Ahmet Altan'dan Başbakan Erdoğan'a zehir zemberek satırlar: Biz de laf şakırdatırız, canını acıtırız...
Abone olTaraf Gazetesi'nin önceki gün Başbakan'ın İsviçre'de 8 ayrı bankada hesabı olduğuna dair attığı manşet Erdoğan'ı küplere bindirdi. Erdoğan'ın dünkü sert açıklamasına Taraf yazarı Ahmet Altan'dan yanıt gecikmedi...
Erdoğan'a yönelik olarak yazılan şu satırlar Taraf yazarı Ahmet Altan'ın:
Onun kullandığı üslubu kullanmayı biz de biliyoruz, laf şakırdatacaksak eh biz de şakırdatırız, canını da acıtırız.
Bizim "korkuyoruz" diye ağlaşan medyaya fazla alıştı Erdoğan, medyada herkes ödlek değil, lafını biraz tartmasında fayda var.
Altan bugünkü yazısında "istediğini söyleyen, istemediğini duyar" dedi ve şöyle devam etti:
- Başbakan Erdoğan öfkelenmiş.
Öfkelenmekte haklı.
Ağır bir suçlamanın altında kaldı.
Kim olsa, haksız olduğunu bildiği böyle bir suçlama karşısında öfkelenir.
Ama bizim başbakan öfkelendiğinde kelimelerini seçmekte biraz sorun yaşıyor, özellikle medyayı hedef aldığında kullandığı kelimeler pek öyle rahat kullanılacak kelimeler değil.
Anadolu'da bir söz vardır, "istediğini söyleyen, istemediğini duyar".
Onun kullandığı üslubu kullanmayı biz de biliyoruz, laf şakırdatacaksak eh biz de şakırdatırız, canını da acıtırız.
Bizim "korkuyoruz" diye ağlaşan medyaya fazla alıştı Erdoğan, medyada herkes ödlek değil, lafını biraz tartmasında fayda var.
Bu sefer, çok ağır bir suçlamanın altında konuştuğu için buna çok aldırmıyoruz ama bu sertliği sürdürmekte ısrarlı olursa, kelimelerin nasıl sert kullanılabileceği hakkında bir iki örnek de ona biz veririz.
Bir kere olayı doğru anlayalım.
Amerikan büyükelçisi, Türkiye'nin başbakanının İsviçre'de gizli hesapları olduğunu, kendi ülkesinin Dışişleri Bakanlığı'na yazdığı belgeye kaydediyor.
Bu belge açığa çıkıyor, yeryüzünün dört bir yanında internetlerde dolaşıyor, Amerika belgenin "gerçekliğini" kabul ediyor.
Yeryüzünün her yanında bu haberdir.
Hem de büyük haberdir.
Bugün Amerikan Dışişleri Bakanlığı, kendi bilgisayarlarına "Tayyip Erdoğan" diye yazdığında, karşısına çıkan dokümanların arasında bu iddia da yer alıyor.
Üstelik belgenin gerçekliğini kabul ettiler ama oradaki "iddia" konusunda henüz ne bir yalanlama ne de bir özür yayınladılar.
Ama Türk gazeteleri, bizim dışımızda bir tanesi hariç, bu haberi ya görmüyor ya da küçük görüyor.
Bir de bununla övünüyorlar.
Bütün dünya, Amerikalıların Türk başbakanı hakkında neler yazdığını bilecek, bir tek bu ülkede yaşayanlar bunu bilmeyecek.
Bu, gazetecilik mi oluyor?
Bu belge, bütün dünyaya açılmış "gizli" bir yazışma.
Gazetecinin işi bunu yazmaktır.
Başbakan'ın işi de bugün olduğu gibi bunu yalanlamak ve Amerika'dan da bunu yalanlayıp özür dilemesini istemektir.
O belgeyi yayımlarız.
Başbakan'ın açıklamasını da yayımlarız.
Biz işimizi yaparız, o da işini yapar.