Uluslararası İlişkiler Başkanı Doç. Dr. Beril Dedeoğlu Yaşar Büyükanıt`ın geçen ay Harp Akademileri`nde yaptığı konuşmayı bu sözlerle yorumladı.
Abone olSöyleşi Aktüel`in bu haftaki sayısında yer aldı. Avrupa Parlamentosu`nun son raporunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Raporun Türkiye`de bu kadar gündeme gelmesi çok olumlu. İkincisi, ilk kez çok olumlu sözler yer aldı. Üçüncüsü de, müzakereler için bir tarih verilebileceğinden söz ediliyor. AB, Avrupa kamuoyu Türkiye ile ilgili kararsızlıklar taşısa bile, bazı reformlar gerçekleştirilirse artık geri adım atamayacağını belirtiyor. Neden AP raporu ilk kez bu kadar gündeme geldi? Artık eleştirilerde daha somut ve nazik terimler kullanılıyor. Örneğin, soykırım konusu gündemden çıkarıldı. Daha önce tartışılan Kemalizm konusu gündeme getirilmedi. Avrupalı parlamenterlerin Kemalizm`i algılamasıyla Türkiye`deki yerleşik Kemalizm arasında fark var. Kemalizmle kastedilen, büyük oranda ordu olarak değerlendiriliyor. Türkiye`de ordunun siyasette etkili olduğu aşikar fakat Avrupalılar şunu bilmiyor: Siyasiler orduyu referans göstererek prim yapıyor. Özellikle AKP için geçerli. Bu konu anlaşıldığında, AB`nin orduyla ilgili soru işaretleri yumuşayacaktır. ``AB`ye girmek istiyoruz ama buna direnen ordu`` havası yaratılıyor. Sanırım ordu, son dönemde, AKP`den çok daha fazla kendisine yapılan referanslardan rahatsız. İlk kez Avrupa Parlamentosu`nda Türkiye`deki seçim sisteminin iyi çalışmadığı dile getirildi. Yüzde 30 oyla yüzde 70`i temsil ediliyor. Yanlış ve anti-demokratik. Yeniden seçim olduğunda, rejimi değiştirebilecek çoğunluk sözkonusu olabilecek. Bazı noktalar iyi niyetle dönüştürülmeye çalışılırsa sorun hallolabilir. Çıkmaz şurada: AP diyor ki, ``İhtilal anayasasının değiştirilmesi lazım.`` Türkiye`de zaten yıllardır söylenen bir şey. Avrupa`nın insan hakları ve demokrasi konusundaki teminatının da çalışıp çalışmayacağının bir garantisi yok. Evet, Türkiye`de ordu siyasetin üstündedir ama durduk yerde bunun çok haksız yönlerde de suçlamaları olduğu kanısındayım. Öte yandan AB`ne verilen taahhütlerin sadece yüzde 48`i gerçekleştirilebilmiş... Mesela Türkiye`de trafik yasaları AB standartlarındadır. Ama trafik kuralları uygulanmaz. Bunları, Avrupa kimliği konsepti içinde gündelik yaşamda işletebilmek önemli. Özgürlük, pet şişeyi camdan aşağı atabilmek değil. Özgürlük kavramının da değiştirilmesini talep ediyor. Hedeflenen yapısal dönüşüm, siyasi partiler yasası, seçim sistemi, bir sürü kurum ve kuruluş kadrolarının da değişmesini gerektirecek. Bu da çok kolay değil. Şimdi hem Avrupa kendi geleceğiyle ilgili karar verecek hem de Türkiye. Türkiye, Suriye mi olacak, Avrupa devleti mi? ABD`nin stratejik partneri olup İsrailleşme riskini mi taşıyacak? Bu kararın tarihi 2004`tür. Artık esnek zemin kalmadı. AKP yerine başka bir parti iktidarda olsaydı, durum farklı olur muydu? Avrupa`nın, AKP`nin AB yolundaki iradesini teşvik ettiği anlaşılıyor. Ne kadar güvendikleri konusunda emin değilim. Ama Avrupa bürokrasisinde ``yapsa yapsa bu parti yapar`` türünden bir eğilim var. Bu AB`nin AKP`ye tüm mekanizmalarıyla sıcak baktığını göstermez. Bürokratik törenlerde AB`nin, Arap ve İslam unsuru taşıyan muhataplarıyla aynı aile içinde olmayı çok benimseyeceklerini de düşünmüyorum. AB raporunda Kemalizm konusu da çok tartışıldı. Sizce Türkiye`nin AB yolundaki en büyük engeli bu mudur? Kastedilen, ulusalcı düşünceden evrensel düşünceye geçiş. Yerelliği savunarak AB ile entegre olamazsınız. Kemalizm eleştirilerini bertaraf etmenin en sağlıklı yolu, AB bayrağının altında yer almanın Türk bayrağından vazgeçmek anlamına gelmediğini öğretebilmek. Sadece Türkiye`ye özgü değil. D. Avrupa`da da geçerli. Raporda MGK`nın uzun dönemde lağvedilmesinden sözediliyor. MGk lağvedilse ne olur? Kimi yapısal değişiklikler olabilir ama lağvedilmesini talep etmek çok akıllıca değil. AB ülkelerinde de bu tarz danışma kurulları var. Türkiye`de çok konuşulmasının nedeni, MGK içerisinde sadece askerin ne dediğine bakılması. Oysa MGK`da oransal bakımdan sivil üye daha fazladır. Niye kimse hükümet tarafına bakmıyor, merak ediyorum. MGK`nın lağvedilmesi güvenliğimizi tabii ki tehlikeye atmaz. Peki MGK gibi danışma kurulları AB ülkelerinde bu kadar etkin mi? Konjonktüre göre değişir. Örneğin Irak tartışılırken, İngiltere`de bu tür kurumlar çok etkindir. Ama ekonomi gibi konularda danışıldığını sanmıyorum. MGK sanki TBMM`nin, hükümetin, herşeyin üstündeymiş gibi. Herşey bir ulusal güvenlik sorununa indirgenemez. Ordunun da her toplantıdan sonra konuşuluyor olmaktan hoşnut olduğunu zannetmiyorum. AB ile ilişkiler konuşulurken hep Türkiye`nin ``hassas durumundan`` bahsediliyor. Türkiye bu özel şartlarla AB`ye uyum sağlayabilir mi? İmkansız. Bu kadar özelseniz, kimsenin çok özel olmadığı bir ekibe katılmayı talep edemezsiniz. AB ile Türkiye`nin ilişkisi niye hassas anlamıyorum. Türkiye`nin dış politikasında hassas olmayan hiç bir konu yokmuş gibi algılanıyor. Bu hassasiyet Türkiye`de var ama Fransa`da, Portekiz`de yok! Süreç, bir tarafın diğerine iradesini kabul ettirme süreci değil. Dünyaya aynı yerden bakmaya çalışmakla ilgili. Yalnız Türkiye`nin Ortadoğu komşuluğu nedeniyle problem çıkabilir. Türkiye çatışma noktalarına Avrupa`yı komşu yapacak. Ankara'da beyin fırtınası Askerlerin stratejik toplantılarına davet ediliyorsunuz. Güvenlik endişelerini nasıl değerlendiriyorsunuz? İlk aşamada İslamcılık`a yönelik uyarılar var. Bunlar da çok haksız değil. İkinci ve daha muğlak olan, terör ve K. Irak`la ilişkili. Hala ``Güneydoğu gerçeği`` ayrımı var. Terörün uluslararası destekle yeniden kullanılabilir olması tartışılıyor. Eğer Türkiye`de yaşayan vatandaşlara yönelik bir sürecin yeniden çalıştırılması yönünde bir baskısı varsa ordunun -ki bence yok- bunu yaparak AB ile ilişki kurulmaz. Terör ihtimalini ya da bir Kürt hareketini bastırmak adına AB yolunda atılacak adımların önünün kesilmesi riskini de onaylamıyorum. İfade özgürlüğü konusundaki engeller derhal kaldırılmalı. Vatandaş kendi ülkesinde ifade edemediğini mutlaka başka yerde ifade eder. Güvenliği tehdit eden buysa, bunu engellemenin en sağlıklı yolu kendi ülkesinin demokratik olmasıdır. Askerler son dönemde SAREM gibi strateji merkezleri kuruyor, akademisyenleri toplantılara davet ediyor. Bu sosyal bilimcilerin objektivitesini etkiler mi? Bu olumlu bir ilişki. Ordunun akademik faaliyetleri ya da güvenlikle ilgili konseptlerini neye göre geliştirdiğini doğrudan öğrenme imkanımız oluyor. Askerler de artık güvenliğin sadece askeri boyutu olmadığı, sosyal dokusunun da önemli olduğunu bildiklerinden hocalara fikir soruyor. Bu çok önemli bir süreç. Sonuçları kısa zamanda alınamaz ama örneğin Ankara`da basına kapalı ``beyin fırtınası`` toplantıları oluyor. Ordu mensupları, akademisyenler ve araştırmacılar düşündüklerini açıkça söyleyebiliyor. Ordu da eleştirilebiliyor. Bu mekanizmanın kurulmuş olması çok sağlıklı. Akredite gazeteciler gibi, akredite hocalar da var mı? Güvenlik söz konusuysa , o konuda çalışanlar çağrılıyor. Havuz çok geniş değil. Bu tarz toplantılarda, sorunlar tartışılırken bazı akademisyen ya da bürokratların ordunun üzerinden çok daha keskin bir tarz kullandığını farkediyoruz. O zaman ordu mensupları ``O kadar da değil`` diyorlar. ``Genç subaylar tedirgin`` tartışması konusunda ne düşünüyorsunuz? Bana çok kötü geldi. Yanıt çok netti: ``Genç subaylar değil, hepimiz çok tedirginiz`` Ordunun tedirgin olduğunu tahmin ediyordum, izliyordum da. Birey olarak, çocuklarımın daha demokratik bir ülkede yaşamasını hesaplarken Kur`an`la silah arasında kalmak istemiyorum. Ordu da bu iki seçenek arasında kalmak istemiyor. AB yolunda giden Türkiye`de ordunun tedirginliği ne boyuta varır? Ordunun tedirginliğinin bertarafına yönelik eylem bunu belirleyecektir. Bunu belirleyecek olan ordu değil, AKP`dir. Yaşar Büyükanıt`ın SAREM`deki konuşması üzerine ``üçüncü dünyacılık`` tartışmaları yapıldı. O toplantıdaydım. TSK Türkiye AB`ye girecek diyor ama bunun AKP kanalıyla olmamasını tercih ediyor. Mesaj bu. ``Bu hükümet giderse çok mutlu oluruz çünkü onlar AB unsurlarının üzerinden başka bir şey yapmaya çalışıyorlar`` düşüncesi hakim. Mesaj, AB`ye tam üyelik sürecindeki ``ama``lardan çok Türkiye`yi AB`ye taşımayı öngören kadrolara yönelikti. Türkiye-ABD İlişkileri Uzun zamandır AB konusunda çalışmalar yapıyorsunuz. Sizce sokaktaki sıradan adamın kafasında AB ve ABD arasında bir fark var mıdır? Irak Savaşı`ndan sonra anlaşıldı. İnsanlar ABD`nin daha militer olduğunu, AB`nin de gidilesi bir yer olduğunu düşünüyor. Biri ışık, diğeriyse tehdit. Irak Savaşı`ndan önce ikisi bir algılanıyordu. Türkiye`nin Irak Savaşı`ndaki tutumu AB içinde itibarını arttırdı mı? Türkiye, o dönemki politikasını tam üyelik sürecini teşvik etmek için belirlemedi. AB de bunu algıladı. Sonradan bunu değerlendiren Ab oldu. Bu bilinçli bir politika olsaydı, hükümet, ``Bu savaşa karşıyız, ama Amerika`ya karşı değiliz. Fransa ve Almanya gibi durmak istiyoruz`` derdi. Tersine ``Ben savaşa değil ABD`ye karşıyım`` dedi. Bunu söyleyen başka devlet yok. Türkiye son dönemde bilinçli bir dış politika uyguladı mı? Türkiye, Irak krizinde yapabileceği hataların hemen tümünü yaptı. Çünkü bir devletin başına her zaman bu kadar konjonktürel bir şans gelmez. Irak için üzgünüm ama Türkiye açısından bu kadar yakın coğrafyasında çok önemli yapısal değişiklikler yaşanırken önemli şanslar vardı. ABD`nin sizin ülkenizden operasyon yapmasını istemiyor olabilirsiniz. PKK liderinin yakalanmasında bana yardım, Akdeniz`de stratejik ittifak kuralım, İsraille yakınlaşalım ama Irak`a müdahaleni onaylamayayım. Bunu söyleyemezsiniz. İstemiyorduysanız, baştan o ilişkileri talep etmeyecektiniz. Bu toparlanabilecek bir süreç mi? ABD bir şekilde Irak`a yerleşti ve Türkiye`ye komşu oldu. Almanya, Fransa ve Rusya gibi karşı çıkan devletler, ABD ile Irak`ı tartışıyor. Türkiye`ninse bu görüşmelerde yeri yok. Türkiye`nin pozisyonunu by-pass`layan Polonya var. Azerbeycan`da böyle bir gelişme olacak. Elinizdeki parametreyi kaybedince Avrupa`yla aynı masaya oturduğumuzda aynı düzlemden konuşma imkanımız olmayacak. AKP iktidarının ABD için bir şans olduğunu düşünenler de vardı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? ``Yanlış ata oynadık`` deniyor. Bu da ABD`nin İslam unsurunu çok iyi tanımadığını açığa çıkarıyor. İkincisi, kadrolarını çok iyi tanımadığını ortaya çıkarıyor. Üçüncüsü, AKP`nin yolda fikir değiştireceğini kim nereden bilebilirdi? Türkiye-ABD ilişkileri ne olacak? Mecburen bir miktar düzelecek. ABD istediği için değil, Türkiye istediği için. Umarım bu düzelme zamanla olur. Eğer kırılmalarla olursa bedelini Türk halkı öder. AKP, AB Gerçeğini anlayamadı Uyum paketleri hızla çıkıyor. Uygulamadaki sorunlar bir yana, bu çalışmaları samimi buluyor musunuz? Bu yasaların çıkarılması gerekiyor. Ama arasına koyduğumuz bazı şeyler mekanizmanın genelinde olumsuzluk yaratabilir. Mesela Avrupa demokrasisine yakınlaşmak için çıkarılan yeni İş Kanunu hakkında tüm sendikacılar ``Daha önceki haklarımız elimizden alınıyor`` diye beyanat veriyorsa, ortada bir sorun var demektir. Kadının lehine gibi gözüken bazı maddeler aslında kadınların iş hayatında etkisini azaltarak, eve tıkılması sonuçlarını doğurabilir. Doğum öncesi ve sonrası 8 ay izin hakkı, Avrupa`da binlerce kadını sokağa dökmüştür. İşe alınma sırasında erkeğin tercih edilmesi sonucunu doğurur. Kaynak : Aktüel