BIST 10.001
DOLAR 35,38
EURO 36,48
ALTIN 3.040,66

TSK'nın kararlılığı...

Washingtonhaber’de zaman zaman çok güzel yazılar yayınlanır. Hüseyin Mümtaz, 23 Aralık 24 tarihli yazısında Türkiye’de ki son gelişmelere değindi. Özellikle TSK’nin, son dönemlerde kendi içinde olan yolsuzlukların üzerine kararlılıkla gitmesini konu alan yazısı bazı gerçekleri daha net ortaya koyuyor. Girip okumanızı tavsiye ederim.

***

Peşin söyleyelim, elbette yolsuzlukları yapanların makam ve memuriyetleri ne olursa olsun sorgulanmaları ve gerçeğin açığa çıkarılarak gereken cezaların uygulanmasından yanayız.

Buna siyasiler de dahil edilmelidir.

Haklarında yolsuzluk dosyası olduğu halde "seçilerek" dokunulmazlık kazananlar, ceza aldığı halde yaş, hastalık sair uyduruk sebeplerle yargıdan kaçmaya teşebbüs edenler, siyasi bir takım dengeler gözetilerek şu veya bu şekilde korunanlar da dahil edilmelidir.

Fakat bu yazının konusu siyasiler değildir. Zaten sivil-siyasi yolsuzluklara bir batarsak kolay kolay çıkamayız.

Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı'nın, iki adet villasının şimdi ölmüş bulunan amcası tarafından "Kuvvet Komutanı olması şerefine" hediye edildiği savunması da doğrusu bize de hiç inandırıcı gelmiyor.

Ancak iş büyüyor..

Bir başka dosyada da MSB Müsteşarlıkları ırasında; "haksız kazanç elde edilen" bir ihale dosyasını bakana imzalattıkları iddiasıyla Eruygur ve Tuncer Kılınç paşaların adları bulunuyor.

AKP iktidar olunca "yolsuzlukların üzerine gideceğiz-hortumları keseceğiz" sloganı ile reyting peşine düşmüştü.

Bu sloganla bir tek Uzan’ların "peşine düşüldü".

İş Eruygur ve Kılınç'a intikal edene kadar asker kanadın da aynı yoldan devam etmesi ve temiz yargı ile ilgili uygulamalarını siyasi kanadınkilere paralel yürütmesini aynı şekilde imaj tazeleyecek bir sistem mühendisliği, bir PR çalışması olarak görüyordum.

Doğrusu alttan alta dikkatleri başka yöne çekme gayretlerinin kokusunu almıyor da değildim.

Kerkük, Kıbrıs, Ege ve AB konularında milli hisleri rencide olan milletin yolsuzluk dosyaları ile oyalanması bir süre için mümkün olabilirdi.

Gene de yazmayacaktım. Fakat Nuh Gönültaş "uyandırdı".

"Sabah gazetesinin 20 Aralık'ta çıkan nüshası değişen Türkiye'nin fotoğrafıdır. Bir yıl önce isimleri mahkeme dosyalarına geçen bazı "rütbeliler"i yazdı diye muhabirlerinin işine son veren bir gazete ve gazete üst yönetimi için oldukça iyi bir gelişme 20 Aralık manşeti! 17 Aralık Süreci'nin başladığının en güzel göstergesi belki bu manşet olmalı!" diye yazıyor, askerlere fazla meraklı Gönültaş Tercüman'daki 22 Aralık 2004 tarihli yazısında.

Sakın Gül'ün de taa Brüksel'deki basın toplantısından beri Recep Tayyip'in kulağına fısıldadığı, Türkiye'ye dönünce de her fırsatta dillendirdiği "17 Aralık sürecinin inceliği" tam da bu noktada yatıyor olmasın?

Askerin şu ve veya bu şekilde "sistem"den uzaklaştırılması..

1)Bir eli yağda, bir eli balda; ve 2) "egemenliğin anlam değiştirdiği" ülkesi ve milleti ile; 3) etrafında en ufak bir tehdit bulunmadığı için boş zamanlarını bir tür izcilik faaliyetleri ile değerlendiren Hollanda, Belçika orduları statüsüne çekilmesi..

Bakın dün gazetelerde "yeni" MGK'nın artık ne tür işlerle uğraşacağı konusunda nasıl bir haber vardı:

"MGK, Genel sekreterliğe Yiğit Alpogan'ın getirilmesinin ardından ilk kez milli kriz yönetim tatbikatıyla ilgili basına açık brifing verdi. Basın mensuplarına kriz yönetim merkezi sekreteryasının çalışmalarını yürüteceği Misakı Milli Salonu gezdirildi. 3 gün sürmesi planlanan, "Güven - 2004 Milli Kriz Yönetimi Tatbikatı", dün MGK Genel Sekreterliği'nde başladı. Brifingde, tek yıllarda doğal veya teknolojik felaketlere dayalı, çift yıllarda dış etkenlerden kaynaklanan kriz yönetimi tatbikatlarının gerçekleştirildiği belirtildi"

Misakı Milli salonu'nda "doğal" ve teknolojik felaket senaryoları..

Mübarek olsun.

Bir süre önce de "Özel Kuvvetler", deprem timi kurmamış mıydı?

Ama işin ucu Eruygur ile Kılınç'a uzanınca, rengi değişiyor.

Eruygur ve Kılınç Akepe iktidarını hazmedemedikleri, "bir türlü alışamadıkları" için memuriyetleri sırasında zaman zaman rahatsızlıklarını hayli üst perdeden dile getiren "komutan"lardı.

Askerin ve asker milletin hislerine, işgal ettikleri makam yettiğince tercüman olmuşlardı.

Açın bakın gazete koleksiyonlarını, zamanında AKP'yi, onların getirdiği düzeni ve işbirlikçi basın erbabını ne kadar huzursuz etmişlerdi.

Taa Korgenerallikleri sırasında asıl sorumlu olan astlarının hazırladığı bir dosyayı paraf ederek imzaya götürdükleri için sahne ışıklarına çıkarılmalarının bir tür "gözdağı" olduğunu düşünüyorum.

Halen görevde olup da "lüzumundan fazla konuştuğu" düşünülenlere..

Askerin temiz, doğru, dürüst, kanunlara uyan, yanlış yapmayan lekesiz bir konumda olması ve öyle bir görüntü vererek tutum sergilemesi elbette asgarî "gerek şart"tır.

Ama "yeter şart" değildir.

Askerin sadece yolsuzluk ve Menemen'de değil başka yerlerde başka reflekslerinin de olması gerekir.

Kerkük, Musul, Süleymaniye, Lefkoşa, Güzelyurt.. Ege Adaları.. Kars-Ani.. Brüksel.. Dicle-Fırat arası...

Bu memlekette; a)1974'de Kocatepe batırıldığı zaman; b) 10 sene kadar önce Türk Deniz Kuvvetleri'nin Sancak gemisi Yavuz Ege'de kayalıklara oturduğu ve Yunan donanması tarafından kurtarıldığı zaman, ve c) İki sene önce Süleymaniye'de askerlerimizin başına çuval geçirildiği zaman kim mahkemeye verilmişti?

Yavuz'un komutanı şimdi hangi rütbe ve makamdadır? Hakkında bir soruşturma açılmış mıdır? Sonucu ne olmuştur?

Süleymaniye'nin sorumlusu kimdi?

Bu konularda varılan sonuçları "asker yıpranır" diye mi kamuoyundan sakladınız?

Peki kamuoyunun önüne çıkarılan Eruygur ve Kılınç'da "yıpranan" kim olacak?

On sene sonra bir başka mahkemede çuval olayının sanıklarını hesap verirken görecek miyiz?

"Gerek şartlar", "yeter şartların" önüne geçmemelidir.