Son zamanlarda özel televizyonları gelin-kaynana yarışmaları ve televizyon dizileri işgal etti. Nedim Hazar'a göre bu durum insanların yaşamlarını alt üst etti.
Abone olM. Nedim HAZAR, isimli yazısında gelin ve kaynanalardan oluşan yarışmalara, televizyon dizilerine ve reyting uğruna hayatın aptal kutusu diye tabir edilen televizyona sıkıştırılmasını, ele aldı.
Bu nasıl bir kendinden geçmişliktir? Ne menem bir reytingperestliktir anlayabilmiş değilim. Günü ikiye böldük tamamen.
Gündüz saatleri aile mahremiyetlerinin ortaya saçıldığı, ülkenin yarısının gelin, kalan yarısının da kaynana-damatçılık oynadığı bir ülke oldu Türkiye. Geceleri de futbol cinneti ile dizi kirliliği arasında sıkışıp kalıyoruz. Günleri dizilere göre isimlendirmeye başladık artık. Falanca gün Bir İstanbul Masalı’nın günü, filanca gün ise Kurtlar Vadisi’nin! El attığı her şeyde ayarı kaçıran güzel ülkem, televizyon yayıncılığının da çivisini söktü, işi şirazesinden çıkardı. Her kanalın bir mahalle dedikodusu prototipinde programı var artık. Önüne ve ardına birer gelinli-kaynanalı program ekleştirip, üzerine bir miktar sitcom, bolca da yerli dizi ekleyince oluyor Türk tipi televizyonculuk.
RTÜK’çü beyefendiler hiç kusura bakmasınlar ama böylesi bir kurulun işi gücü oturup ‘hangi kanalda logo çıktı bin tepesine, kim gizli reklam yaptı bas cezayı’ olmamalı.
Geçtiğimiz gün bir kanalımızda başrolünü Robert DeNiro’nun oynadığı 15 Dakika isimli film gösterildi. John Herzfeld’in yazıp yönettiği filmde Amerikan medyasının ülkedeki şiddet ve suç oranına yaptığı gönüllü katkı anlatılıyordu. Filmin en meşhur sloganı şuydu: “Cinayetler devam edecek; siz izlemeye devam ettikçe!” DeNiro’nun, medyatik olmayı pek seven bir polis dedektifini canlandırdığı filmde, en çarpıcı karakterlerden birisi “15 Dakika” isimli bir reality-show yapan televizyoncuydu. Adamın söylediği replik de hiç yabancı değil. Hani bizim spor spikerleri, bazı haberleri ‘sahalarımızda görmek istemediğimiz hareketler’ dedikten sonra ballandıra ballandıra gösterirler ya! İşte bu adam da böylesi bir mantık işletiyordu. En acımasız, vahşi cinayeti ‘İnanmak güç ama izleyin’ spotuyla halka izletiyordu. Tıpkı Katil Doğanlar’ın vahşi televizyoncusu gibi!
Medyanın kullana kullana artık maymunlaştırmaya başladığı karakterlerin bir süre sonra ne tür bir canavara dönüştüğünü görmek için zavallı Caner’e bakmak lazım. Titreyen dudakları, her an patlayacak olan öfkesiyle sinir krizinin eşiğindeki kurbanlar şablonuna ‘cuk’ oturuyor. Titrek sesi, geçirdiği travmatik nöbet sonrası dilini dişinin arasına sıkıştırıp kendisine en yakın kırılgan nesneyi alıp başına vurması televizyonun ilgi alanına değil, psikoloji biliminin ilgi alanına girmeli. Ancak Caner bir konuda feci yanılıyor. Evet kesinlikle kendisi medya maymunu yapıldı, duygularıyla oynandı ve psikolojisi bozuldu. Ancak bunu yapan bir başka kurban olan zavallı Tülin değil. Bunu anlaması lazım artık. Televizyona çıktıkça izlenecek, izlendikçe televizyon ondan daha uç bir hareket bekleyecek ve bu sarmal giderek derinleşecektir.
Şüphesiz tek suçu televizyonlara atıp, sıyrılmak çabasında değilim. Ancak, eğitim sisteminin durumu içler acısı, siyasi ahlakı yerlerde sürünen, ekonomik ve sosyal dengeleri altüst olmuş bir toplumdan sağlıklı bir izleyici kitlesinin reflekslerini beklemek hayalcilik olacaktır.
Ancak, ‘halk bunu istiyor’ mantığına saplanmak da büyük bir vicdansızlık ve vurdumduymazlıktır. Sabahtan akşama kadar mutsuz ailelerin karınlarını yarıp, yaşanan acıları, pislikleri ekrana boca edenlerin kendi yaşamlarını görmezden gelerek, başkalarının yaşamları üzerine reyting bina etmeleri için söylenebilecek en basit cümle olsa gerek vicdansızlık!
Görüyorsunuz işte, torunu yaşındaki kızları lanse etmek adına ortaya zıplayan yaşlı yazarları, kızı yaşındaki mankenleri çorap değiştirir gibi değiştiren sunucuları, kendisinden kaç yaş küçük çocukları sanatçı adıyla ortaya süren yapımcıları! Bu sağlıksız yapılanma, çarpık sistem şüphesiz kabahatin büyük bölümünü üstlenmek durumunda. Deşildiğinde kapkaçın da, hırsızlığın, arsızlığın da temelinde bu dinamitlerin yattığını göreceksiniz.
Görmesine göreceksiniz; ama bir şekilde de bu kirli illüzyon devam ediyor ne yazık ki. Hem de dibi olmayan, derine, daha batağa çekiliyor yayıncılık. Bulaştığı her katmanı kirleterek üstelik... Dün adı Televole’ydi. Bugün gelin-kaynana, prens-prenses, yarın spor bilmem ne olarak hem de!
İşin en acı, moral bozucu kısmı ise ufukta bir aydınlık, bir ışığın görünmemesi. Her geçen gün yeni Caner’lerin, Tülin’lerin, Sinem’lerin, Ata’ların ve Semra Hanım’ların türemesi. Dibe vuruş ne zaman yaşanacak, bıçak kemiğe ne zaman dayanacak bilemiyoruz.
Acı ama durum böyle!
YAZI:M.Nedim HAZAR
ZAMAN