Sabah Gazetesi yazarlarından Umur Talu, yakın siyasi geçmişte yaşanan medya-siyaset-ticaret üçgeninde olan-biteni tüm çıplaklığıyla gözler önüne serdi.
Abone olSabah Gazetesi yazarlarından Umur Talu, yakın siyasi geçmişte yaşanan medya-siyaset ve ticaret üçgenindeki olayları tüm çarpıklığıyla gözönüne serdi. diyen Umur Talu, bu konudaki yazılarını sürdürecek:
- Bir gazeteyle, bir medya kuruluşuyla ne tür bir ilişkiniz olabilir? Elbette, patron olabilirsiniz; yönetici, çalışan olabilirsiniz.
Rakip bir gazete, medya kuruluşu belki. Belki ilan, reklam verensiniz; belki reklam ajansı.
Belki, bazen ilan, reklam da veren; iş dünyasında, piyasada, borsada bir aktörsünüzdür.
Belki, cumhurbaşkanı, başbakan, bakan, siyasetçi, bürokrat, üst düzey komutan. Belki onların davalarına bakan hakim, savcı.
Belki gazete, dergi satan bayisinizdir. Bazen kaynak, belki haber konusu. Yukarıdakilerin hepsi iseniz ya da hiçbiri değilseniz bile, okur yahut izleyici, vatandaşsınızdır.
Bunların hepsini topladınız mı... Bir ülkede karar veren, ekonomiyi, piyasayı, siyasayı, yasayı yönlendiren, kamusal alanı, tartışmaları yaratan yahut yok eden...
En genel halinde, oy veren insanlar topluluğu ortaya çıkar.
Bütün bu insanların, tamamen değilse bile, tek başına tekel değilse bile, çok şeyi kontrol eden "büyük bir medya gücü" ile "ilişkili" olduğunu düşünün.
Pekiyi; düşünmeyin, hatırlayın!
Provadan sahneye
Bir dönem, 2003 seçimlerinin hemen öncesine kadar, Türkiye'ye bunu yaşattı.
Provaları olmuştu. Mesela, o zaman Doğan Grubu'nda olmayan Hürriyet ile Sabah, tüm kiriyle pasıyla, "Çiller iktidarı"na yapışmış; Özer Bey'in sokuşturduğu haberlerle Türkiye'nin yönetimine ortak olurken, çok şeyi de gizlemişti.
Mesela, iki ayrı grupta olmalarına rağmen, yine bu iki gazete, "28 Şubat andıçları" nın askeri bayiliğini yapmış, bir komutanın faksla yolladıklarını "haber" diye yaymış, bu kez eski aşkları Çiller' in de olduğu iktidarı yolcu edip Yılmaz Ecevit hükümetlerinin önünü açmıştı.
Ama asıl zirve, Ecevit koalisyonudur.
Ecevit'in en büyük günahlarından birinin, bu ülkenin aklına, fikrine, zihnine ve cebine en büyük ihanetlerden birinin dönemidir.
Ecevit Yılmaz Bahçeli üçlüsünün, medyayı teslim alırken ona da teslim oldukları, karşılıklı rehine haline geldikleri, ekonomiyi, siyaseti, gazetecileri ve halkı karşılıklı "takas" ettikleri dönemdir.
Bankalı medya, bu arada bankası "istismar, hortum" krizine kapılmış Sabah Grubu hükümete tam teslim olmuştu.
Biliyorsunuz; patronu Dinç Bilgin sonradan cezaevine de girdi; hem gazetenin hem bankanın yönetiminde bulunan Zafer Mutlu ise, bir zamanlar kendisine "meşin ceketli" diyen, kendisinin ona ne dediği de arşivlerdeki mektuplarda bile yer alan Aydın Doğan'ın sempatisini kazanmıştı artık.
Ertuğrul Özkök ile paslaşmaları patron katlarında kurumlaşmış; iki grup aynı politikaların, aynı hükümetin, aynı yasaların avukatı kesilmiş; aynı sansürlerin makastarları olmuştu.
Tabii ilginçtir; bugün "Sabah'ın o dönemdeki hortumculuğu"nu iyi hatırlayan Doğan Grubu'nda, o dönemde Sabah'ı, ATV'yi ve Etibank'ı yöneten Mutlu hakkında tek kelime edilmez. Çünkü, Sabah'ın idam fermanı verilirken Doğan tarafından kurdurulan "bağımsız" Vatan'ın sahibi ve bugün "Doğan kulisleri"nin iyi bir aktörü olarak dokunulmazlık sahibidir.
Yine de, elbette Vatan da yaşamalıdır. Hem çalışanları, hem gazetecilik açısından.
Neyse. O günlere dönersek; Daha güçlü ve sağlam görünen Doğan Grubu ise, sözde hükümeti teslim almış; ama kendi ruhunu da oraya teslim etmişti.
Ve bu "rakipler" kavga filan etmiyordu. Birtakım temsilcileri, bir arada, kardeşçe, hükümet nezdinde kulisler yürütüyor; kimileri, başbakanlıktan, başbakan yardımcılarının odalarından, bürokrasi koridorlarından, Meclis gruplarından adeta çıkmıyordu.
Bankasına el konup patronu cezaevine girerken, "zor durumdaki" Sabah da, Doğan'a teslim oldu. Dağıtım tekel, fikir, haber tekel, reklam ilan alımı tekel, hükümetten talepler tekel ya da yerleşmiş adıyla "kartel" olarak tescillenmişti.
Başbakan yardımcısı odalarında ne manşet atılacağı, medya odalarında hangi haberlerin verilmeyeceği kararlaştırılıyordu.
Sadece ben hatırlamıyorumdur herhalde; Milliyet'in yeni genel yayın yönetmeni, bir gün, şahsi kızgınlıklarıyla da "Sabah ve Bilgin'in hortumculuğu" diye bir manşet atıp "sessizlik yasası"nı bozduğunda, patronundan azar işitmişti. Yani, mesele "hortumculuk" haberi vermek değil, işinize geldiğinde vermek, işinize gelmediğinde gizlemekti.
Yarın yazının girişine dönelim; her kimseniz, böyle bir düzende nasıl etkilendiğinizi hatırlayalım.
Yazı: Umur Talu
Kaynak: