Taraf Gazetesi bu haberi İngiltere'de yayınlasa ne olurdu?
Bu belgelerin yayınlanması, yarın gerçekten ülkenin geleceğini ve güvenliğini tehdit edecek belgelerin yayınlanmasının da yolunu açıyor.
Herşey, bir polis memurunun Londra’nın Tottenham bölgesinde
yaşayan Mark Duggan adındaki siyah bir genci sokakta vurarak
öldürmesiyle başladı.
Bu olayı protesto etmek için bölgede toplanan yaklaşık 500 kişilik
bir gruba, emniyet güçlerinin orantısız kuvvet ve fiziksel şiddet
uygulayarak müdahale etmesi, ülkede eşi benzeri görülmemiş bir
ayaklanmanın önünü açtı.
500 kişiyle başlayan protestolar bir anda ülke geneline yayılan bir
harekete dönüştü. Kundaklama ve yağmalamalar ülkenin en önemli iki
kentine, yani Liverpool ve Manchester'e sıçrayınca ülkenin
başbakanı David Cameron çıkıp şu tarihi konuşmayı yapacaktı:
"Çapulcular. Yaptıklarınızın karşılığında kanunun tüm
gücünü hissedeceksiniz. Eğer suç işleyecek yaştaysanız, aynı
zamanda cezasını da çekecek yaştasınız demektir."
Bu sözlerden sonra ne oldu dersiniz?
Sokaklarda eylem yapanların yüzde 95'i "Biz çapulcu
değiliz" diyerek evlerine çekildi. David Cameron
böyle bir genelleme yaptığı için yalnızca,
"Kınıyoruz" yorumlarına maruz kaldı.
Olaylardan sonra yapılan sorgulamalarda tam 3 bin kişi tutuklandı,
1000 kişiye çok ağır cezalar verildi. Kimse çıkıp da İngiltere'nin
Başbakanı'na, "Diktatör" demeyi aklından
geçirmedi.
Peki bizim ülkemizde olaylar nasıl cereyan etti?
Bir avuç insan Gezi Parkı'ndaki ağaçları korumak için gayet
masumane bir eylem yaparken şiddetli bir müdahaleye maruz kalınca
olaylar alev aldı ve ülke geneline yayıldı.
Masum başlayan eylemin içinde PKK, DHKP-C, TİKKO, TKPML, TGB gibi
illegal örgütler karıştı. Arabalar yakıldı, işyerleri ve evler
yağmalandı. Kapılarını açmayan işyerleri adeta harabeye
döndürüldü.
Erdoğan çıkıp, "Çapulcular" dediğinde banka
müdürleri, AK Parti iktidarı döneminde iyiden iyiye palazlanan
işadamları bile "Ben de çapulcuyum" ilanı
verdi.
Erdoğan, "Orada üç-beş ayyaş orada pinekliyordu"
dedi, bir anda eylemciler "Ayyaşım da ayyaşım"
diyerek naralar atmaya başladı.
Erdoğan "Teröristler" dedi, bu bile gururlarına,
onurlarına dokunmadı. Bayrak yakanlarla, devletin arabasını
yakanlarla tek vücut olurcasına kenetlendiler. Öcalan'ın posterini
ve PKK bayrağını Taksim'in orta yerinde dalgalandırmaya başladılar.
Yetmedi, o teröristlerle beraber devletin polisini kovalayacak
kadar alçaklaştılar.
"Çapulcular" dedi diye kimse Başbakanlığı,
Meclis'i işgal etmeye kalkmadı İngiltere'de. Kimse Cameron'un
bulunduğu ofisi basıp onu ölü ya da diri ele geçirmeye
çalışmadı.
Bizdeki çapulcular ise bu ünvanı sonuna kadar haketmek için
ellerinden geleni ardına koymadı. Özel harekat timleri denizden
gelen botlarla müdahale etmese, Kaddafi yakalanırken başına
gelenleri nasıl izlediysek, Erdoğan'ı benzer bir şekilde
izleyecektik.
Bir başka örnek...
Eylemcilere "çapulcular" diyen David Cameron,
ülkedeki medyanın tamamı tarafından desteklendi. Bütün gazeteler,
"Çeteler ülkeyi yağmalıyor, polis daha sert önlemler
almalı" diye yayınlar yaptı.
Bizdeki bir kısım medya ise bu haysiyetsizce harekete
"Haysiyet mücadelesi" adını verdi. "Polis
orantısız güç kullanıyor" dedi, ayaklanmanın devam etmesi
için taraftar grupları ve lise öğrencilerinin bile eylem yapması
için çağrıda bulundu.
Adeta darbe çağrıları yapıldı.
İngiltere Parlementosu bu şehir barbarlığının sona ermesi için
Cameron'a tam destek verirken, bizdeki siyasiler dolmuş şoförü
havasında Taksim'e eşkiya taşıma görevi üstlendi. İngilterede
sanatçılar tek yumruk halinde sokaktakileri lanetlerken, bizdekiler
bilgisayar başında oturup provokatörlüğün resitalini sundu.
Olmadı!
Tutmadı.
Taksim'i Tahrir'e çeviremeyince, 48 saat direnmelerine rağmen
hükümeti düşüremeyince, istifaya çağırdıkları Erdoğan geri adım
atmayınca büyük bir gazla çıktıkları evlerine tıpış tıpış dönmek
zorunda kaldılar.
Bütün bunları şunun için anlattım.
Ülkedeki ayaklanmalar İngiltere'de suç ve suçlu ile mücadele
anlamında bir milat olarak kabul edildi. Bizdeki ayaklanma ise
bambaşka bir ilkelliğin, bambaşka bir eşkiyalığın önünü açtı.
Türkiye artık suçun aleni işlendiği, suçu işleyenin göğsünü gere
gere gezdiği bir ülke haline geldi. Artık suç işlendiğinde değil,
suçluya müdahale edildiğinde bağıranların sesini daha çok
işitiyoruz.
Şimdi yazacağım şu satırları lütfen dikkatlice okuyun.
"Yayınlanan belgeler ülke güvenliğini tehdit ediyor. Bu
belgeleri elde edenler de, gazetelerinde yayınlayanlar da vatana
ihanet ediyor. Bu belgeyi yayınlayan gazete, teröristlerin eline
çok iyi bir hediye sunmaktan başka birşey yapmadı..."
Hevesinizi kursağınızda bırakmak istemem ama bu sözlerin sahibi
Başbakan Erdoğan değil.
İngiltere Başbakanı David Cameron söylüyor bunları. Edward Snowden
adlı Amerikalı genç bilgisayarcının çalıştığı yerdeki
‘gizli’ belgeleri yayınlayan The Guardian
gazetesine tepkisini dile getiriyor.
Taha Kıvanç bugünkü yazısında dile getirmiş. Aynı konuşmada
Cameron, yasal işlem başlatabileceğini belirterek, "Bunu
yapmadan önce bu gazetenin sosyal sorumluluğunu yerine getirmesini
bekliyorum" demiş.
Şuraya getireceğim konuyu...
Taraf Gazetesi kaç gündür MGK'da görüşülen gizli ibareli ve
yayınlanması suç olan belgeleri çarşaf çarşaf yayınlıyor. Bunları
yayınlamak suçtur diye ihtar verildikçe bir başka belge
yayınlanıyor.
Savunma çok ilginç:
"Biz daha önce de darbe planlarını yayınladık. O zaman niye
tepki vermediniz?"
MGK'da alınan gizli kararlarla, darbecilerin kışlada zeminini
oluşturduğu darbe planlarını aynı kefeye koymak aynı şeyse, yorum
yapmaya dahi gerek yok.
Sakın yanlış anlaşılmasın.
Ne yapılan fişlemeleri savunuyorum, ne de alınan kararları. Herkes
kadar ben de bu durumun karşısındayım. 60 yıldır inançlı kesimi
rejime düşman olarak gören, 30 yıldır pek çok iç ve dış terör
örgütüyle savaşan bir ülkenin kendince önlemler alması birilerine
ne kadar normal görünse de, vicdanları yaralıyor burası bir
gerçek.
Mehmet Baransu da benim gerek kişiliğine, gerekse gazeteciliğine
büyük saygı duyduğum bir isim. Türkiye'de herkese nasip olmayacak
bir iş yapıyor. O'nun belgeleri elde etmesi gazetecilik görevidir
ama o belgeleri kanuni ölçülerde yayınlayıp yayınlamamak, gazetenin
görevidir. Gazeteler, işlenen bir suçu suç işleyerek duyuramaz.
Hukümetin aldığı kararları yorumla, analizle ve "Böyle
kararlar aldınız mı?" diyerek açıklamaya zorlayarak yazmak
ayrıdır, gizli ibareli bir belgeyi madde madde, satır satır ve tek
tek isimler vererek deşifre etmek ayrıdır.
Dünyanın gelişmiş hangi ülkesine giderseniz gidin bunun adı suçtur
ve bir karşılığı vardır.
Demek istediğim şey şu.
Bu belgeleri yayınlayanlar, ülkenin geleceğini ve güvenliğini
tehdit edecek belgelerin yayınlanmasının da yolunu açıyor. Yarın
bir başka gazetenin, herhangi bir törör örgütüyle veyahut illegal
grupla ilgili alınan gizli kararları çarşaf çarşaf yayınlamasının
oluşturacağı güvenlik tehdidine zemin hazırlanıyor.
Yine Taha Kıvanç'ın söylediğine göre bu ve benzeri belgeleri
(Çoğu gizli ibareli bile değil) yayınladıkları için
medeniyetin beşiği İngiltere'de 100 gazeteci yargılanıyor.
O zaman herşeyden önce şu soruya cevap vermemiz gerekiyor.
David Cameron söyleyince iyi de, Erdoğan söyleyince neden bir anda
diktatör oluyor?
twitter.com/slymnoz
facebook.com/slymnoz