Birgün gazetesinden Reha Mağden Turgut Özal’ın bir görüşünü ilk kez yayınlanmış gibi yazdı. Oysa Özal'ın bu görüşü 19-20 Ocak 1992'de Zaman'ın manşeti idi...
Abone olKonuyu yılların deneyimli gazetecisi Fehmi Koru köşesine taşımış... “Avrupa Birliği yolunda epey mesafe kaydettik, sistemimizi elden geçirdik” diye eteklerimiz zil çalıyor; ancak öyle bir noktaya geliyoruz ki, insan, “Acaba gittiğimiz yol sadece bir arpa boyu mu?” diye sormadan edemiyor. Bazı konuları yakın geçmişte daha akıllıca ve olgun bir biçimde tartıştığımız kesin. Birgün gazetesinden Reha Mağden Turgut Özal’ın bir görüşünü yazdı. 1992’de, röportaj yaparken, teybi kapattırarak şunları söylemiş Cumhurbaşkanı Özal: “Hani zihnini çalıştır diye söylüyorum; yoksa öneri değil; meselâ Türkiye'nin ismi, ‘Anadolu Cumhuriyeti’ olsaydı, bugün yaşadığımız sorunlar olur muydu?” Dün çok satan bir gazete, bu görüşü, daha geniş kitlelere iletti. Biraz da utangaç bir tavırla... Oysa, Turgut Özal, Çankaya Köşkü’ndeki günlerini, Türkiye’nin önündeki âcil ve bir süre sonra çıkacağını düşündüğü sorunlar üzerinde düşünüp çıkış yolları arayarak değerlendiriyordu. O günlerde sadece ‘tabu’ sayılan konuları tartışmaya açmakla kalmıyor, sorunun muhataplarını bulup onları da doğru olduğuna inandığı yolda yönlendirmeye çalışıyordu. Cumhuriyet’in nitelikleri ve çeşitli kavramların anlamları üzerinde kafa patlattığını biliyoruz. Konuyu bugün güncel kılan, İnsan Hakları Danışma Kurulu raporundaki bazı cümleler... O cümleler, Özal’ın “Türkiye’nin ismi” üzerinde serdettiği fikirleri andırıyor gerçekten. Aslında Özal’ın o konularda teyp kapattırmadan söyledikleri var elimizde. Okunduğunda, bugünü daha iyi anlamamıza yarayan görüşleri... “Devletimizin adı ‘Türkiye Cumhuriyeti’ olmasaydı, ne olurdu?” sorusunu hangi bağlamda sorduğunu merak edenlere bir katkım olacak: Turgut Özal, o konuyu, hem de teyp kapattırmadan çok kapsamlı bir biçimde bana açmıştı ve söyledikleri 19-20 Ocak 1992 tarihli Zaman gazetesinde, iki gün üst üste, manşet olarak değerlendirilmişti. Konuyla ilgili sözler ikinci gün yayımlanan bölümde yer alıyor. Bakın, bana, o sırada biraz hareketlenen HEP milletvekilleriyle konuşmasını aktarırken ne demiş Özal: “Geçen gün HEP milletvekillerine şıunu anlattım: Siz bir yanlış yapıyorsunuz, ben bu yanlışın karşısındayım. Kürt kimliğini size biz verdik. İlk önce ‘Kürt’ diye konuşan benim. Başbakandım, hiç çekinmedim. Yasakçı kanunu biz kaldırdık. Ama ayırım yapmadık, ‘Sen Kürtsün, ben filancayım’ demedik...” Ve, gazetede ‘OSMANLI CUMHURİYETİ DENSEYDİ’ ara başlığı altında verilen şu görüşleri: “Atatürk Cumhuriyeti kurarken ‘Bu Cumhuriyet Osmanlı’dan kalmadır’ diye düşünüp adına Osmanlı Cumhuriyeti deseydi siz ne olurdunuz? Hepiniz Osmanlı olmaz mıydınız? Şu veya bu sebepten Osmanlı Cumhuriyeti demedi de Türkiye Cumhuriyeti dedi. Türk dediğimiz zaman Anadolu’da yaşayan herkesi Türk kabul ediyoruz. Zaten dikkat ederseniz, ‘Ne mutlu Türküm diyene’ demiş, ‘Ne mutlu Türk olana’ dememiş. Atatürk insanlar arasında farklılığı kaldırmak, bir potada eritmek, bir millet meydana getirmek için bunu yaptı. Siz bu ayrılığı getirip, bir ‘Türk halkı’ bir ‘Kürt halkı’ varmış gibi konuşursanız, o zaman sormazlar mı: ‘Çerkesler nerde, Lâzlar nerde, Arnavutlar nerde, Boşnaklar nerde’ diye? O vakit Türkiye’yi parça parça bölmez miyiz? Siz Kürt olarak bu Türk denen büyük grubun bir sub-sect’isiniz (alt grup), bunu böyle kabul etmeniz lâzım.” (Zaman, Konuşa Konuşa, 20 Ocak 1992). Son cümledeki ‘sub-sect’ ile Özal’ın ağzından çıkan ve parantez içine yerleştirdiğim açıklaması ‘alt grup’ sözcüklerine dikkat isterim. Özal “Türkiye’de azınlık statüsü hiç yaşanmamıştır. Lozan Antlaşması’nda Rumlar’la Ermeniler azınlık gösterilmişti, ne oldu? Azınlıkların mühim bir kısmı, birinci sınıf vatandaş hüviyeti alamadıklarından terkedip gittiler” dedi o gün, Kürtlerle Türkler arasındaki ‘Müslümanlık’ ortak paydasına da dikkat çekerek... Valilerin seçimle gelebileceği de o mülâkatta yer alan görüşleri arasında var. Çankaya Köşkü’ndeki görüşmemizde, Cumhurbaşkanı Özal’a, “İslâm Dünyası’nın durumunu nasıl görüyorsunuz, köklü değişiklik beklenebilir mi?” sorusunu da yöneltmişim. Cevabı ilginizi çekebilir: “Olmaya mecbur. Çünkü nüfus süratle artıyor, problemler de. Problemlerin aşırıya, radikalizme götürülmesinden korkuyorum. Bu, İslâm Dünyası’nda en büyük tehlikedir. İslâm’ın gerçeğine götürmez, kavgaya götürür. Ben İslâm’ın esas prensibinin sevgi olduğu kanaatindeyim. İyi münasebetler, dostluk... Kavga en son düşünülebilecek bir şey olmalı. Maalesef insanlar umutlarını kaybedince kavgaya da hazır oluyorlar.” (Zaman, 19 Ocak 1992). AB’ye yaklaştık diye sevinenlere sorarım: 12 yıl önce daha olgun biçimde tartıştığımız konuları şimdi neden elimize yüzümüze bulaştırıyoruz? Yazı: Fehmi Koru Kaynak: www.yenisafak.com.tr