bile yağmazken onun evinin bulunduğu bölge neden öyleydi bilemiyorum. Gayet tabii ki benim evim 'lowland'deydi, Özkök ise bir 'HIGHLANDER' olmalıydı.
Evinin önündeki yoldan kapısına kadar dünyadaki en güzel kayak pistlerini bile kıskandıracak mükemmellikte kaygan bir pist oluşmuştu. Tansu Özkök, kocasının aksine bana sempati beslediği için bu halimin üstüne bir de orada düştüğüm takdirde bu işin geri dönüşünün olmayacağını biliyordu. Bu yüzden ben arabadan inerken Milli İstihbarat Teşkilatı bile mobilize edilmişti. Böylece kapının önüne kadar gelebildim.
İçeride karşıma havlamaktan başka işe yaraması mümkün olmayan köpek benzeri birşey çıktı. Bu küçük köpekler korkak oldukları için insanı çok rahatlıkla, bir dakika bile tereddüt etmeden ısırırlar, bunu bildiğimden onu sevmeye yeltenmedim. Onun yerine yaklaşık dört yıldır aynı surat ifadesiyle dolaşan kedisini sevdim, o da surat ifadesini değiştirmedi.
Ertuğrul Bey, bizim kalkma vaktimize yakın bir saatte nihayet gelebildi, içeriye girer girmez; 'Bu evde niye müzik çalmıyor' diye beni azarladı. Bazı şeyler hiç değişmiyor, ne güzel değil mi? Müzik çalmıyorsa ben ne yapayım değil mi? Ben zaten yaklaşık yarım saattir geçirmekte bulunduğum panik atağımdan yeni çıkmaya başlamıştım bu soruyu sorduğu sırada. Panik atağımın nedeni de şuydu: Evlerine girer girmez televizyonun nerede olduğunu aramaya başlamıştım ama bulamamıştım. Böyle birşey ise olamazdı; çünkü geçmişte bir evde televizyon yok diye o evin bulunduğu ülkeyi terketmeye kalkışmış bir insanın evindeydim ve televizyon mutlaka biryerlerde gizli olmalıydı.
Eskiden yaşanmış olayın geçtiği ev benim evim, Özkök'ün terketmeye kalkıştığı ülke ise ABD idi. Sonunda muhabir maaşımla bir adet televizyon alarak onu kalmaya ikna etmiştim. Şimdiki aklım olsa televizyonu ona aldırır, sonra da ülkeyi terketmesi fikrine destek verirdim. O, yeni aldığım televizyonun karşısında hep uyurdu. Hatta bir keresinde elinde uzaktan kumanda aleti varken uyudu da, o uyurken ben hep aynı kanalı izlemek zorunda kalmıştım. Bir de, uykudan her uyanışından sonra bana nasıl da hiç uyuyamadığını anlatırdı ve onun için üzülmemi beklerdi. Hayatta hiçbir şey değişmiyor dedim ya, evinde tekrar buluştuğumuz gece de bana hiç uyuyamadığını söyledi, ona inanacak olursak kendisi 1968 yılından bu yana hiç uyumadan dolaşıyor. Ben ise son zamanlarda televizyonun karşısına her oturduğumda rekor sayılabilecek bir hızla uyuyorum. 'Televizyon karşısında elde uzaktan kumanda aleti tutarken uykuya dalma' şeklinde belirtileri olan 'genel yayın yönetmenlerine özgü bir hastalık' olmalı bu. Üstelik ben de aynen her uyandırılışımda uyuduğumu kuvvetle reddediyorum.
Neyse, tekrar buluştuğumuz gece şarap içtik. Ertuğrul Bey fiyatı Kenya'nın gayrisafi milli hasılasına eşit olması gereken bir şişe şarap açtı ve gayet tabii ki ondan da bir yudum alır almaz şarabı eleştirdi. Ben plastik tıpalı şarapları bile büyük keyifle içebildiğim için onun açtığı şarabı da olağanüstü sevdim tabii ki. Beni daha çok sevindiren şey şarabın pahalı olmasıydı, yeme-içme konularında ona para harcatmak benim hobim olduğundan, o şarap bir başka güzel geldi bana o akşam, keyiflendiğim için de ona son teorimi anlattım, şöyle ki: Bana göre hayatlarının bir bölümünde Ertuğrul Özkök ile yakın çalışmış olan insanlar elli yaşına basar basmaz hastalanıyorlardı. Son gaziler, ben ve Sedat Ergin'di. Bu hayatta, bu yolda şehit düşenler de vardı tabii ki. Hatıralar beni üzeceği için o konuyu hiç açmayacağım. Sonunda onun sevmediği şarabı tamamen içtim ve eve dönmek için kalktık.
İnsan biraz yalandan olsa da 'Oturun biraz, daha erken' gibi bir laf duymak istiyor, ama o gidiyoruz diye heyecandan neredeyse bizden önce çıkıp gidecekti evden. Herşey aynı olduğu için beni ziyadesiyle mutlu eden bir gece daha aynen eskiden olduğu gibi sona erdi.
Yazı: Serdar Turgut
Kaynak: