İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof.Gencay Gürsoy Kürt sorununun çözümünde teröristbaşını 'tıkaç' fonksiyonu gördüğünü söyledi. Gürsoy'un açıklamaları şöyle:
Abone olİstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Gencay Gürsoy’un sözcülüğünü yaptığı aydınlar inisiyatifinin PKK’ya silah bırakma çağrısı yapması ve Başbakan’la görüşmelerinin üzerinden bir buçuk ay geçti.
Gürsoy, gelinen noktayı grubun sözcüsü olarak değil, kendi şahsi görüşleri çerçevesinde değerlendirdi. Toplumun tırmanan şiddetin durdurulması konusundaki duyarlılığı sürdükçe, aydın inisiyatifi güncelliğini koruyacak.
Başbakan’ın demokrasi vaadinin takipçisi olacak, Kürtlere sorunu Apo’ya endekslemelerinin yanlışlığını söyleyecek, bu arada her türlü ithamı göğüslemek durumunda kalacak, buna rağmen elini taşın altından çekmeyecek bu insanlara ihtiyacımız var. PKK’ya ‘silah bırak’ çağrısı bir kere söylenilip susulacak bir olay değil..
Başbakan’ın Diyarbakır gezisinden sonra silahlar susmadı. Terörle Mücadele Yasası yeniden gündeme geldi. Girişiminiz sonuçta neye yaradı?
Bu soruyu biz de kendimize soruyoruz. Cevabı maalesef net değil. Girişimimizle insanların düşünmek bile istemediği bir sorunun tartışılır hale gelmesi önemlidir. Kürt sorununun hükümet tarafından kabul edilmesi, devlet tarafından ve geçmişte buna yönelik bazı hatalar işlendiğinin kabul edilmesi bir aşamadır.
Ama o hataların ne olduğu açıklanmadı.
Bu kadarını yapamadılar; ama bunun arkasından çeşitli vesilelerle, çeşitli çevrelerde ifade edilen görüşler bu boşluğu doldurdu. Bugün herkes net şekilde biliyor ki, işin bir terör tarafı bir de Kürt sorunu tarafı var. Bu ikisi birbirinden büsbütün bağımsız değil, birbirlerinin türevi halinde de değil. Kürt sorununun silahlı platformda yürütülmesinin nedenlerinin başında 12 Eylül döneminde Güneydoğu Anadolu’da yapılanlar geliyor. Bunu herkes biliyor. O dönemde bölgede görev almış yetkili subayların ‘cezaevinde bu süre içinde zulüm uygulanmamış olsaydı, PKK bu kadar güç kazanmış olmayacaktı’ diye açık ifadeleri var.
Peki ya Kürtlerin hataları? Ya sol grupların hataları? Onları da yüzleşmeye zorlamak gerekmiyor mu?
Kürt çevrelerle elbette temasa giriyoruz. Bizim arkamızdan daha bir hafta geçmeden 250 Kürt düşünür ve aydın bizim PKK’ya önkoşulsuz silah bırakma talebimize katılarak aslında bir özeleştiriyi Kürt gruplar adına yapmış oldular. Geçmişte sadece Kürt kesiminin değil, bazı sol fraksiyonların da bu silahlı eylemlerin başlaması konusunda cesaret verici tavırlar takındığını hepimiz biliyoruz. Türkiye’de zaten solun ve sol siyasetin geçmişi bir gayya kuyusu. Tabii sağ siyasetler ve devlet ne kadar hata etmişse, belki ondan daha fazlasını çeşitli sol gruplar yapmıştır.
Başbakan risk alarak bir adım attı. Kürtler bunun karşılığını tam vermediler. Halen gerilim var. Nasıl giderilebilir?
Bu gerilimin giderilmesi konusunda iki tarafa da işler düşüyor. Sayın Başbakan Kürt realitesinin kabul edilmesinin ardından soğukkanlılığa davet edecek çıkışları yeteri kadar yapmadı. Geçtiğimiz birkaç hafta içindeki tepkileri ve onların doğurduğu karşı tepkileri, linç girişimlerini düşünün. Bu etnik çatışmayı körükleyen davranışlar konusunda belki de Genelkurmay Başkanı’nın soğukkanlılığa davet eden tavrı kadar bile hükümet net bir tavır almadı. Bu, biraz siyasetçilerin kamuoyuna karşı çekingen davranmasından kaynaklanıyor olabilir.
Sizler şu anda hangi noktadasınız? Yeni bir eylem planınız var mı?
Resmi bir temsiliyetimiz yok. 150 insan adına konuştuğunuzda gerçekten bu 150 insanın talep ettiği her şeyi yapıyor musunuz ya da yaptığınız her şey bu 150 insanın talepleriyle örtüşüyor mu? Bu çekingenlik içindeyiz. Geçtiğimiz haftalarda bir toplantı yaptık. Ve bu imza atanların tamamını toplantıya çağırdık. 60 kişi geldi.
Geriye kalanlar artık birlikte yürümek istemiyor mu?
Tatil zamanına denk geldi. Birçok insan İstanbul’da değildi. Protesto edip ya da artık kendini grup içinde addetmeyerek gelmeyen olup olmadığını bilemeyiz, böyle bir mesaj bize ulaşmadı. Temsili inisiyatifin bundan sonra da atılabilecek adımlar konusunda; bildirinin özüne sadık kalmak kaydıyla, yani başka gündelik meselelere dalmadan PKK’nın eylemsizlik kararına ve bu koşul yerine getirildiği takdirde, hükümetin yapabileceği demokratik açılımlara yoğunlaşması konusunda bize yetki verilmiş durumda.
PKK lütfetmiş, 3 Ekim’e kadar uzatmış eylemsizliği!
Anlaşılan PKK, AB ile ilgili bir jest yapmak istiyor. Ben barış sürecini taksite bağlayan bu tavrı yapıcı bulmuyorum. Bir adım atılacaksa cesaretle atılmalı. Yoksa işin ciddiyeti kalmaz.
İlk verdikleri bir aylık süreyi de silahsız kullanmadılar zaten.
Kesinlikle kullanmadılar. Bu süre zaten barışa yönelik adımların atılması ve psikolojik atmosferin oluşması için yeterli bir süre değildi. Karakol baskınlarıyla falan, zaten bu eylemsizlik kararı bozulmuş durumda. Bu durumda bizim artık atabileceğimiz herhangi bir adım yok. PKK koşulsuz olarak siyaseti siyasetle yapma kararını deklare edip, bu eylemsizliği süresiz olarak sürdürmediği takdirde atılabilecek herhangi bir adımı ben düşünemiyorum. Artık yapacak bir şey olmadığı zaman İspanya’daki gibi şiddete karşı büyük kitlesel tavırlar ortaya koymak lazım.
Bir taraftan da Kürtlerle Türkler birbirini boğazlasınlar diye bir sürü yeni provokasyon hazırlanıyor. Böyle kitlesel bir gösteriye mutlaka kan bulaştırırlar.
Riskleri elbette var. Biz de onun endişesi içindeyiz. Ama sonuç olarak bir toplumun kendini ifade edebilme araçlarından biridir bu. Böyle bir miting, ancak büyük kitle örgütlerinin ve siyasi partilerin mutabakatı ile yapılabilecek bir şey. Şiddete karşı toplu bir tepki ifadesi bugünden yarına olabilecek bir şey değil; ama buna zorlayabilir koşullar. Çözümsüzlük halinin devam ettiğini düşünün. Başka çare kalmayabilir. Bunun hazırlığı içindeyiz. Ama henüz ete kemiğe bürünmüş bir program elimizde yok.
Apo gerçekten PKK’yı yönetiyor mu?
En iyi bilgi herhalde devletin sahip olduğu bilgidir. Çünkü Apo devletin elinde. Bugün reel durum şu: Abdullah Öcalan avukatlarıyla görüşemiyor. Ailesiyle görüşmekte güçlük çekiyor. Sonuç olarak Türk adaletine teslim olmuş bir insanın yasal hakkı neyse onların yerine getirilmesi lazım.
Apo’yu hâlâ PKK’nın lideri gibi görmeye ve biat etmeye devam ediyorlar ama...
Evet, çözüm için gösterilen adres Abdullah Öcalan. Onun barış konusunda bir işaret vermesinin bu işi çözeceğini açıkça yazıyorlar. Bunu isterseniz kabul etmeyin, bu bir realite gibi gözüküyor. Eğer öyleyse gerçekten, bu konuda bir şey yapılabilecekse bunu yapabilecek olan devlettir.
Yasal hakkını eylemleri yönetmek için kullanıyorsa oturduğu yerden suç işlemesine göz mü yumulsun?
Bunun karşılığı, avukatıyla görüşmeyi yasaklamak olamaz. Mesaj veriyorsa verecektir. Zaten mesele Öcalan’ın iki dudağının arasından çıkacak bir lafa bağlanmışsa bu, çok düşündürücüdür. Saddam Hüseyin’in bile yasal hakları var. Bu insan avukatıyla görüşebiliyor. Öcalan’ın da bu yasal haklarını yerine getirmek, bunun etnik bir çatışma bahanesi olarak kullanılmasına engel olmak lazım.
Nasıl çözülür bu mesele?
Birinci adımı atması gereken Kürt kesimidir. Sorunu Öcalan’ın cezaevindeki sorununa düğümlemek yanlıştır. Yasal eksiklik varsa bunun mücadelesi ayrı bir konudur. Kürt sorununu başından sonuna kadar Öcalan’ın affına bağlamak da son derece yanlış bir tavırdır.
Zana ve arkadaşları değil mi bu yanlışı yapanlar?
Bizimle görüşmelerinde bu barışçı inisiyatifin başarıya ulaşması için ellerinden geleni yapacaklarını ifade ediyorlar. Ama bu arada yanlış şeyler de söylüyorlar. Karadeniz Bölgesi’nde PKK’nın silahlı propaganda yaptığı konusundaki ifadeler bu arkadaşların ağzından çıktı. Bunlar son derece provokatif ifadelerdir, katılmak mümkün değildir. Biz bir çıkış yaptık. Bu iş tartışılmaya başlandı. Şimdi herkes çözüm konusunda da bizi sorguya çekiyor.
Ve bu attığınız adım nedeniyle iki tarafın da hedefi haline geldiniz.
Bu yüzden hareket kabiliyetimiz daha da sınırlanıyor. Bizi en çok PKK yandaşları “devlet aydını” gibi ifadelerle suçladı. Daha sonra PKK’yı muhatap aldığımızı söyleyen milliyetçi kesimden eleştiriler yağdı. Emekli General Hurşit Tolon’un bizi adeta Türk ordusuna ihanetle suçlayarak şikayet eden tavrı düşündürücüydü. Bunun yasal incelemesini avukatlar yapıyorlar. Bir suç söz konusu olup olmadığının değerlendirmesini yaptıktan sonra kendi hesabıma dava açmayı düşünüyorum. Dava açmak için iki aylık süre var.
Terörle Mücadele Yasası’ndaki değişiklik taslağını inceleyebildiniz mi?
Ayrıntılarını inceleyebilmiş değilim; ama çok endişe verici bazı gelişmeler olabileceği anlaşılıyor. Gerçi önceki 8. maddenin tekrar gelmeyeceği, OHAL’e ihtiyaç olmadığı konusunda Başbakan’ın ifadeleri var. Başbakan’ın ifadeleriyle Adalet Bakanı’nın tavırları arasında bir uyuşmazlık olduğu anlaşılıyor. Umarım demokrasiden taviz verilmeden bunların çözülmesi gerektiği konusundaki Başbakan’ın ifadesi, hükümetin arkasında durmaya devam edeceği bir ifade olarak sürer. Yasal çerçevenin terörle mücadeleye yetmediği görüşlerine katılmak kolay değil. Asıl terörü besleyen psikolojik havanın, atmosferin değişmesi lazım. Önemli olan bunun beslenmesini sağlayan gerekçeleri ortadan kaldırmaya çalışmak.
O gerekçeler ortadan kalkabilir mi?
Aksine inandığınız zaman da iş işten geçmiştir. Yapacak hiçbir şey yok deyip oturursunuz. Bu teslimiyet duygusu bize yakışmaz. Bütün mesele, Kürtlerin bu dışlanmışlık duygusunu ortadan kaldıracak uzun vadeli birtakım atılımların yapılması.
Somut olarak ne yapılırsa kendilerini dışlanmış hissetmezler?
Daha bundan birkaç yıl öncesine kadar bu insanlar kendi çocuklarına Kürtçe isim takmakta güçlük çekiyorlardı. Bugün bu, yasal olarak ortadan kalktığı halde fiilen devam ediyor. Yer isimleri devam ediyor. Hâlâ Kürt diye bir kimliğin olmadığını, gereksiz olduğunu ileri süren insanlar var.
İsimleri değiştirilen yerlere eski adlarının iadesi gerçekçi bir talep mi?
O yörede yaşayanlar hâlâ bir köye kendi aralarında eski adıyla hitap ediyorlarsa bu, düzeltilmeye muhtaç bir durumdur. Böyle ayrımcı bir talebin sahibi biz değiliz. Ama bunlar düşünülmesi gereken şeylerdir. Beş milyonluk Norveç’te 100 bin civarında Lapon yaşar. Bunların dilleri, kültürleri ayrıdır. Bunlar bile Norveç televizyonunda o dilde yayın yapma, okullarda da eğitim hakkına sahipler.
Kürtçeye de bu olanakların verilmesinden mi yanasınız?
Tabii bunlar bugün için gerçekleşmesi mümkün olmayan talepler. Eğitim konusunda tabii bir ülkenin resmi dili vardır, o ayrı mesele. Ama, Başbakan’a da söyledim, Diyarbakır’da Kürdoloji Enstitüsü açılmaması için bir neden görmüyorum. Kürt toplumunun rahatsız olduğu konularda açık bir gerilim yaratmadan tartışılabilecek ortamların oluşması lazım. Bir Kürt konferansı toplanabilir mesela. Bu yüzde 10 barajı kaldığı sürece Kürt siyasetinin parlamenter düzen içinde temsili pratik olarak mümkün değil.
Kürtlerin Parlamento’da etnik temelli bir Kürt partisi olarak temsili başka sorunlar yaratmaz mı?
Bu, büyütülecek bir şey değil. Baraj makul bir seviyeye indirilir ve Kürtlerin yoğunlukta olduğu bir parti, parlamenter temsiliyet kazanırsa mesele halledilmiş olur. Adına Kürt partisi demek ve etnik temsiliyetten söz etmek gerekmiyor.
Neden Kürtler kendi içlerinden Apo’ya alternatif bir önderi çıkartamıyorlar?
Bu, son derece önemli bir sorun. Tabii ki siyasi yapılanma konusunda çeşitli demokratik alternatiflerin bulunması bu sorunun çözümü konusunda kolaylaştırıcı olabilirdi. Böyle teşebbüsler yok değil; ama sonuçta tuhaf bir şekilde dönüp dolaşıp Öcalan’ın içinde bulunduğu koşullar biraz belirleyici oluyor.
Leyla Zana hapisten çıktığı zaman büyük beklentiler vardı...
Onların daha bağımsız bir siyasi yapılanma gerçekleştirebileceği beklentileri gerçekleşmedi. 30-40 bin insanın ölümüne mal olan bir savaşın birinci dereceden aktörü cezaevinde yatıyor. Çözümü bu insan üzerinden beklemek ya da meseleyi onun affına düğümlemek son derece gerçek dışı bir tavır. Kürtlerin bu kişinin muhatap alınmasındaki ısrarı, bütün yolları tıkıyor.
Söyleşi: Nuriye Akman
Kaynak: