Tecavüz suç ve günah sayılmamalı!!..
Ne o? Yazının başlığını okuyup "Bu sapıkça öneri de neyin nesi?" diye kızdınız mı yoksa?
Ne o? Yazının başlığını okuyup "Bu sapıkça öneri de
neyin nesi?" diye kızdınız mı yoksa?
Buna hakkınız var.
Lakin, bu fikrimin haklı gerekçesini yazının sonunda göreceksiniz.
Ancak ondan önce size anlatacağım daha önemli şeyler var.
Okumaya hazırsanız, başlayalım.
Geçtiğimiz hafta, Peygamberler ve nebiler diyarı Kudüs'teydim.
Yalnız değildim. 50 kişilik kafilenin içinde Kanal A Genel Yayın
Yönetmeni Alper Tan başta olmak üzere Sadık Yalsızuçanlar, Celal
Kazdağlı da bulunuyordu. A Politik ekibinden ise Mehmet Toprak ve
Savcı Sayan vardı.
İsrail askerlerinin postallarıyla Mescid-i Aksa'ya girmesinden
sonra bizim için bu ziyaret, mukaddes bir görev halini almıştı.
Sabahın dokuz buçuğunda İsrail'in kontrolündeki Tel Aviv
Havalimanına indik.
Orada ilk şahit olduğum olay bir müslüman ve Türk olarak beni
derinden etkiledi. Bizim mukaddes olarak gördüğümüz vazifeye karşı,
İsrailli görevlilerin duydukları tiksinti yüzlerinden okunuyordu.
"Türkiye Cumhuriyeti" pasaportuna bakışlarından,
bize yönelik hitap şekillerine varıncaya kadar her halleriyle,
"Sizin burada turist olarak bulunmanız bile bizi huzursuz
ve rahatsız ediyor" der gibiydiler.
Havaalanında iki saatlik beklemenin artından bizi bekleyen otobüse
bindik...
Her an yeni bir katliam yapmak için durum almış askerlerin
bulunduğu kontrol noktalarından geçerken yaşanan tedirginliği ve
Filistinlilere ait yakılıp yıkılmış evlerinin arasından geçerken
yaşanan tarifsiz acıyı ancak oraya gidenler bilir.
Kudüs bizi muazzam bir yağmurla karşıladı.
Selam verdikten sonra bizim Türk olduğumuzu öğrenen Kudüslülerin
sevinçleri göz bebeklerinden belli oluyordu. "Türkiye 'den
geliyorum" demek, bir şarkı gibi tatlı geliyor onlara.
"Burada son 15 yılın en yoğun yağmuru yağıyor. Türkler
rahmet ve bereketi de kendisiyle beraber getirdi" diye
yorum yapanların sevgi bakışları arasında Allah'ın dokunulmaz
kıldığı Mescid-i Aksa'ya ulaştık.
124 bin peygamberin saf saf dizildiği, Hazreti Muhammed'in Mirac'a
yükseldiği Mescid-i Aksa... Ve hemen yanı başında altın sarısı
kubbesiyle nur gibi parlayan Kubbet-üs Sahra...
Kendisini çevreleyen sur gibi duvarlardan içeri girmek hiç kolay
değil. Çünkü tüm kapılarında silahlı İsrail askerleri nöbet
tutuyor. Giriş izni onların iki dudaklarının arasında...
Uzatmayayım...
Yağmurun bir saniye bile durmadığı iki gün içinde Kudüs başta olmak
üzere pek çok kutsal mekanı ziyaret etme şansı bulduk.
Binlerce insan, binlerce suret gördük. Gözlerinin arkasında sanki
bir gazap kaynıyor. Bazı yüzler acı ama sönmeyen bir umutla
gülüyor, bazı yüzler yılların yankılanan feryadıyla çığlık
atıyor.
Bir an olsun kendinizi onların yerine koysanıza...
Bulunduğunuz şehirden çıkmak için de, evinize geri dönmek için de
İsrail askerlerinin izin vermesi gerekiyor. Ülkenizdeki bütün
kutsal mekanlara ve camilere ancak onların izni olursa
girebiliyorsunuz.
Tarlanızı onlar izin verirse ekebiliyor, bağınızla bahçenizle onlar
olur verirse ilgilenebiliyorsunuz. Canınızı, malınızı ve
kutsallarınızı koruduğunuzda utanç duvarının öte tarafına sürgün
ediliyorsunuz. Eviniz ya bir Yahudi yerleşimciye veriliyor ya da
yıkılıyor!
Mescid-i Aksa'ya yapılan saldırıya karşı direndiniz mi?
"İdari sorgulama" adı verilen bir kanun nedeniyle
hapse atılıyor ve 10 yıla kadar zindanlarda çürüyorsunuz.
Onlar istediğinde camilerinizin yarısını kiliseye çeviriyor, onlar
verdiğinde minarelerinizden ezan sesleri yükseliyor.
Nasıl?
Anlattıklarım yaşanan zulmün binde biri olmasına rağmen içiniz
karardı değil mi? Ama Filistindekiler bu vahşete karşı ne yapıyor
biliyor musunuz? Gelen her zulüm dalgası onları biraz daha dirençli
kılıyor. Hemen hepsi, kendilerinden önce binlerce kadının, çocuğun
ve adamın yaptığını yapıyor.
Yani ölüme seve seve yürüyor!
Her bir ferdin ağzından çıkan "Bugün ve bugünden sonra
gelecek tüm gecelerde hayatım ve onurum Filistin'e feda
olsun" yeminleri arşa yükseliyor.
Onlar Yahudinin zulmüne değil, Müslüman ülkelerin teneşir
uykusundaymış gibi sessiz kalmasına ağlıyor.
Ben de onların rüyalarını ve hayallerini gördüm.
O hayali Kudüs'ün imamı Şeyh Abdulkadir kulaklarımıza şu sözlerle
fısıldadı:
"Biz Türk'üz, sizler Filistinlisiniz. Filistin Türkiye'nin
küçük kardeşidir. Türkiye Filistin'in ağabeyidir. Biz burada
misafiriz. Buranın gerçek sahipleri sizlersiniz. Buraya misafir
olarak geldiğiniz günleri görmek bile bize büyük cesaret veriyor.
Allah'ın izniyle sizler bir gün fetihler yapmak üzere buraya
geleceksiniz. Bilinki bizi ayakta tutan ve direnmeye zorlayan tek
umudumuz bu!"
Eller her Namaz vaktinde bunun için semaya açılıyor,
"amin" sesleri bu dua kabul olsun diye arşı
titretiyor.
Dünyanın diğer sözde müslüman ülkeleri İsrail'in katliamları
karşısında taraf tutmamaya yemin etmiş olsa da onların
sönmesine asla izin vermedikleri bir tek umutları var.
O umudun adı Türkiye...
Yazının başında da dedim ya... Havaalanı görevlisinden askerine,
kadınından erkeğine varıncaya kadar herkes, Filistin'e gitmek
isteyen Türkler'e nefretle bakıyor.
Çünkü bir Türk'ün Filistin'e turist olarak gitmesi bile onları
tedirgin ediyor.
Hatta korkutuyor.
Geçtiğimiz cuma günü Savcı Sayan A Politik programında
üniversitelere, "Bu yıl Filistin'e Türkiye'den giden insan
sayısı toplamda 10 bin rakamını bile bulmamış. Kudüs'e turlar
düzenleyin, yarın çok geç olmadan ve iş işten geçmeden
öğrencilerizi oralara gönderin" diye çok anlamlı bir
çağrıda bulundu.
Ben de bu çağrıya katılıyorum.
Özellikle üniversitelere, belediyelere ve bakanlıklara ve hatta bu
ülkenin her bir ferdine yalvararak sesleniyorum.
Yanıbışımızda müslüman bir ülke küle ve kemiğe dönüşmek
üzere. Oradaki insanların bolca sahip oldukları tek şey
acı... Dindirmeyi başaramadığımız bu acıya ortak olmak gibi insani
bir görevimiz var.
Ne olur...
Gelin en azından bu yıl büyük sanatçıların konserleri için,
şatafatlı organizasyonlar için harcadığınız dev bütçeleri
Filistin'e gitmek isteyen gönüllüler için harcayın. 2015 yılını
"Filistin'i ziyaret" yılı ilan etseniz ne
olur?
Ve bizler.
Her saldırı sonrası "Yeter artık" diyerek İsrail'e
lanet okuyan, "Cola içmeyip İsrail'i protesto
edelim" diyerek vicdanımızı susturmaya çalışan bizler.
Bir süreliğine bayat ekmek yesek, daha ucuz sigara içsek,
soframızda 3 yerine bir çeşit yemek bulundursak ne olur? Ege ve
Akdeniz kumsallarında bir yıl bronzlaşmasak neyimiz eksilir?
Sizin insanlarınız yanıbaşınızda öldürülüyor. "Allah'ım
sana havale ediyorum" demekten başka yapacak şeyler var,
farkında mısınız?
*****
Yazının başlığını, "Tecavüz suç ve günah
sayılmamalı" koydum. Dünyanın gözü önünde müslüman bir
ülkenin tüm haklarına tecevüz ediliyor. Ve bu ne suç, ne de günah
sayılıyor. Hal böyleyken Filistin'den gelen vahşet haberleri artık
dikkatimizi bile çekmiyor. En azından böyle bir başlıkla
dikkatinizi yeniden bu meseleye çekmek istedim.
Hepinizden binlerce kez özür dilerim!