BIST 9.673
DOLAR 35,27
EURO 36,71
ALTIN 2.967,48
HABER /  GÜNCEL

Tartışılan kurum 22 yaşında

2547 sayılı yasa ile Prof Dr. İhsan Doğramacı'nın başkanlığında kurulan YÖK 22 yıldır sürekli tartışmanın merkezinde.

Abone ol

YÖK, 6 Kasım 1981 yılında kuruldu. 2547 sayılı yasa ile Prof. Dr. İhsan Doğramacı'nın başkanlığında kurulan YÖK, 22 yıl boyunca hep sürekli tartışmaların merkezi oldu. YÖK bugün de yine hükümetle sürtüşme ve kavga halinde kuruluş yıldönümünü kutlayacak. YÖK'ÜN TARİHİ Türkiye'de ilk üniversitenin tarihi, 1924 yılında İstanbul Darülfünun ile başlıyor. Darülfünun, Mustafa Kemal Atatürk'ün İsviçre'den çağırdığı Prof. A. Malche'nin hazırladığı rapor doğrultusunda kapatılarak, yerine 1933 yılında İstanbul Üniversitesi kuruldu. Demokrasiye geçişle birlikte 1946 yılında yeni bir üniversite yasası çıktı ve üniversitelere 'bilimsel ve yönetsel' özgürlük verildi. 1946 Üniversiteler Kanunu 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesi ile değişti ve üniversite özerkliği ilk darbesini yemiş oldu. Darbe sonrası çıkan 1961 Anayasası üniversite özerkliğini tekrar güvence altına alsa da 1960'lı yılların sonunda baş gösteren öğrenci olayları ve arkasından gelen 12 Mart 1971 darbesi yeniden üniversiteler üzerinde etkili oldu. 1973 yılında çıkarılan 1750 sayılı üniversiteler kanunuyla YÖK kuruldu, ancak Anayasa Mahkemesi bu kurumu kaldırdı. Bu dönemde üniversitelerin hepsi kendi aralarında ayrı ayrı kanunlara tabiydiler. 12 Eylül askeri müdahalesinden sonra ortaya çıkan ihtiyaç ve boşluklar gerekçesi ile MGK, 6 Kasım 1981'de YÖK Kanunu olarak bilinen 2547 sayılı yasayı çıkardı. Böylece, 22 yıldan bu yana her zaman tartışma konusu yapılan YÖK dönemi başlamış oldu. YÖK'ÜN İLK BAŞKANI DOĞRAMACI YÖK'ün ilk başkanı, üniversitelere çeki düzen vermek amacıyla o dönemde yurtdışında bulunan (Paris) ve Türkiye'ye çağırılan Prof. Dr. İhsan Doğramacı oldu. 1933'teki büyük üniversite reformundan sonra 1981 yılında gerçekleşen en kapsamlı reform niteliğindeki Yükseköğretim Kanunu ile Türkiye'de, yükseköğretim, akademik, kurumsal ve idari yönden önemli bir yeniden yapılanma sürecine girdi. Söz konusu kanun hükümleri ve T.C. Anayasası'nın 130 ve 131'nci maddeleriyle kendisine verilen görev ve yetkiler çerçevesinde özerkliğe ve kamu tüzel kişiliğine sahip bir kuruluş olan Yükseköğretim Kurulu, tüm yükseköğretimden sorumlu tek kuruluş haline geldi. YÖK'DE DOĞRAMACI DÖNEMİNİN SONA ERMESİ Doğramacı 1981'den 1992 yılına kadar tam 11 yıl YÖK'ün başında kaldı. Doğramacı döneminde YÖK sürekli eleştirildi ve protestolara sahne oldu. Öğrenciler YÖK'e karşı eylemler yaptı. Başörtüsü olayları ilk kez bu dönemde başladı ve üniversitede 'türban' kavramını ilk kez yerleştiren kişi Doğramacı oldu. Doğramacı'nın getirdiği bu kavram ile birlikte Turgut Özal'ın gayretleri ile çıkan kanunla birlikte üniversitelerde kılık kıyafet serbest hale geldi. Doğramacı döneminde YÖK yasasında çok sayıda değişiklikler oldu. Bu değişiklikler Doğramacı'nın YÖK başkanlığından ayrılmasına neden oldu. Doğramacı, başkanlıktan ayrılışını ve yapılan değişiklikler konusunda bir tanesini kitabında kaleme şöyle alıyor: "7 Temmuz 1992 tarihli kanun rektörlerin görevlendirilme sistemini değiştirdi. Böylece rektör adaylarının üniversitelerin tüm öğretim üyelerince belirlenmesinin yaratacağı sürtüşme, kırgınlık ve huzursuzluğun, üniversiteyi yıllar sonra kendinden bekleneni yapamaz duruma getireceği endişem nedeniyle 10.07.1992 tarihinde cumhurbaşkanının görevde kalmam konusundaki bütün ısrarlara rağmen YÖK başkanlığı ve üyeliği görevinden istifa ettim". YÖK'te Doğramacı dönemi 1992 yılında sona ererken, Sağlam dönemi başladı. Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Sağlam, YÖK başkanlığına atandı. Bu dönemde de bilinen tepkiler vardı. Ancak üniversitelerin ve öğretim üyelerinin talepleri doğrultusunda gittikçe iyiye doğru da bir rüzgar vardı. Ancak Sağlam dönemi, Sağlam'ın siyasete girmesiyle birlikte 1995 yılında başkanlığa KTÜ Rektörü Prof. Dr. Kemal Gürüz atandı. Gürüz ile birlikte YÖK, yeni ufuklara yelken açan bir kurum olarak tarihi sayfalarında yerini almaya başladı. YÖK, en çok tartışılan icraatların devreye girdiği bir kurum olarak arşivlere geçmeye başladı. ÜNİVERSİTELERİN NEFESSİZ YAŞAMI YÖK ile ilgili eleştirilen ve iddiaların ortak noktası, üniversitelerin YÖK'ten habersiz ve bilgisi olmadan nefes dahi alamaz olmaz noktası oldu. Üniversite rektörleri alacakları araştırma görevlilerine kadar her şeyi YÖK'ün onayını almak zorunda idi. Bütün üniversiteleri aynı şablon içine alan Yükseköğretim Kanunu'nun temel özellikleri, bütün yetkilerin YÖK'te ve başkanında toplandı. Üniversitelerde akademik kurulların etkisi azaltılırken rektörler aşırı yetkiyle donatıldı. Kişisel yönetim, öğretim üyelerinin üniversiteden kaçışını hızlandırdı, Onları kurumlarına yabancılaştırdı. Yöneticilerin göreve gelmesinde seçim yöntemi terk edildi, atamaya geçildi. 1992'ye kadar rektörleri, YÖK'ün önerdiği 3 aday arasından cumhurbaşkanı atadı. Dekan atamaları da rektörlerin önerdiği 3 aday arasından, YÖK tarafından yapıldı. 1992'den itibaren öğretim üyelerine 6 rektör adayını belirleme hakkı verildi. YÖK Genel Kurulu'nda adaylar 3'e indirilerek Cumhurbaşkanı'na sunulmaya başlandı. Ancak YÖK, her zaman en çok oyu alan öğretim üyelerini, cumhurbaşkanına sunmadı. Bu uygulama, son rektörler krizinde olduğu gibi cumhurbaşkanlığı makamıyla YÖK'ü karşı karşıya getirdi. YÖK KİMLERDEN VE NASIL OLUŞUYOR 22 üyeden oluşan YÖK Genel Kurulu, 7 üye cumhurbaşkanı, 7 üye Bakanlar Kurulu, 1 üye Genelkurmay Başkanlığı, 7 üye ise Üniversitelerarası Kurul tarafından öğretim üyeleri arasından 4 yıllığına seçiliyor. YÖK'ün organları Genel Kurul, Başkan ve Yürütme Kurulu'ndan oluşuyor. YÖK'ün görevleri ise kanunun 7. maddesinde 17 başlık halinde öğrenci sayılarından tutun da bir üniversite içinde bir dersin kaç saat yapılacağına kadar anlatılıyor. Bu YÖK'e merkeziyetçilik özelliği kazandırıyor ve üniversiteler adeta bağımsız hareket edemez hale getiriyor. 22 YILDA 50'DEN FAZLA DEĞİŞİKLİĞE UĞRADI YÖK kanunu, 22 yılda 50'den fazla değişikliğe uğradı. Ancak bu değişikliklerin hiçbiri öze dönük olmadı. Sadece bir koordinasyon kurulu olarak kalması istenen YÖK, aşırı merkeziyetçi özelliğini hep korudu. Öğretim üyesi yönünden kan kaybeden üniversiteler, bir de kaynak yetmezliğiyle sürekli darbe yedi. Üniversitelerde rekabet ortadan kalktı ve 'çağdaş düzeyde bilimsel araştırma yapılamaz oldu' iddiaları sürekli dile getirildi. Öğretim üyelerinin karar süreçlerine katılamadığı üniversitelerde doğal olarak öğrenciler de bu sürecin dışında kaldığı söylenip durdu. YÖK, siyasi partilerin seçim programları ile hükümet programlarının da değişmeyen vaadlerinden biri oldu. Oy toplamak için YÖK'ü değiştirme sözü veren siyasi partiler, taslaklar hazırlamalarına rağmen bunu hiçbir zaman gerçekleştiremediler. 3 Kasım 2003 seçimlerinden Anayasayı değiştiricek gücü elde ederek çıkan 59.Cumhuriyet AK Parti Hükümeti YÖK'ü parti programına hemde hükümet programına dahil etti. YÖK Kanun taslağı çalışmalarına start verdi. Hükümet tüm icraatlarını kamuoyu, sivil toplum örgütleri ve muhalefet partilerinin katılımıyla bir konsensus dahilinde çıkarmayı amaç edindi. Ancak aradan tam 1 yıl geçmesine rağmen YÖK Kanun Taslağı çalışmalarında yol alınamadı. Bir zamanlar YÖK Başkanı Kemal Gürüz'ün değişiklik yapılması gereken yükseköğretim sistemine ilişkin sarfettiği sözlerin arkasında durmayarak, fikir değiştirdiği görüldü ve YÖK Kanun taslağını kabul edilemez olarak nitelendirdi.