BIST 9.673
DOLAR 35,18
EURO 36,61
ALTIN 2.960,39
HABER /  GÜNCEL

Turgut, artık ateist değil!

Ölümden dönen Serdar Turgut ilk röportajında samimi konuştu. Turgut'un beyin kanaması sonrası inanç dünyasındaki değişimi: "Ben artık ateist değilim" sözü belirtti.

Abone ol

Nuriye Akman'ın adlı röportajında, Serdar Turgut Akman'a çarpıcı açıklamalar yaptı. Turgut, hayatının beyin kanaması geçirdikten sonra çok değiştiğini anlattı. İşte Akman'ın Turgut'la yaptığı röportaj:

Akşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Serdar Turgut, beyin kanaması geçirdikten sonra acılı bir süreç yaşadı. İyileşip işinin başına döndükten sonraki ilk röportaj bu.

Onu, eskisinden daha içe dönük, duygusallığı zirvede, beden dili sakinleşmiş, sesinin tonu alçalmış, manevi değerlerini keşif yolculuğuna çıkmış buldum. Hayalperestliğini gizlemedi. Gücünü Şanso Panço bir ruhtan aldığını söyledi. Haber ağı zayıf bir gazeteyi sadece yazarlarıyla ayakta tutabileceğine inanıyor. Sağlığına tam anlamıyla kavuşmasını, dini konularda bilgilenme arzusunun sönmemesini ve mesleki hedeflerinde başarılı olmasını dilerim.

Genel yayın yönetmeni olduğun gün, kader fişini çekti ve seni ölüm gerçeğiyle tanıştırdı. Bu olay iç dünyanda nasıl yankılandı?

Bu hastalık kurtulduğun takdirde biraz sakatlık bırakıyor insanda. Yürüyemediğimi anladığım an, iç dünyamda gerçek bir fırtına esti. İçime döndüm ve manevi değerleri tanıdım diyebilirim rahatlıkla.

New York kitabında ateist olduğunu yazmıştın.

Evet. Ateistim zannediyordum. Şu anda böyle oldum. Bunun nedeni de hastalığımdır. Çünkü çok korktum. Bir anda bir baktım, ne yürüyebiliyorum, ne kolumu kullanabiliyorum. Dehşet verici bir şey. Sonra aştık onları; ama bayağı güç bir süreçten geçtik. Dinin, dua etmenin bana çok yararı oldu. Tekrar düşündüm olayları. İçimde güç alacağım yerler aradım. Ve duanın gücünü keşfettim. Allah’tan yardım istedim. Şimdi her şeyi istiyorum O’ndan. Gazete yaparken de, adımımı atarken de. Kurban kestim hayatımda ilk kez. (Ağlıyor) Ve benim Salim Taşçı abim vardır Ankara’da. Kendisi hem dindar, hem Atatürkçü bir insandır. Dini çok güzel yaşar. O bana bir dua yazdı. Okuyorum ben. Kurban keserken de okudum. Şu anda sol elimde zayıflık var. Normale dönüş zaman istiyor. Biraz sabretmeyi bilmek gerekiyor.

(Cebinden bir kağıt çıkarıyor. Bana veriyor. Okuyorum:) Allahım senin rızan için adadım bunu ben. Bir daha bize geçmişteki acılarımızı yaşatma. Kötü gün gösterme. Hayır da senden, şer de senden. Bizleri de dostlarının arasına al. Bizleri koru, aileme kötü günler yaşatma. Sabır Allah’ım.

Bu güzel bir şey. Herkes niye itiraz eder anlamam.

Buna senin de itiraz ettiğin günler oldu yaşamında.

Çok yanlış. Yalnız ben hiçbir inanan insana itiraz etmedim. En çılgın yazıları yazdığım anda bile “Arkadaş ben böyleyim, sizin yaptığınıza da saygı duyuyorum.” demişimdir. Beyin kanamasından sonra, Almanya’dayken Kur’an-ı Kerim’i okudum. Diğer kitapları okumadım. Fakat onlar hakkında yazılmış kitapları okuyorum. Kendi dindarlığımı destekleyecek bilgi istiyorum. Şöyle dindar olamam ben. Ah işte büyük bir güç var. Ona inanırsan her şey yolunda gidecek. Böyle değil. Daha çok bilgilenmem lazım din hakkında. Onu yapıyorum şimdi. Gayet de mutluyum bu süreçten.

Bir yazında da “dinciler diye bir kategori oluşturuldu. Hayatımın önemli bir bölümünü bu söyleme inanmakla harcadım.” diye yazmıştın. Bu kategorize edilen “dincileri” anlama, yansıtma adına gazetende neler yapacaksın?

Valla dinci kesimle aramda bir duvar olması ihtimali büyük. Bu benim dindar olmamla bağlantılı değil. Çünkü ben kendi dine bakışımı toplumsal bir proje olarak görmüyorum. Çok içe yönelik bir şey bu. Onların da öyle olmadığını iddia etmiyorum; ama siyasi proje olarak sunulmasını sevmiyorum.

Ama “dinciler” diye bir kategorinin yalan olduğunu yazdığına göre, bu yalanı gazetende ortaya koyacak ne yapacaksın?

Mesela biz bu başörtüsü meselesini, ağzımıza pelesenk edip, bu işle uğraşmayacağız. Onu bireysel bir özgürlük ve kadının içe dönüşü olarak göreceğiz.

Laik kesimi de melezleşmeye çağırmıştın...

Laik kesime kendi Tanrımı anlatabileceğimi zannediyorum. Çünkü laik kesimde spiritüel eksikliği var. Ve onu dolduramıyorlar. Tuhaf şeylere inanışlar dine inanma ihtiyacının göstergesi. Bunun modern insanın kaçınamayacağı bir şey olduğunu görmeleri lazım. Dini inanış deyince başka şeyler düşünmeye başlıyorlar. Eli tespihli, sakallı adam, karıları örtülmüş... Öyle değildir işte.

Yazılarında insanları durmadan güldürmeye çalışman, bana kendine çok kızdığını düşündürüyor.

Kendimden hoşlanmadığım bazı durumlar oluyor. Mesela çabuk dolduruşa gelmem, hızlı olmam, çabuk paniklemem. Onu kontrol altına almam lazım. İçe dönmemin çok yararı oldu.

İçe döndüğünde ne gördün, nasıl bir Serdar varmış orada?

Huzursuz. Huzursuzluk geçiyor şimdi. O sadece yazıyla, parayla falan gidecek bir şey değil.

Temel nedeni neymiş o huzursuzluğun?

Manevi yönün eksik kalması. Ben onu başka türlü dolduruyordum. Olmuyormuş o. Dini anlamaya çalışmak çok huzur verici bir şey.

Beyninin hiper tansiyon nedeniyle kanadığı söylendi. Onu ne tetikledi?

Mizacım. Çok endişeli, heyecanlı bir tipimdir. Şimdi daha sakin bakıyorum olaylara. Daha kitaplara çekildim.

Oğlun iki buçuk yaşına geldi. Baba olarak portreni merak ediyorum.

Çocuğun olması insana güç veriyor. Bayıldıktan sonra, önce makinenin içinde buldum kendimi, beynimi çekiyorlar. İlk lafım, “Ah! Herhalde kafamı açacaklar. Çocuğumu göremeyeceğim.” (Ağlıyor) Dehşet bir şey.

Seni üzüyor muyum, bunları sorarak?

Hayır hayır. (Ağlamaya devam ederek) Tedaviye başladık işte. Çok iyi iki doktorum vardı. Onların eline düşmem bir şanstı. Onlara müteşekkirim. Karım müthiş bir şey yaptı. Bütün yükü aldı üstüne. Beni, çocuğu, her şeyi... Ona müteşekkirim. (Tekrar ağlıyor. Sesi zayıflıyor.)

Sen de olsan aynı şeyi yapardın...

Ama çok zor işler yaptı. Bütün yükü üstlendi. Oradan oraya koştu, tedavi yerleri buldu. Yanımda durdu. Çocuğu aldı, hep birlikte gittik, Almanya’ya. Hastanede ilk hafta gazeteyle ilgilenmeye başladım. Uzaktan da olsa yazımı yazdım, manşetlerle ilgili görüşümü bildirdim. 15 gündür burada çalışıyorum. Sıhhatim daha iyiye gidiyor. Diğer hastalıklarım da hallolma yolunda.

Hastalığından önce eşin Rana’yı bir mizah unsuru olarak kullandın. Onun sana eziyet ettiğini düşünmeleri için elinden geleni yaptın. Kışkırttın okuru.

Şimdi o bir melek olmuş durumda. Şimdi yazılarımda daha rahat espri yapacağım.

Artık içki içmiyorsun herhalde.

İçmiyorum. Diyetime bakıyorum. Spor yapıyorum. Rana bana dedi ki: “Gel istiyorsan bu işi bırak. Gidelim evimize oturalım sana iyi gelecekse.” Ama çalışmak bana iyi geliyor. Bu bir şeyin ispatı değil, para kazanmak değil, çalışmaya başladığımdan beri tansiyonum düzeldi.


Karamehmet’e inanıyorum, borcunu ödeyecek

Karamehmet, gerçek bir medya patronu mu, yoksa Aydın Doğan’ın söylediği gibi “bir gün lazım olur” diye medya sahibi olan biri mi?

Bu kadar para harcanan bir şeyi bir gün lazım olur diye tutmak çok pahalı olur. Daha ne olacak, lazım oldu işte. Kullanmadı ki. Bundan sonra da kullanacağını zannetmiyorum. İşlerini düzeltecektir. O zaman da “Patron sen şu anda çok iyi durumdasın. İşlerini temizledin, bana bir on milyon dolar ver” diyeceğim.

Kendin için mi?

Hayır. Gazete için tabii ki.

Artık yazılarında dile getirdiklerin sadece seni mi bağlayacak, yoksa Karamehmet’in ne düşündüğüne dair ipuçlarını da bulacak mıyız?

Yok öyle bir şey. Benim görüşümü yansıt diye bir şey gelmiyor bana.

Ama sen onu zaten içgüdüsel olarak hissedersin. Yani azar işitmeden, talimat almadan iş yapmak görevin.

Ahmet Tulgar bir Kürt bildirgesine imza attı biliyorsunuz. Gayet tabii ki patron bundan endişe duydu. Kendi müdürleri ile beni arattı. Ne oluyor dediler? “Sakin olun. Bu konuda yazı yazacağım.” dedim. Ve “Ahmet Tulgar’ın yerinde olsaydım, ben atmazdım.” diye yazdım. Benim gerçek fikrim o, patron istedi diye değil. Ahmet’e söyledim, “Böyle şeyler lütfen yapma.” diye. “Önce vatan” diyorsak eğer, böyle PKK’lı bildirilere imza atmayacaksın.

Patronunun devlete yüklü borçları var. Bu senin kendini ezik hissetmene yol açıyor mu?

Valla o konuda fazla bilgim yok. Fazla oturup konuşmuşluğumuz yok. Zaten beni içine çekmiyor bu konular. Bu konularla ilgili müdürleri var, bankacıları var, finansmancıları var. Tabii olan problemleri biliyorum, hiç bilmiyor değilim. Olmasa daha iyi tabii. Çünkü Karamehmet bu memlekete büyük şeyler kurmuş adamdır. İlkleri vardır; çok kişi çalışıyor holdinginde. Kötü olması, Türkiye’nin de kötü olması demek. Onun şirketlerinin iyi olması hepimiz için iyi olacaktır. Bunların yapacağım haberlerle de bağlantısı olacağını zannetmiyorum. Borçlarını da ödeyeceğine eminim.

O kadar iyi mi tanıyorsun ki onu eminsin?

Tanıdığım kadarıyla ona inanıyorum. Çünkü bir akşam beraber yemeğe gittim. Ortak yanımız kitap okumak. Ben böyle konularda insana inanırım. Kitap konuştuk. İşadamı olarak takdir ediyordum zaten daha öncesinde.

Bir hatası olmadı mı hiç?

Bu konuda fazla kafa yormuyorum. Karamehmet çok yoğun bilgi ve birikimi olan, entelektüel bir insan. Bu hoşuma gidiyor. Fazla konuşmaz, diyorlar. Bence güzel espriler yapıyor.

Çukurova Grubu’nun içinde bulunduğu durumu çözecek Amerikalı bir adam çıktı, biliyorsun.

Onu bilmiyorum. Ben Almanya’daydım onlar çıktığı zaman.

4,1 milyar dolar kredi vereceğini söyledi, ortadan kayboldu.

Ben şunu duydum. Konsorsiyum kurulmuş, dediler. Getirecek konsorsiyum bu parayı. Ona inanıyorum. Çünkü bu grup çok büyük yatırımları ve gücü olan bir grup. Ülke içinde bir konsorsiyum buna ortak olmak isteyebilir. Konsorsiyumun insanları bunun yayılmasını, medyada çıkmasını istemiyorlarmış. Duyduğum bu, doğru yanlış.

Amerika’nın eşkıyalığını bazı ruhsal gerekçelere dayandırdın. Marduk gibi, büyük kıtlık beklentisi gibi.

Ben inanıyorum Marduk’a.

Niye, Engin Ardıç söyledi diye mi?

Yok, ben de okudum o kitaplardan bazılarını. Bazı kutsal kitaplarda yazan olayların gerçekten olduğuna inanıyorum. Fantezi değil. Yani insanlar bir büyük gezegeni görmüşler. Dünyada birtakım felaketler olmuş. Marduk gibi bir olayın da Allah’la bağlantısı olduğuna inanıyorum ben.

2012’de ne yapacaksın?

Bir şey yapmayacağım. 2012’de geleceği de şüphelidir. Belki başka bir zamanda gelecek.

Sorunun başına dönelim. Amerika bu gibi olağanüstü tehlikelere karşı bir güvenlik tedbiri olsun diye mi insanların gidip ülkelerini işgal ediyor?

Yoo Amerika’nın varoluş nedenidir işgal. Savaşma gücüdür Amerika. Anayasa ve sembollerinde hedef olarak bu vardır. Amerikan parasının arkasında bile bu vardır. Sembollerle “savaşalım” diyor. Doların arkasında piramit vardır. O Mısır medeniyetine gidiyor. Orada ilginç bağlantılar var, Marduk’a kadar gelir. O dönemki ilahi şeylerle, manevi şeylerle bağlantılıdır. Oradan masonluğa giden bir çizgi vardır. Onlar savaşmak için var oluyorlar. Bu savaş biterse başka savaş bulacaklar.

Peki bizler ne yapacağız?

Direneceğiz. Var olmaya çalışacağız.

Peki böyle hafif gazetelerle, üçüncü sayfa, arka sayfa güzelleriyle nasıl direneceğiz?

Canım onlarla alakası yok ki. Amerika en fazla eğlenceye yatırım yapan ülke.

Çünkü insanlar uyusun da atı alan Üsküdar’ı geçsin diye.

Yok eğlendirirken, fikir de verebilirsiniz. Benim amacım o işte. ‘Önce vatan’ demenin gereğini yapalım, insanlar seksi de okusunlar, farklı şeyleri de.

NURİYE AKMAN