BIST 9.550
DOLAR 34,54
EURO 36,01
ALTIN 3.005,46

Tecavüz suç ve günah sayılmamalı!!..

Ne o? Yazının başlığını okuyup "Bu sapıkça öneri de neyin nesi?" diye kızdınız mı yoksa?

Ne o? Yazının başlığını okuyup "Bu sapıkça öneri de neyin nesi?" diye kızdınız mı yoksa?

Buna hakkınız var.

Lakin, bu fikrimin haklı gerekçesini yazının sonunda göreceksiniz. Ancak ondan önce size anlatacağım daha önemli şeyler var.

Okumaya hazırsanız, başlayalım.

Geçtiğimiz hafta, Peygamberler ve nebiler diyarı Kudüs'teydim. Yalnız değildim. 50 kişilik kafilenin içinde Kanal A Genel Yayın Yönetmeni Alper Tan başta olmak üzere Sadık Yalsızuçanlar, Celal Kazdağlı da bulunuyordu. A Politik ekibinden ise Mehmet Toprak ve Savcı Sayan vardı.

İsrail askerlerinin postallarıyla Mescid-i Aksa'ya girmesinden sonra bizim için bu ziyaret, mukaddes bir görev halini almıştı. Sabahın dokuz buçuğunda İsrail'in kontrolündeki Tel Aviv Havalimanına indik.

Orada ilk şahit olduğum olay bir müslüman ve Türk olarak beni derinden etkiledi. Bizim mukaddes olarak gördüğümüz vazifeye karşı, İsrailli görevlilerin duydukları tiksinti yüzlerinden okunuyordu. "Türkiye Cumhuriyeti" pasaportuna bakışlarından, bize yönelik hitap şekillerine varıncaya kadar her halleriyle, "Sizin burada turist olarak bulunmanız bile bizi huzursuz ve rahatsız ediyor" der gibiydiler.

Havaalanında iki saatlik beklemenin artından bizi bekleyen otobüse bindik...

Her an yeni bir katliam yapmak için durum almış askerlerin bulunduğu kontrol noktalarından geçerken yaşanan tedirginliği ve Filistinlilere ait yakılıp yıkılmış evlerinin arasından geçerken yaşanan tarifsiz acıyı ancak oraya gidenler bilir.

Kudüs bizi muazzam bir yağmurla karşıladı.

Selam verdikten sonra bizim Türk olduğumuzu öğrenen Kudüslülerin sevinçleri göz bebeklerinden belli oluyordu. "Türkiye 'den geliyorum" demek, bir şarkı gibi tatlı geliyor onlara. "Burada son 15 yılın en yoğun yağmuru yağıyor. Türkler rahmet ve bereketi de kendisiyle beraber getirdi" diye yorum yapanların sevgi bakışları arasında Allah'ın dokunulmaz kıldığı Mescid-i Aksa'ya ulaştık.

124 bin peygamberin saf saf dizildiği, Hazreti Muhammed'in Mirac'a yükseldiği Mescid-i Aksa... Ve hemen yanı başında altın sarısı kubbesiyle nur gibi parlayan Kubbet-üs Sahra...

Kendisini çevreleyen sur gibi duvarlardan içeri girmek hiç kolay değil. Çünkü tüm kapılarında silahlı İsrail askerleri nöbet tutuyor. Giriş izni onların iki dudaklarının arasında...

Uzatmayayım...

Yağmurun bir saniye bile durmadığı iki gün içinde Kudüs başta olmak üzere pek çok kutsal mekanı ziyaret etme şansı bulduk.

Binlerce insan, binlerce suret gördük. Gözlerinin arkasında sanki bir gazap kaynıyor. Bazı yüzler acı ama sönmeyen bir umutla gülüyor, bazı yüzler yılların yankılanan feryadıyla çığlık atıyor.

Bir an olsun kendinizi onların yerine koysanıza...

Bulunduğunuz şehirden çıkmak için de, evinize geri dönmek için de İsrail askerlerinin izin vermesi gerekiyor. Ülkenizdeki bütün kutsal mekanlara ve camilere ancak onların izni olursa girebiliyorsunuz.

Tarlanızı onlar izin verirse ekebiliyor, bağınızla bahçenizle onlar olur verirse ilgilenebiliyorsunuz. Canınızı, malınızı ve kutsallarınızı koruduğunuzda utanç duvarının öte tarafına sürgün ediliyorsunuz. Eviniz ya bir Yahudi yerleşimciye veriliyor ya da yıkılıyor!

Mescid-i Aksa'ya yapılan saldırıya karşı direndiniz mi?  "İdari sorgulama" adı verilen bir kanun nedeniyle hapse atılıyor ve 10 yıla kadar zindanlarda çürüyorsunuz.

Onlar istediğinde camilerinizin yarısını kiliseye çeviriyor, onlar verdiğinde minarelerinizden ezan sesleri yükseliyor.

Nasıl?

Anlattıklarım yaşanan zulmün binde biri olmasına rağmen içiniz karardı değil mi? Ama Filistindekiler bu vahşete karşı ne yapıyor biliyor musunuz? Gelen her zulüm dalgası onları biraz daha dirençli kılıyor. Hemen hepsi, kendilerinden önce binlerce kadının, çocuğun ve adamın yaptığını yapıyor.

Yani ölüme seve seve yürüyor!

Her bir ferdin ağzından çıkan "Bugün ve bugünden sonra gelecek tüm gecelerde hayatım ve onurum Filistin'e feda olsun" yeminleri arşa yükseliyor.

Onlar Yahudinin zulmüne değil, Müslüman ülkelerin teneşir uykusundaymış gibi sessiz kalmasına ağlıyor.

Ben de onların rüyalarını ve hayallerini gördüm.

O hayali Kudüs'ün imamı Şeyh Abdulkadir kulaklarımıza şu sözlerle fısıldadı:

"Biz Türk'üz, sizler Filistinlisiniz. Filistin Türkiye'nin küçük kardeşidir. Türkiye Filistin'in ağabeyidir. Biz burada misafiriz. Buranın gerçek sahipleri sizlersiniz. Buraya misafir olarak geldiğiniz günleri görmek bile bize büyük cesaret veriyor. Allah'ın izniyle sizler bir gün fetihler yapmak üzere buraya geleceksiniz. Bilinki bizi ayakta tutan ve direnmeye zorlayan tek umudumuz bu!"

Eller her Namaz vaktinde bunun için semaya açılıyor, "amin" sesleri bu dua kabul olsun diye arşı titretiyor.

Dünyanın diğer sözde müslüman ülkeleri İsrail'in katliamları karşısında taraf tutmamaya yemin etmiş olsa da onların  sönmesine asla izin vermedikleri bir tek umutları var.

O umudun adı Türkiye...

Yazının başında da dedim ya... Havaalanı görevlisinden askerine, kadınından erkeğine varıncaya kadar herkes, Filistin'e gitmek isteyen Türkler'e nefretle bakıyor.

Çünkü bir Türk'ün Filistin'e turist olarak gitmesi bile onları tedirgin ediyor.

Hatta korkutuyor.

Geçtiğimiz cuma günü Savcı Sayan A Politik programında üniversitelere, "Bu yıl Filistin'e Türkiye'den giden insan sayısı toplamda 10 bin rakamını bile bulmamış. Kudüs'e turlar düzenleyin, yarın çok geç olmadan ve iş işten geçmeden öğrencilerizi oralara gönderin" diye çok anlamlı bir çağrıda bulundu.

Ben de bu çağrıya katılıyorum.

Özellikle üniversitelere, belediyelere ve bakanlıklara ve hatta bu ülkenin her bir ferdine yalvararak sesleniyorum.

Yanıbışımızda müslüman bir ülke küle ve kemiğe dönüşmek üzere.  Oradaki insanların bolca sahip oldukları tek şey acı... Dindirmeyi başaramadığımız bu acıya ortak olmak gibi insani bir görevimiz var.

Ne olur...

Gelin en azından bu yıl büyük sanatçıların konserleri için, şatafatlı organizasyonlar için harcadığınız dev bütçeleri Filistin'e gitmek isteyen gönüllüler için harcayın. 2015 yılını "Filistin'i ziyaret" yılı ilan etseniz ne olur?

Ve bizler.

Her saldırı sonrası "Yeter artık" diyerek İsrail'e lanet okuyan, "Cola içmeyip İsrail'i protesto edelim" diyerek vicdanımızı susturmaya çalışan bizler.

Bir süreliğine bayat ekmek yesek, daha ucuz sigara içsek, soframızda 3 yerine bir çeşit yemek bulundursak ne olur? Ege ve Akdeniz kumsallarında bir yıl bronzlaşmasak neyimiz eksilir?

Sizin insanlarınız yanıbaşınızda öldürülüyor. "Allah'ım sana havale ediyorum" demekten başka yapacak şeyler var, farkında mısınız?

*****

Yazının başlığını, "Tecavüz suç ve günah sayılmamalı" koydum. Dünyanın gözü önünde müslüman bir ülkenin tüm haklarına tecevüz ediliyor. Ve bu ne suç, ne de günah sayılıyor. Hal böyleyken Filistin'den gelen vahşet haberleri artık dikkatimizi bile çekmiyor. En azından böyle bir başlıkla dikkatinizi yeniden bu meseleye çekmek istedim.

Hepinizden binlerce kez özür dilerim!