BIST 9.774
DOLAR 34,05
EURO 37,88
ALTIN 2.799,16
HABER /  GÜNCEL

Susurluğun karakutusundan itiraflar...

Eski özel harekatçı Ayhan Çarkın, faili meçhul cinayetlerin işlendiği dönemde öldürdüğü dört kişinin adını açıkladı

Abone ol

Susurluk'un kara kutusu olarak bilinen, eski özel harekatçı Ayhan Çarkın, faili meçhul cinayetlerin işlendiği dönemde öldürdüğü dört kişinin adını açıkladı.

Ayhan Çarkın, hemen her gün faili meçhul cinayetlerin işlendiği o karanlık yıllarda öldürdükleri dört kişinin adını açıkladı. İçlerinden biri Yılmaz Erdoğan'ın adına "Kayıp Kentin Yakışıklısı" şiirini yazdığı amcası Namık Erdoğan'dı. Namık Erdoğan'ın ailesi kapanan dava dosyasını tekrar açtıracaklarını, suçluların yıllar sonra bile olsa cezalarını çekmeleri için ellerinden geleni yapacaklarını açıkladı. Peki Namık Erdoğan'la aynı kaderi paylaşan, kayıp kentin diğer yakışıklıları Mecit Baskın, Yusuf Ekinci ve Faik Candan'ın aileleri ne yapacak? Dahası bu üç isim kimdi, neden ve nasıl öldürülmüşlerdi? Aktüel'den Özgül Apaçe o isimlerin ailelerine ulaştı.

MECİT BASKIN OFİSİNDEN ALINDI, EVİNE DÖNMEDİ

1994 yılıydı. Ayhan Çarkın'ın da aralarında bulunduğu üç özel harekatçıya. Ankara'nın Altındağ İlçesi Nüfus Müdürü Mecit Baskın'ı emniyete getirmeleri emri verildi. Özel Harekat Daire Başkanlığı, Mecit Baskın'ın bilgisine başvurmak istiyordu. Özel harekatçılar Mecit Baskın'ı ofisinden alarak yola çıktılar. Ancak istikamet Özel Harekât Daire Başkanlığı değil, Gölbaşı'ydı. Gölbaşı o dönem faili meçhul cinayetlerin ilk adresiydi. Muhtemelen Mecit Baskın daha yolda giderken başına gelecekleri anlamıştı. Mecit Baskın, bir daha evine dönemedi. Yıllar sonra Yüksekova çetesini soruşturan emekli astsubay Hüseyin Oğuz'a, Mecit Baskın'ın neden öldürülmüş olabileceği sorulacak ve Oğuz da, Mecit Baskın hakkında PKK mensuplarına nüfus cüzdanı çıkardığına dair söylentiler olduğunu söyleyecekti. Hakkari doğumlu bir Kürt olan Mecit Baskın'ın oğlu, babası öldürüldüğünde altı yaşındaydı. Bugün 23'ünde bir delikanlı…

Ayhan Çarkın'ın ifadelerini duyunca ne hissettiniz?

Ona silah doğrultan elleri hiç bilemedik, bilmeyi çok istedik ama başaramadık. Bir sabah gazeteyi elime aldığımda, 17 senedir yokluğunu çok acı bir şekilde hissettiğim babamın bir piyon tarafından öldürüldüğünü okumak, kimsenin tarif edemeyeceği bir acı. Elim ayağım çekildi. Resimdeki katilin yüzünü görünce, bu mudur yani onu bizden koparan diye sordum, gözlerim doldu.

Babanızı hatırlıyor musunuz?

Hatırlıyorum, çünkü unutmamak için çok çaba sarf ettim. Ailem her zaman onun gibi biri olmamı bekledi benden. Sadece ona benze, bize onu hatırlat derdi büyüklerim. O çok sevecen bir insandı, çocuklarına tapardı, işine bağlı, başarılı, Kürt kimliğiyle gurur duyan biriydi. Kahramanımdı. Öldürüldüğü günü çok net hatırlıyordum. O gün gelebilseydi, ertesi sabah spora gidecektik, ben atlayıp zıplayacaktım, o da arkadaşlarıyla zaman geçirecekti.

Babanızın katillerinin yıllarca bulunmaması size ne hissettirdi?

Katilin bulunmamış olması aslında ne kadar yalnız olduğumuzu gösteriyordu bize. Bugün katil ortaya çıkınca hiç şaşırmadım. Aslında herkesin bildiği gerçeği öğrenmiş olduk. "Babamın 'Kürt' ve 'başarılı' olduğu için öldürüldüğünü düşünüyorum. O tarihlerdeki zihin yapısı bu iki kelimenin yan yana gelemeyeceği kadar dardı.

Aile olarak nasıl bir mücadele verdiniz? Hukuk mücadeleniz hani noktalarda tıkandı?

Soruşturma herhangi bir aşamaya gelemiyordu ki. Başvurduğumuz ilk mercide kapılar yüzümüze kapandı. Gereken tüm mercilere başvurduk aslında ama bizim gibi yakınlarını kaybetmiş onlarca kişinin dosyaları zaten tozlu raflarda duruyordu.

Bu itiraftan sonra şimdi bir şeyler değişir mi? Mücadelenizi nereye kadar sürdüreceksiniz?

Biraz ümitlendik diyebilirim. Bundan sonra Tansu Çiller ve Mehmet Ağar olmak üzere tüm suçluların yargılanması için korkusuzca bu işin üzerine gideceğiz. Yakınlarını Kaybetmiş Aileler Derneği altındaki girişimiz zaman aşımı sonucu düştü. Yetersiz delil durumundan açacağımız davanın netice alamayacağı da ortada. Şimdi AİHM'e başvuruyoruz.

FAİK CANDAN İŞKENCE GÖRÜP KURŞUNA DİZİLDİ

1994 yılının soğuk bir kış günüydü. Ankara Sıhhiye'deki bir lokantada arkadaşlarıyla yemek yiyen avukat Faik Candan, Küçükesat'taki Türk Ticaret Bankası'na gitmek için arkadaşlarının yanından ayrıldı. Farkında değildi ama arkasındaki dört araç onu takip ediyordu. Faik Candan bankada işlerini halledip çıktıktan sonra bir daha evine dönemedi. Arkasındaki dört araçtan birine bindirilerek, malum yere Gölbaşı'na götürüldü. Cesedi 10 gün sonra çobanlar tarafından bulundu. Faik Candan işkence yapıldıktan sonra kurşuna dizilerek öldürülmüştü. Hakkari kökenli bir ailenin oğlu olan Faik Candan, öldürüldüğünde 49 yaşındaydı. Faik Candan, tıpkı kendisi gibi faili meçhul bir cinayete kurban giden Prof. Dr. Muammer Aksoy ile çalışan başarılı bir avukattı. Hatta birkaç avukat arkadaşı ile beraber hocasının öldürülme nedenini araştırıyordu.

Ancak yakınlarının söylediğine göre, onun sonunu 2000'e Doğru dergisine verdiği bir röportaj hazırladı. Röportajın konusu Candan'ın askerde yaşadıklarıydı. Faik Candan, askerde Kürt köylülerinin sebepsiz yere öldürülmelerine, sonra da köylerin boşaltılıp yakılmasına tanıklık etmişti. "Bu sırrı vicdanımda taşıyamam" diyerek gördüklerini anlatınca ona PKK sempatizanı damgası vurulmuştu. Aynı zamanda Halkın Emek Partisi'nin avukatlığını üstlenmişti. Hatta faili meçhul bir cinayete kurban giden HEP Diyarbakır İl başkanı Vedat Aydın'ın cenaze törenlerinde yaşananlardan dolayı devlet aleyhine tazminat davası açmıştı. Son günahı ise HEP'in Ankara İl Başkanlığı'na seçilmesi oldu. Aslında öldürüleceği fısıltı gazetesinde konuşuluyordu, akrabaları yurtdışına çıkmasını istiyordu ama o dayatmalara boğun eğmeyeceğini söylemişti. Evli ve iki çocuk babası olan Faik Candan'ın katillerinin bulunması için yıllardır uğraşan isim, amcası İbrahim Candan. Amca Candan, "Kürt kökenli olduğu için, siyasi düşüncelerinden dolayı öldürüldüğünü zaten tahmin ediyorduk. O kimseye kin gütmeyen, çağdaş ve sosyalist görüşlü bir aydındı" diyor.

Açılan dava hangi aşamada kaldı?

Avukat Kazım Genç, elinden geleni yaptı ama netice alamadı tabii. Dava savsaklandı, bizi insan yerine bile koymadılar. Sonra kendi imkânlarımla çeşitli kurum ve kuruluşlara her ölüm yıldönümünde müracaat ettim. Cevap aldığım da oldu, alamadığım da. En son TBMM Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu'na yaptığım müracaata cevap geldi. "15 sene oldu, arıyoruz, herhangi bir neticeye ulaşmadık" diyorlardı. Yazık…

Ayhan Çarkın'ın itirafları size ne düşündürdü?

Hem sevinçliyiz hem de üzüntülü. Ben bunun 17, 18 senede değil, 30 senede bile çözüleceğini sanmıyordum. Ama oldu. Devletin şeffaflaşmasını, adaletin yerine gelmesini ve bundan sonra böyle şeyler yaşanmamasını umut ediyoruz.

Tekrar dava açacak mısınız?

Ailemizde korkanlar vardı, hâlâ da var. Ama ben bir insan olarak peşini bırakamazdım. Geçen hafta avukatımızla konuştum, yeniden dava açıyoruz. Umutluyum, bu kez inşallah bir sonuç alacağız.

YUSUF EKİNCİ VÜCUDUNDAN 15 KURŞUN ÇIKARILDI

1994 kışında Ankara Gölbaşı'nda bir ceset daha bulunmuştu. O ceset de Kürt kökenli bir avukata aitti. Yusuf Ziya Ekinci'ye... Yusuf Ziya, bürosuna gelen bir komiser tarafından güpegündüz alınmıştı. Sonrası malum Gölbaşı... Ayhan Çarkın'ın ifadesine göre bir başka özel harekatçı Ayhan Akça, Uzi marka tabancasıyla daha yolda kurşunları sıkmıştı. Her gece aynı saatte evine gelen Yusuf Ziya o gün evine dönemedi. Pencerenin kenarında eşinin eve gelmesini bekleyen Ülkü Ekinci'ye sabaha karşı iki telefon geldi. Telefondaki ses "Cehennemin dibine git, yarın kim olduğumu öğrenirsin" diyordu. Telefondaki sesin kime ait olduğunu değil yarın, yıllarca öğrenemediler. Ertesi sabah bir telefon daha geldi.

Yusuf Ziya'nın cesedi bulunmuştu. Vücudundan tam 15 kurşun çıkartıldı. Yusuf Ziya Ekinci'nin ölümünün ardından başta amcası siyaset adamı ve yazar Tarık Ziya Ekinci olmak üzere bütün aile ellerinden geleni yaptılar. Tarık Ziya Ekinci, o dönemi şöyle anlatıyor: "Hemen gerekli başvuruları yaptık tabii. Bu olay için özel bir ekip tayin ettiler. Ekibin başında da emniyet müdürü rütbesinde bir polis vardı. Usulen, biçimsel bir araştırma yaptı. Baktık ki bu soruşturmadan bir şey çıkmıyor, Cumhurbaşkanı'na, Başbakan'a, İçişleri Bakanlığı'na dilekçeler yazdık. Yine ses çıkmadı. Olay gecesi eşine gelen telefonların soruşturulmasını istedik. Emniyetten 'kayıtlar silinmiştir' diye cevap geldi. Akşam işten çıkıp eve giderken izlediği yoldaki kayıtların incelenmesini istedik. Hiçbiri yapılmadı. Dosyanın Gölbaşı'ndan Ankara DGM Başsavcılığı'na alınması isteğim de reddedildi. Dosyanın kapatılmak istendiği apaçıktı. AİHM'e başvurduk, kazandık. Ama ne çare, suçlular dışarıdaydı."

Bu aşamadan sonra devreye babası öldürüldüğünde küçük bir çocuk olan Sertaç Ekinci girdi. Sertaç Ekinci büyümüş ve tıpkı babası gibi bir avukat olmuştu. Ayhan Çarkın'ın itirafları ortalığa saçılmadan birkaç ay önce de davanın özel yetkili mahkemede görülmesi için başvuruda bulundu: "Ergenekon davaları açılınca İbrahim Şahin tutuklanmıştı. Şahin'in sorgusu yapılırken, Yusuf Ekinci cinayetinin de sorulmasını istedik.Savcı kabul etmek istemedi. Dosyanın Gölbaşı'ndan alınarak Ankara'daki özel yetkili mahkemeye intikal ettirilmesi konusunda ise olumlu yanıt aldık. Kısa bir süre sonra da Çarkın'ın ifadeleri geldi. Çarkın'ın tanık olarak dinlenmesini istedik. İnceleme başlatıldı." Sertaç Ergin babası siyasi değil adi bir cinayete kurban gitse faillerinin çoktan yakalanacağına inanıyor: "Ortada basit bir suç olsaydı telefon kayıtları incelenir, Susurluk'un akabinde ele geçirilen Uzi marka silahların balistik incelemesi yapılır ve sonuca gidilebilirdi, gidilmedi. Halbuki Şahin, Meclis Araştırma Komisyonu'nda bu kayıp silahların sadece güvenlik görevlilerinde olduğu beyan etmişti. Ardından Fikri Sağlar 'Yusuf Ekinci Uzi marka silahla öldürüldü, buna ne diyorsunuz' diye sorunca, 'başkalarında da olabilir' diye ifade değiştirmişti. Susurluk sonrası bulunan silahların balistik inceleme yapılmasını talep etmiştik. Savcılıktan herhangi bir inceleme yapılmadı."