BIST 9.601
DOLAR 35,26
EURO 36,78
ALTIN 2.961,74
HABER /  GÜNCEL

Teröristi alkışlayan şair kim?

Murat Bardakçı 'Ermeni konferansı'nı düzenlemek isteyen aydınları çok ağır eleştirdi. Konferansı düzenleyenleri, yıllar önce terörü alkışlamış bir şairimize benzetti.

Abone ol

Murat Bardakçı, "Meğer ne kadar da çok Tevfik Fikret’imiz varmış!" başlıklı yazısında Ermeni konferansını düzenlemek isteyen akademisyenleri çok sert eleştiriyor. Üatelik tarihten bir örnek vererek.

Yazar: Murat Bardakçı

Kaynak: www.hurriyet.com.tr

"Tartışmalar yaratan málum Ermeni Konferansı’na Boğaziçi Üniversitesi’nin evsahipliği edecek olması bana Robert Kolej günlerinden kalma benzer bir olayı hatırlattı.

Ermeni teröristlerin İstanbul’da zamanın hükümdarı İkinci Abdülhamid’e karşı 1905’in 21 Temmuz’unda giriştikleri suikast teşebbüsünü bütün dünya lánetlerken hadiseyi tek bir kişi, Robert Kolej’de hocalık yapan şair Tevfik Fikret alkışlamış ve bombayı koyan teröristlerden ‘şanlı avcı’ diye bahsetmişti.

ERMENİ Konferansı tartışmalarıyla dolu bir hafta geçirdik. Tartışmaların merkezinde konferansa evsahipliği yapmaya hazırlanan ama programı daha sonra iptal etmek zorunda kalan Boğaziçi Üniversitesi vardı.

Birkaç seneden buyana yine bu üniversitede verilen tarih derslerinde bazı hocaların 1915 olaylarından ‘soykırım’ diye bahsettiklerini, üstelik işin içine 19. yüzyılda yaşanan Ermeni isyanlarını da katarak konuyu ‘büyük soykırım’ ve ‘küçük soykırım’ diye tasnife tabi tuttuklarını işitiyorduk.

Ama işin bir tarihi tarafı vardı; Boğaziçi Üniversitesi’nin yahut eski adıyla ‘Robert College’in eski bir hocasının Ermeni meselesinde geçmişte konuya sahip çıkması da sözkonusuydu: Kolejin Türkçe hocası ve Türk Edebiyatı’nın da en önemli isimlerinden olan Tevfik Fikret, Ermeniler’in 1905’te zamanın hükümdarı İkinci Abdülhamid’e karşı yaptıkları bombalı suikast teşebbünü alkışlayan tek şairimizdi!

Bundan birkaç hafta önce de yazdığım bomba meselesini yine kısaca anlatayım:

1905’in 21 Temmuz günü İstanbul’da bir bomba patlamış ve 26 kişinin hayatına malolmuştu. Günlerden cumaydı, zamanın hükümdarı Abdülhamid namazını kılmak için merasimle Yıldız Camii’ne gitmiş ve camiin yanıbaşına bırakılan bir arabanın içindeki saatli bomba Abdülhamid’in oradan geçmesine birkaç saniye kala patlamıştı. Padişah yara almadan kurtulmuş ama 26 kişi ölmüş, 58 kişi yaralanmış ve 20 kadar at da telef olmuştu.

SADECE O ALKIŞLADI

Yapılan tahkikat, işin gerisinde Ermeni Taşnak Partisi’nin bulunduğunu ortaya çıkardı. Suikast teşebbüsünün taşeronu olan Charles-Edouard Joris adındaki Belçikalı bir anarşist yakalandı, muhakeme edilip idama mahkûm oldu. Abdülhamid cezayı müebbed hapse çevirdi ama Avrupa’dan, özellikle de Belçika’dan gelen baskılara dayanamadık, hükümdarın canına kasteden teröristi serbest bırakıp Avrupa’ya gönderdik.

Tarihlere ‘bomba olayı’ diye geçen suikast girişimi bütün dünyada yankı uyandırdı. Avrupa sonradan teröristlere sahip çıkmasına rağmen teşebbüsü kınayacak ama bombacılara tek alkış İstanbul’dan, Robert Kolej’in hocası Tevfik Fikret’ten gelecekti.

Fikret, 1896’dan itibaren Kolej’de Türkçe hocalığı yapıyordu. Ruh háli bir hayli garipti; dinden, devletten, herşeyden, hatta dostlarından bile soğumuş ve ‘Milletim nev’i- beşerdir, vatanım ruy-i zemin’ yani ‘Milletim insanlık, vatanım yeryüzüdür’ gibi şiirler yazar olmuştu. Belki bu tuhaflıklarının neticesinde adını kitaplarına verdiği tek çocuğu Haluk daha sonra Amerika’ya yerleşecek, din değiştirip papazlık yapacak ve Florida’daki bir kilisenin başrahibi olarak ölecekti.

Tevfik Fikret, bomba hadisesinden sonra, işte böyle garip ruh háli içerisinde ‘Bir láhza-i teehhür’ (Bir gecikme ánı) isimli bir manzume kaleme aldı. Şiirinde teröristleri ‘şanlı bir avcıya’ benzetiyor, bombanın erken patlamasına esef ediyordu.

‘ŞANLI AVCI’ MASALI

İşte, Fikret’in şiirinden bazı mısralar:

‘Ey şanlı avcı dámını bihude kurmadın / Attın fakat yazık ki, yazıklar ki vurmadın! / Málik sesin o sevret-i ra’din-i gayza ki / Her yerde hiss-i hakk u halásın muharriki / ...Dursaydı bir dakikacağız devr-i bi-sükun / Bir hayr olurdu misli asırlarca gelmemiş’ (Ey şanlı avcı, tuzağını boşyere kurmadın, attın ama yazıklar olsun ki, vuramadın! Öfkeyle ve kızgınlıkla gürleyen sesin, hak ve kurtuluş duygusunu heryerde harekete geçirendir. O an bir dakikalığına devam etseydi, örneği asırlar boyu görülmemiş bir hayır, bir iyilik olurdu).

Suikast teşebbüsünü alkışlama işinde Tevfik Fikret yalnız kalmayacak, tarihçi Ahmed Refik de daha sonra ‘Osmanlı milletini Abdülhamid zulmünden kurtarmak için bu hareket-i kahramánenin (kahraman hareketin) Ermeni vatandaşlarımız tarafından icra olunduğu anlaşıldı’ diye yazacaktı.

Boğaziçi Üniversitesi’nin Ermeni Konferansı tartışmalarının tam merkezinde bulunmasına şaşırmamamın sebebi, üniversitenin sicilinde Robert Kolej günlerinden kalma işte böyle bir kaydın bulunmasıydı.

Ama şurasını unutmayalım: Tevfik Fikret bütün bu hatalarına rağmen Türk Edebiyatı’nın en önemli isimlerindendir, ‘tarihi sevdiren adam’ diye bilinen Ahmed Refik de hálá okunmaktadır, zira her ikisi de bu gibi işlerinin haricinde eser de vermişlerdir. Darısı, bu ayardaki kalıcı eserlerini merakla beklediğim málum konferansın düzenleyicilerinin başına!

Bizde aydın görünmenin yolu devlete, dine ve memlekete hakaretten geçer!

ERMENİ Konferansı’nın gündeme gelmesinden sonra dostlarımdan okuyucularıma kadar çok kişi, bu konferans hakkında ne düşündüğümü sordu.

‘İmparatorluğun Çöküş Döneminde Osmanlı Ermenileri’ isimli konferansa ‘gazeteci’ ve ‘dinleyici’ olarak davet edildiğimi peşinen yazdıktan sonra kanaatimi açıkça söyleyeyim:

Böyle bir konferans aklın alacağı bir iş değildir, Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in málum konuşması bence her kelimesine kadar haklı ve doğrudur, bu konuşmayı ‘düşünce özgürlüğünün zedelenmesi’ diye yorumlamaya kalkanlar ya düşünce özgürlüğünü bilmiyorlar demektir, yahut bu işte bir kasıt vardır! Pek alákadar olmadığımız ‘Facia ve kurtuluş öyküleri’, ‘Dünyanın bildiği, Türkiye’nin bilmediği’, ‘Eşitsizlik, baskılar, isyan ve kıyımlar’, ‘Tehcir ve katliam’ gibisinden oturum yahut ‘İT (yani, İttihad ve Terakki) yöneticilerinde soykırım kastı ve soykırımın organizasyonu’ ve ‘Türk kamuoyunun Ermeni sorunundaki tarihsel-psikolojik tıkanışı’ isimli bildiri başlıkları da hem bu kastın, hem de yapılmayan konferansta sarfedilmeye hazırlanılan düşüncelirin delilleridir.

Bilmem, farkında mıyız? Türkiye’de ‘aydın’ ve ‘entellektüel’ sayılmanın yolu artık herşeye muhalefet etmekten ve memlekete, hattá dine ve imana bile sövmekten geçer oldu. Bu işi yapanlar ve bilmedikleri konularda ahkám kesenler ‘aydın’, onlara karşı çıkanlar ise benim gibi ‘gerici’!

SERMAYELERİ BİTTİĞİ İÇİN

Elifi görseler mertek sanacak derecede Osmanlıca cahili olanlar Osmanlı’yı yorumluyor, tek kelime Arapça bilmeyen sosyologlar Kur’an tefsirine kalkışıyor, memleketine hakareti ‘evrensellik’ zanneden esersiz ulemamızla İlber Hoca’nın sözünü ettiği filologlarımız ve ses getiren tek bir kitap bile yazamamış olan allámelerimiz hukukçuluğa ve soykırım iddialarının savunuculuğuna yelteniyorlar. İşin daha da garip tarafı, ‘aydın görünme’ gereği türban yasağına karşı çıktıkları için İslami basın tarafından kucaklanan ve herbiri köşelere garkedilen bir zamanların anlı- şanlı solcu yazarları, sermayeleri bitmiş ve kafaları karmakarışık bir halde etrafa ‘basın etiği’ dersleri vermekle meşguller! İşi ‘Kuvá-yı Milliye, çeteciliktir’ demeye kadar vardıran sabık sağcıların da nedense farkında bile değiliz.

Milás’ta 17 yaşındaki bir lise öğrencisini Nazım’ın şiirini okuduğu için gözaltına aldırmaya kalkışmak ne kadar acınacak bir vaziyetse, isimlerini hangi yolla olursa olsun duyurma hevesiyle yanıp tutuşan 50’sini geçkin bazı üniversite hocalarının eski örgütçülüklerinin tecrübesiyle geri planda kalan zevátın önüne atılarak ortaya çıkmaları da aynı derecede acınacak bir haldir.

Ben, Lübnan’da ve İran’da muhabirlik yaptığım 80’li yıllarda ASALA tehdidine karşı siláhlı muhafız kiralayıp dolaştığım günleri yahut bir gece önce beraber olduğumuz kişilerin ayrılmamızdan birkaç saat sonra şehid edildikleri haberini aldığım sabahları daha unutamadım!"