Trump'ın mektubu...
Önce “Şaka mı bu?” dedim. Sonra attığı birbirinden ilginç, tutarsızlık abidesi tweetleri hatırlayınca “Neden olmasın…” diye düşündüm.
Gerçekmiş. Trump yani dünyanın süper gücü ABD Başkanı Donald Trump, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a böyle bir mektup yazmış. 9 Ekim günü yollanan mektuba cevaba bile lüzum görülmeden çöpe atılmış ve Barış Pınarı Harekâtı başlamış…
Devlet ciddiyeti diye bir kavram vardır. Devletler arasındaki ilişkilerin yürütülme biçimine ilişkin yüzyıllar boyunca geliştirilmiş kurallar vardır. Devletlerin birbirleriyle sorunlarını, çatışmalarını ve taleplerini içeren yazışmaların, kayıtların nasıl olacağı bellidir…
Diplomasinin kendine özgü bir dili vardır. Bu dil, ciddiyet ve bilgi yüklüdür. Konu önemli de olsa, önemsiz de olsa ülkeler arası ilişkilerde mutlaka buna riayet edilir…
Başkan Trump, öylesine garip, öylesine anlamsız bir mektup yollamış ki, ciddiyetten uzak, bilgi yok, birikim yok, devlet başkanından devlet başkanına yazılmış olduğuna dair en ufak bir emare yok. İki ülke arasındaki tarihsel bağlarla, müttefiklik ilişkileri ile en ufak bir bağ yok…
Sonra iş yapmış gibi bir de bu garabeti medya ile paylaşmış.
Harekatı yapmamamızı istiyor, terör örgütü elemanından general diye bahsediyor, üstüne bununla Türk devletinin masaya oturmasını bekliyor…
Bu kadar kötü, saçma, değersiz cümleler yığınını ABD Başkanı kuruyor. Bu her şeyden önce ABD gibi bir büyük devlet için ayıp.
Mektubu ekrandan okuyan CNN Sunucusu Don Lemon’un tepkisi dahi olanı biteni anlamak için yeterli. Bu kadar ciddi bir konuda dahi ortaya konulan gayrı ciddi yaklaşımdan ötürü neredeyse gülmekten koltuğundan düşecek hale geldi…
Mektuba bakın: “Eğer bunu doğru ve insani şekilde yapabilirseniz, tarih size olumlu bakacaktır. Eğer iyi şeyler olmaz ise sizi sonsuza kadar şeytan olarak görecektir. Katı bir adam olmayın. Budala olmayın. Sizi daha sonra arayacağım.”
Dünya diplomasi tarihinde böyle bir mektubun herhalde eşi benzeri yoktur… Bunu yazan, altına imza atan bir çocuk değil, bir devlet başkanı…
Böyle bir mektubu beş bin yıllık devlet geleneği olan bir milletin devlet başkanına yazıyor ve ciddiye alınmasını bekliyorsa, daha çok bekler…
Barış Pınarı harekâtı ile Türkiye’nin ne kadar haklı ve yerinde bir karar verdiğini elbette tüm muhataplar biliyor. Kimsenin bilmemesi mümkün değil. Tepkiler herkesin ayrı ayrı hesaplarının bozulmuş olmasından.
Suriye’nin parçalanması, bir uydu devlet kurulması, Türkiye’nin sıkıştırılması gibi örtülü ve açık hedefler bir haftalık harekât ile çöktü gitti. Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekâtları ile elde edilen başarı sonrası uydu yapılanmayı Fırat’ın doğusu ile sınırlı tutarak gerçekleştirmelerini düşünürlerken şimdi o da uçtu gitti.
Mektup gibi bu hedefler de çöp oldu. Yapılan yatırımlar, harcanan paralar, yıllarca devam eden eğitim ve donatım faaliyetleri hep boşa gitti.
Bekliyorlardı ki, Türkiye karşısında bu kadar para, zaman harcadıkları, eğitip donattıkları terörist yapılanma kısmi de olsa bir başarı elde etsin, bu da olmadı. Şimdi tümden ortadan kalkmasını, ezilip yok olmasını önlemek için beyhude adımlar bunlar.
Çok güvendikleri, DAİŞ’i durdurduğunu düşündükleri için minnettar oldukları PKK ve türevleri ABD’nin hasımları ile birlikte oldu. Suriye rejimi ile uzlaştı, Rusya’nın kontrolüne girdi, yetmedi hapisanelerdeki DAİŞ mensuplarını serbest bırakarak kaçıyor…
ABD’nin şimdi önüne bakması gerekiyor: Nasıl bir devlet başkanına sahip, devletleri ne hale gelmiş… Yetmiş yıllık müttefikle ilişkiler nasıl böyle olmuş, karizmaları niye yerlerde geziyor?..
Suriye rejiminin ise aklını başına toplaması lazım diyeceğiz ama kesinlikle toplayacağı yok. Türkiye ülkelerinin toprak bütünlüğünü garanti ediyor, kendilerinin asla çözemeyeceği sorunlarını çözüyor, ama bunlar hala aynı kafada, terörist yapılanma ile aynı çuvala giriyor.