Tebdil-i Kıyafet bir hukukla; Bodrumdayız
Başbakan'ın "Tebdil-i kıyafet"le gerçekleştirdiği tekne turu neticesinde, turistik sahil kentlerimizdeki önü alınmaz yapılaşmanın denetim ve kontrol altına alınacağı birkaç gündür yetkililerce ifade edilmekte…
Türkiye'nin önemli birçok yapısal sorunu gibi, bu sorunun da teşhisi ve çözümünün bizzat başbakanın meseleyi fark etmesi ve tepki göstermesi sonucunda gündeme geldiğini bir kez daha görmüş olduk.
Bu gelişme, (mevcut işleyişin mevzuata uygun olduğu pişkince söylense de…) durumun hukuki ve insani anlamda tam bir facia olmasına rağmen hiçbir yetkili makamın şu veya bu sebeple harekete geçmemiş oluşunu adeta gözümüze sokmuş oldu.
Yerel makamların güçsüzlüğü, bakanların siyasi risk üstlenmek konusundaki isteksizliği, bürokratların pasifliği veya var olan rant mekanizmalarının karşı konulmaz dişlileri... Gerekçe ne olursa olsun ortada yasal, yargısal ve idari yollarla oluşturulmuş bir işleyiş ile bu işleyişi açıklayan, gerekçelendiren ve meşrulaştıran bir mevzuat bütünü var.
Sahil kentlerinde bu yapının ortaya çıkardığı içler acısı tabloya isyan etmek için ise mevzuat bilgisine değil, biraz vicdan, izan ve ahlaka az da olsa sahip olmak yeterli.
Bürokrasi ve turizm camiası, toplum ilgili çarpıklıklardan şikâyet ederken sessizliğe bürünüp hukuku hiçe sayarken; söz konusu halkın içinden çıkan Başbakan olduğunda ise bu sessizlikleri bin bir türlü telaşa dönüştürüyor.
Mevzuat karşısındaki bu bilgisizlik, sıradan halkın isyanı söz konusu olduğunda karşılarına bir duvar olarak dikiliyor.
Böylece “bilginin iktidarı”, söylem düzeyinde vicdani bir isyanı bastıracak denli güçlü, karmaşık ve kendi içine kapalı bir ifade olarak sadece başbakanın "konuya ilişkin açıklaması" ile kendini göstermiş oluyor.
Kıyı şeridindeki kusurlar ne de olsa “sıradan insanların” asla anlayamayacağı, dolayısıyla burunlarını sokmamaları gereken, kendilerinden “çoook” yüksek katmanlarda gerçekleşen siyasi, ekonomik ve hukuki ilişkiler...
Bu söylem gücü sayesinde de, "kamu yararı" kavramının muğlaklığı arkasına saklanılarak rant mekanizmasının ve doğasının sınırsız tahribatına hizmet ediliyor.
İlgili tartışmalar içerisinde yıllardır kamuoyunun tepkisi görmezden gelinirken, başbakanın ise tıpkı içinden çıktığı halk gibi mevzuat karşısındaki bilgisizliğine rağmen yaptığı doğal - vicdani çıkışlar, onun isyanını var olan hukuki ve fiili durumu alt üst eden bir reaksiyona dönüştürüyor.
Belki de başbakanın ağzından çıkan her sözün hukuk doğurması, onun var olan mevzuat duvarının dışında ve üstünde olmasının sonucu olarak okunabilir.
Tam tersine bizlerin sesi ise,
bu duvarın altında bir yerlerde yankılandığının ve görülmediğinin bir işareti olarak görülebilir.
Yani vatandaş istediğinde var olmayan hukuk, başbakan için biranda görünür hale getiriliyor.
Bu sebeple de;
hukuk devleti denilen şey her ne ise, sanırım bundan farklı bir şeyler yaşıyoruz.
Peki tüm bunların sonucunda şimdi,
Başbakan'a kıyı şeridinde yaşananları fark etti diye şükranlarımızı mı sunmalıyız?
Yoksa mevzuatın ve bürokrasinin dilsiz, sağır ve kör olmasının sonucu olarak sadece başbakana güdümlenmiş ve bu nedenle halkı görmezden gelen bu yapıya bir tepki mi koymalıyız?