BIST 9.725
DOLAR 35,20
EURO 36,75
ALTIN 2.968,40
HABER /  POLİTİKA

Tüm bunlar yaşanırsa Türkiye biter!

Weimar Almanyası ile günümüz Türkiye arasında inanılmaz benzerlik.. Parçaları birleştirince bakın ortaya ne çıkıyor?

Abone ol

İNTERNETHABER

Anayasa Mahkemesi raportörü Osman Can Weimar Almanyası ile günümüz Türkiye arasında müthiş benzerlik tespit etti.

ORDU VE YARGI ELELE

Yargı ve emekli generallerin iki kez darbe girişiminde bulunduğunu hatırlatan Can, bunlardan birinde Hitler'in de bulunduğuna dikkat çekiyor.

FAİLİ MEÇHUL CİNAYETLER MAHKEMEDE ÖRTBAS EDİLDİ

O dönem Almanya'da Bağımsız yargının faili meçhul cinayetleri örtbas ettiğini anlatan Can, günümüzdeki Ergenekon davasına yönelik yargıdan gelen tepkiye dikkat çekti.

YARGI TEK BAŞINA HÜKÜMET

Yargı reformu yapmak isteyen partilerin yargıçlar birliği adı altında örgütlenen yapı tarafından çökertildiğini belirten Can, yargının Hitler'in partisine getirilen yasağı kaldırdığına işaret etti.

Tecrübeli gazeteci Cengiz Çandar ile Hasan Cemal'in CNNTÜRK'te birlikte sundukları Tecrübe Konuşuyor adlı program ilginç bir konuya sahne oldu. Önceki gece ekranlara gelen programın konuklarından Anayasa Mahkemesi raportörü Osman Can, Hitler öncesi Almanya'da yaşanan süreçle Türkiye'de olan bitenlerle paralellik kurması ekran başındakilerin kafasında 'Acaba faşizm mi geliyor' sorusuna yol açtı.

İşte Osman Can'ın konuyla ilgili sorulara verdiği yanıtlar:

FAŞİST ALMANYA'NIN YARGISIYLA TÜRKİYE'NİN YARGISI AYNI

Cengiz Çandar: Demokratik meşruiyetten niye bu kadar endişe ediliyor derken siz dediniz ki halk iradesine bu alerji nedir? Siz demokratik meşruiyet ve halk iradesi kavramlarını  biraz eş anlamlı ya da ona yakın anlamlarıyla kullandınız. Şimdi buradan karşı argüman olarak şu söyleniyor. Halk iradesi dediğiniz dünya yakın tarihinin en demokratik cumhuriyetlerinden biri olan 1. Dünya Savaşı’nın sonrasındaki Almanya’daki Weimar Cumhuriyeti’ni ifade ediyor. O Weimar Cumhuriyeti’nin içinden halk iradesiyle seçim kazanmış olan Nasyonal Sosyalist Partisi yani Hitler iktidara geldi. Ondan sonra dünyayı kana boğdu. Ülkede hiçbir demokratik hak ve özgürlük bırakmadı. Dolayısıyla halk iradesi ve demokratik meşruiyet kavramlarını başka bir normla sınırlamadan kullandığınız takdirde sivil vesayete gider, tek parti diktatörlüğüne gider demek mi istiyorsunuz. Weimer Cumhuriyeti nazi partisini üretti ortada demokrasi falan kalmadı.  
 
Osman Can
: Bu tarihi bir şey. Weimer dönemindeki yargı Türkiye’nin bugünkü yargısıyla aşağı yukarı aynı. Algılarla hareket ediyor, siyasete aynı anlamları yüklüyor. Yani bu karşılaştırmayı yapmak Türkiye’nin tarihi bir görevi. 
 
HİTLER'İ YARGI GETİRDİ

Cengiz Çandar: Yani Hitler’i iktidara Alman halkı getirmedi Alman yargısı mı getirdi? 

Osman Can: Hiçbir toplum kendi kendini yok edecek mekanizmaları üretmesini kabul etmiyorsak, hiçbir toplum Hitler gibi hastalıklı bir figürü iktidara taşımaz.  
 
Weimer’da ne oldu? Şimdi çok kısa söylemek gerekirse 1918’de Almanya’da bir devrim gerçekleşti. 1918 Kasım’ında çok partili sistem ve demokratik cumhuriyet ilan edildi. Ondan önce neydi? Ondan önce iki tane kurum. Bismarc döneminden başlayan bir süreçtir bu, ordu ve ikincisi yargı. İkisi de parlamentonun tamamen etkileşim alanı dışında. Devlete kısacısı bürokrasiye ait olan iki temel figür. Weimer önemli bir anayasaydı. Weimer kentinde hazırlandığı için Weimer Anayasası dendi.  

PARALELLİKLER VAR

Cengiz Çandar: Yani Alman anayasası 

Osman Can: Evet. Weimer Anayasası’nı  hazırlayanların çok tarihi bir hatası vardır. Kurumlarla ittifak etmeye çalıştılar. İttifak ettiği kurumlardan bir tanesi orduydu. Onu bir kenara bırakalım ikincisi ise yargıydı. Roza Lüksemburg ismi, ki benim için önemli bir isimdir. O noktada tarihi bir şey söylüyor: Majestelerin yargısını bütünüyle görevden alın. Bunlar demokrasiye sadakat gösterdikleri ölçüde tekrar geri almak yolunu seçmezseniz çok tehlikeli sonuçlar ortaya çıkar. Nitekim 1 sene sonra da öldürülüyor. Weimer’in temel problemi buradaydı zaten. Ne yaptı yargı yaptı? Demokrasi ilan edildi, parlamento çalışmaya başladı. Daha önce sadece  danışma kurulu olarak çalışan parlamento yasalar çıkarmaya başladı. Yasaları çıkarmaya başlayınca Alman yargısı; yani Weimer yargısı parlamentoya karşı tepki üretmeye başladı. 1919’daki Alman tarihinin ilk sivil anayasası olan Weimer Anayasası’dır. Biz bu anayasayı tanımıyoruz dediler.  
 
Cengiz Çandar: Bizde öyle bir sorun yok. Çünkü bizdeki zaten askeri darbe anayasası. Bizdeki.  
 
Osman Can: Şimdi şöyle bir şey var ama, paralellikleri kurabiliriz. “Bu anayasa yani Weimer Anayasası Alman temel devlet kültürüne aykırı bir anayasadır. Biz bunu kabul etmeyiz. Bunu kabul edenler ihanet içindedir” demeye getirdiler. Bu size bazı paralellikleri çağrıştırması lazım… 

ALMANYA'DA DA 'YARSAV' VARMIŞ

Hasan Cemal: Seçim sandığından çıkana ret, kırmızı ışık yakan bir Weimer yargısı  diyelim o döneme.  

Osman Can: Tartışmasız. Ardından algı nasıl oluşuyor? Weimer yargısı enteresan refleksler geliştiriyor. Diyor ki, “Devlet ile devletin biçimi birbirinden farklıdır. Devlet dediğimiz şey o tarihsel gelenekselliğe dayanan o figürdür, devletin biçimi ise demokrasidir. Bugün hasbelkader demokrasidir yarın kimbilir ne olur? Bizi bağlayan bu özsel devlettir; demokrasi değildir.” Bu çok net. Kararlarda açıklamalarda. Bir de Yargıçlar Birliği diye örgütlenmişlerdir. Ondan sonra ne oluyor?  
 
Cengiz Çandar: Orada da YARSAV varmış zamanında… 

Bu ilginç söyleşinin devamını okumak için ikinci sayfayı tıklayın

[PAGE]

Osman Can: Yani 1899’da eyaletler düzeyinde 1908’de ise federal düzeyde Almanya’da yargıçlar örgütlendi. Ve örgütlenir örgütlenmez parlamentoya karşı muhalefet başlatıldı orada, bu çok enteresan. Şimdi orada iki tane darbe girişimi vardır. 1920’de Kapp  Darbesi, 1923’de işte birahaneler darbesi; yani Hitler- Ludendorff darbesi. Emekli generallerin, kimi bazı yüksek bürokratların ve yargıçların katıldığı müdahil olduğu iki tane  darbe. İkisi de akamete uğruyor. Birincisi dünya tarihinde ilk defa işçilerin genel greviyle akamete uğrayıp başarısızlıkla sonuçlanıyor. İkincisi ise polisin iyi bir çalışmasıyla. Her ikisi de yargının karşısına geliyor ve her ikisinde de yargı şunu söylüyor: Bu emekli generaller vatanperver insanlardır. Cezasız bırakıyorlar.  

Hasan Cemal: Darbe girişimini savunuyorlar… 

Cengiz Çandar: 1. Dünya Savaşı’nda Alman ordusuna komuta etmiş generaller bunlar tabi…
 

Ludendorff ikinci numaradır. Hatta 1917’den sonra bir numaradır. Çünkü her şeyi o idare ediyor. 1923’de Hitler’i hazırlayan, palazlayan.. 

Hasan Cemal: Bu bana şeyi hatırlattı. 12 Eylül olmuş. 12 Eylül  darbesini yapan başta Evren olmak üzere generaller, TBMM’deki Senato salonunda Beethoven’in 5. Senfonisi’ni çalarken, bütün yargı ve Anayasa Mahkemesi üyeleri onların önünden geçip selamlarlar, el sıkarlar… 

Cengiz Çandar: O 5. Senfoni de Kader Kapıyı Çaldı faslıdır.  

Hasan Cemal: Bu sizin söylediğinizle paralel çizgiler taşıyan şeyler 

Evet, hem paralel çizgiler taşıyor. Bugün Türkiye’de güncel bir yargılama vardır biliyorsunuz. Ergenekon yargılaması. Bu açıdan paralellikleri çağrıştırması lazım. Bunlar vatanperver insanlardır, bu kadar vatana hizmet etmiş insanlardır ve cezasız bırakılıyor bunların büyük bir kısmı. Diğerleri de yine vatanperverlik nedeniyle düşük cezalarla bırakılıyor. Ve her iki darbe girişiminde bulunan insanlar 1933’de iktidara gelen insanlar. Bu tarihi bir şey. Üçüncü olarak şöyle bir refleks geliştiriyorlar, “Biz apolitikiz”, yani “biz politikanın üstünde ve politikanın dışındayız” diyorlar. Ama politikanın dışında olmak demek parlamento üzerinden ortaya çıkan toplumsal taleplere kapalı olmak demektir ve kendi içlerinde çok  daha tehlikeli bir  politika üretmeye başlıyorlar. Sonra 417 tane siyasi cinayet gerçekleşiyor. Bunun içerisinde bakanlar da vardır. Bunun 400’ü demokratlara karşı gerçekleştirilmiştir. 17 tanesi ise sağcılara karşı ya da geleneksel d evlet algısını daha da faşistleştirenlere karşı. 400 tane sola ve demokratlara karşı gerçekleştirilen cinayetlerin neredeyse tamamı cezalandırılmıyor. Bir şekilde kayboluyor.  

Cengiz Çandar: Faili meçhul mü oluyor? 
 
Faili meçhul ya da mahkemede kayboluveriyor. Hapishanede bir şekilde kayboluveriyor ya da delil yetersizliği vesaire. Ve ardından şöyle bir süreç başlıyor. Örneğin cinayetler başlıyor, bu cinayetleri kimlerin işlediği çok nettir. Polis bunları buluyor. Ve yargı bunların hepsini serbest bırakıyor. Yargı diyor ki, “Hayır” Suçu demokrat birisinin üzerine yüklemeye çalışıyor. Bunun üzerine Weimer döneminde bir yargı krizi gerçekleşiyor. Bunun üzerine parlamento artık bu kadar olmaz diyor ve yargıda  demokratikleşme… 

Hasan Cemal: Yani sistemi kilitleyen yargı aynı zamanda Hitler darbesini de kolaylaştırıyor ve yolunu açıyor… 

Evet… Kolaylaştırmadan çok daha farklı bir şey. Çok  daha derin çok daha tehlikeli bir şey.  

Cengiz Çandar: Yani yargı  reformu başlatılmaya çalışılıyor.  

Yargı  reformu başlatılmaya çalışılıyor. 1926-28 döneminde parlamento içindeki partiler harekete geçiyor ‘bu kadar da olmaz’ artık ‘demokratikleştirilim’  diyorlar…Ve bunun üzerine örgütlenmiş olan o yargıçlar konferanslar düzenlemeye başlıyorlar ondan sonra açıklamalar yapmaya başlıyorlar, çok ilginçtir. ‘Parlamento yargıya müdahale ediyor, adaleti bitiriyor. İşte bağımlı bir yargı meydana getiriyor’ diyorlar. Zaten bürokrasisini kontrol edemez hale gelmiş bir parlamento bu. Bir türlü kendi aralarında uzlaşıp anlaşamıyorlar. Bütün partiler kendi reform önerilerini dile getiriyorlar teker teker. Komünist Partisi dahil olmak üzere. Ama 1928’lere geldiğimizde merkez o süreç içerisinde bitiyor. Ve parlamento bu değişikliği yapamıyor. Demokratikleştirmeyi gerçekleştiremiyor. İki tane husus gerçekleşiyor. Bunlardan bir tanesi nasyonal sosyalist partilerin eyaletler düzeyinde yasaklanmasının yargı kararıyla kaldırılmasıdır. İkincisi Prusya Hükümeti’nin yargı kararıyla bertaraf edilmesidir. Prusya Hükümeti kim? Demokrat olarak kalabilen tek eyalet. Almanya’nın üçte ikisini oluşturuyor. Bunlar da yargı kararıyla bertaraf ediliyor ve tam anlamıyla nasyonal sosyalistlerin iktidara gelmelerinin önü açılıyor.  

Hasan Cemal: Hitler’e açılıyor o kapı. 

Cengiz Çandar: 2008-2010 Türkiyesi’nde aynı süreçlerin yaşanmayacağı beklentisiyle bir ara verelim.