TSK'nın kararlılığı...
Washingtonhaber’de zaman zaman çok güzel yazılar yayınlanır.
Hüseyin Mümtaz, 23 Aralık 24 tarihli yazısında
Türkiye’de ki son gelişmelere değindi. Özellikle TSK’nin, son
dönemlerde kendi içinde olan yolsuzlukların üzerine kararlılıkla
gitmesini konu alan yazısı bazı gerçekleri daha net ortaya koyuyor.
Girip okumanızı tavsiye ederim.
***
Peşin söyleyelim, elbette yolsuzlukları yapanların makam ve
memuriyetleri ne olursa olsun sorgulanmaları ve gerçeğin açığa
çıkarılarak gereken cezaların uygulanmasından yanayız.
Buna siyasiler de dahil edilmelidir.
Haklarında yolsuzluk dosyası olduğu halde
"seçilerek" dokunulmazlık kazananlar, ceza aldığı
halde yaş, hastalık sair uyduruk sebeplerle yargıdan kaçmaya
teşebbüs edenler, siyasi bir takım dengeler gözetilerek şu veya bu
şekilde korunanlar da dahil edilmelidir.
Fakat bu yazının konusu siyasiler değildir. Zaten sivil-siyasi
yolsuzluklara bir batarsak kolay kolay çıkamayız.
Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı'nın, iki adet villasının şimdi ölmüş
bulunan amcası tarafından "Kuvvet Komutanı olması
şerefine" hediye edildiği savunması da doğrusu bize de hiç
inandırıcı gelmiyor.
Ancak iş büyüyor..
Bir başka dosyada da MSB Müsteşarlıkları ırasında; "haksız
kazanç elde edilen" bir ihale dosyasını bakana
imzalattıkları iddiasıyla Eruygur ve Tuncer Kılınç paşaların adları
bulunuyor.
AKP iktidar olunca "yolsuzlukların üzerine
gideceğiz-hortumları keseceğiz" sloganı ile reyting peşine
düşmüştü.
Bu sloganla bir tek Uzan’ların "peşine
düşüldü".
İş Eruygur ve Kılınç'a intikal edene kadar asker kanadın da aynı
yoldan devam etmesi ve temiz yargı ile ilgili uygulamalarını siyasi
kanadınkilere paralel yürütmesini aynı şekilde imaj tazeleyecek bir
sistem mühendisliği, bir PR çalışması olarak görüyordum.
Doğrusu alttan alta dikkatleri başka yöne çekme gayretlerinin
kokusunu almıyor da değildim.
Kerkük, Kıbrıs, Ege ve AB konularında milli hisleri rencide olan
milletin yolsuzluk dosyaları ile oyalanması bir süre için mümkün
olabilirdi.
Gene de yazmayacaktım. Fakat Nuh Gönültaş
"uyandırdı".
"Sabah gazetesinin 20 Aralık'ta çıkan nüshası değişen
Türkiye'nin fotoğrafıdır. Bir yıl önce isimleri mahkeme dosyalarına
geçen bazı "rütbeliler"i yazdı diye muhabirlerinin
işine son veren bir gazete ve gazete üst yönetimi için oldukça iyi
bir gelişme 20 Aralık manşeti! 17 Aralık Süreci'nin başladığının en
güzel göstergesi belki bu manşet olmalı!" diye yazıyor,
askerlere fazla meraklı Gönültaş Tercüman'daki 22 Aralık 2004
tarihli yazısında.
Sakın Gül'ün de taa Brüksel'deki basın toplantısından beri Recep
Tayyip'in kulağına fısıldadığı, Türkiye'ye dönünce de her fırsatta
dillendirdiği "17 Aralık sürecinin inceliği" tam
da bu noktada yatıyor olmasın?
Askerin şu ve veya bu şekilde "sistem"den
uzaklaştırılması..
1)Bir eli yağda, bir eli balda; ve
2) "egemenliğin anlam
değiştirdiği" ülkesi ve milleti ile; 3)
etrafında en ufak bir tehdit bulunmadığı için boş zamanlarını bir
tür izcilik faaliyetleri ile değerlendiren Hollanda, Belçika
orduları statüsüne çekilmesi..
Bakın dün gazetelerde "yeni" MGK'nın artık ne tür
işlerle uğraşacağı konusunda nasıl bir haber vardı:
"MGK, Genel sekreterliğe Yiğit Alpogan'ın getirilmesinin
ardından ilk kez milli kriz yönetim tatbikatıyla ilgili basına açık
brifing verdi. Basın mensuplarına kriz yönetim merkezi
sekreteryasının çalışmalarını yürüteceği Misakı Milli Salonu
gezdirildi. 3 gün sürmesi planlanan, "Güven - 2004 Milli
Kriz Yönetimi Tatbikatı", dün MGK Genel Sekreterliği'nde
başladı. Brifingde, tek yıllarda doğal veya teknolojik felaketlere
dayalı, çift yıllarda dış etkenlerden kaynaklanan kriz yönetimi
tatbikatlarının gerçekleştirildiği belirtildi"
Misakı Milli salonu'nda "doğal" ve teknolojik
felaket senaryoları..
Mübarek olsun.
Bir süre önce de "Özel Kuvvetler", deprem timi
kurmamış mıydı?
Ama işin ucu Eruygur ile Kılınç'a uzanınca, rengi değişiyor.
Eruygur ve Kılınç Akepe iktidarını hazmedemedikleri, "bir
türlü alışamadıkları" için memuriyetleri sırasında zaman
zaman rahatsızlıklarını hayli üst perdeden dile getiren
"komutan"lardı.
Askerin ve asker milletin hislerine, işgal ettikleri makam
yettiğince tercüman olmuşlardı.
Açın bakın gazete koleksiyonlarını, zamanında AKP'yi, onların
getirdiği düzeni ve işbirlikçi basın erbabını ne kadar huzursuz
etmişlerdi.
Taa Korgenerallikleri sırasında asıl sorumlu olan astlarının
hazırladığı bir dosyayı paraf ederek imzaya götürdükleri için sahne
ışıklarına çıkarılmalarının bir tür "gözdağı"
olduğunu düşünüyorum.
Halen görevde olup da "lüzumundan fazla konuştuğu"
düşünülenlere..
Askerin temiz, doğru, dürüst, kanunlara uyan, yanlış yapmayan
lekesiz bir konumda olması ve öyle bir görüntü vererek tutum
sergilemesi elbette asgarî "gerek şart"tır.
Ama "yeter şart" değildir.
Askerin sadece yolsuzluk ve Menemen'de değil başka yerlerde başka
reflekslerinin de olması gerekir.
Kerkük, Musul, Süleymaniye, Lefkoşa, Güzelyurt.. Ege Adaları..
Kars-Ani.. Brüksel.. Dicle-Fırat arası...
Bu memlekette; a)1974'de Kocatepe batırıldığı
zaman; b) 10 sene kadar önce Türk Deniz
Kuvvetleri'nin Sancak gemisi Yavuz Ege'de kayalıklara oturduğu ve
Yunan donanması tarafından kurtarıldığı zaman, ve
c) İki sene önce Süleymaniye'de askerlerimizin
başına çuval geçirildiği zaman kim mahkemeye verilmişti?
Yavuz'un komutanı şimdi hangi rütbe ve makamdadır? Hakkında bir
soruşturma açılmış mıdır? Sonucu ne olmuştur?
Süleymaniye'nin sorumlusu kimdi?
Bu konularda varılan sonuçları "asker yıpranır"
diye mi kamuoyundan sakladınız?
Peki kamuoyunun önüne çıkarılan Eruygur ve Kılınç'da
"yıpranan" kim olacak?
On sene sonra bir başka mahkemede çuval olayının sanıklarını hesap
verirken görecek miyiz?
"Gerek şartlar", "yeter
şartların" önüne geçmemelidir.