Osmanlı'nın son yılları. Yedi düvele karşı savaşan bir millet. İçinden çıkan ilginç hayatlar.
Abone ol''Uçurumun kıyısında yıkık bir ülke, türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar, yıllar süren savaş...'' Büyük Önder'in bu sözleriyle tanımladığı Cumhuriyet ve devrimlere giden yolda, olağanüstü koşulların erken büyüttüğü, yaşamın, ölümle kalım arasında gidip gelinen günlerde dimdik durmayı öğrettiği küçük kadınlar, 83 yıllık genç Türkiye'ye ışık tuttu.
Cumhuriyetin ilanının 83. yıl dönümünde AA muhabirleri, hayata veda eden Nezafet Bozyel'in yakınlarından derlediği bilgilerle 3 kadının penceresinden dönemin koşullarıyla Cumhuriyetin küçük kadınlarının yaşam savaşını, tarihin akışıyla birlikte inceledi.
Selanik'e bağlı Petriç kasabasında 1890'ın sonlarında doğan Nezafet, Balkan savaşı öncesinde Rumeli'nin kaynadığı çocukluk yıllarını yoksulluk, sefalet ve iki kardeşinin küçük yaşta üstlendiği sorumluluğuyla geçirerek, kendi yaşamının da savaşını verdi.
Nezafet Bozyel'in yakınlarının anlattığı yaşam öyküsü, 1877 Osmanlı-Rus savaşının ardından bölgeye Bulgarların hakim olduğu yıllarda başladı. Yaşadığı bütün olumsuz gelişmelere, yoksulluk içinde geçen çocukluğuna karşın zamanın kadınlarına göre iyi bir eğitim aldı. Dikiş, nakış ve ev işlerinin dışında okur yazardı, iyi bir sesi vardı ve Kur'an-ı Kerim'i güzel okumasıyla tanınıyordu. Küçük yaşta anne ve babasını kaybeden Nezafet, iki kız kardeşiyle birlikte bu özelliklerini kullanarak yaşamaya çalıştı. Balkan Savaşı'nın başladığı bu dönemde 13-14 yaşlarında olan Nezafet, zor günleri anılarından şöyle aktardı:
''Üç kız kardeş kalmıştık. Çocuktuk ve bize göz kulak olacak yakınlarımız da yoktu. Bulgar komitalarının kadın, erkek, çocuk ayırımı yapmadan Türkleri öldürdüklerini duyuyorduk. Petriç'te oturan Türkler, canlarını kurtarmak kaygısına kapılarak, nereye gideceklerini bilmeden yollara döküldüler. Elimize geçen ufak bir torbaya çiğ nohut doldurduk ve kaçanların arasına katıldık. Yol boyunca öldürülen Türklerin arasından geçtik. Kardeşlerim ölüleri gördükçe korkuyor, ağlıyordu.
Hava soğuktu, birkaç kişi ateş yakınca ışığı gören Bulgar çeteleri gelip, buldukları altın ve ziynet eşyalarını götürdüler. Gözlerine kestirdikleri kadın ve kızları da aldılar, karşı çıkanı öldürdüler. 3 gün 3 gece Petriç dışında kaldıktan sonra geri döndüğümüzde, evimizin yağma edildiğini gördük.'' Türkler için yaşamın ölümle kalım arasında geçtiği o günlerde çocuk yaştaki Nezafet, ayakta kalabilmek için evlenmeye karar verdi. Petriç'te Kantarcı Rüstem'in oğlu Değirmenci Nezir ile yaşamını birleştirdi. Savaşlar dışında iyi giden evliliklerinden Rüstem ve Rukiye adını verdikleri iki çocukları oldu.
ŞURUP YERİNE ZEHİR
Balkan Savaşı'nın ardından 1. Dünya Savaşı'nın başladığı sırada Yunanlıların hakimiyetine geçen Petriç'te herkesin gözü-kulağının düşmanın Anadolu topraklarında gerçekleştirdiği işgale çevrilmişti. Değirmenci Nezir, o günlerde, Selanik'ten başlatılan Kuvvayı Milliye hareketine imkanları ölçüsünde yardım etmeye başladı. Savaş ortamında Türk milislerine un ve ekmek takviyesinde bulunan Nezir'in çabası, Yunan askerlerince fark edildi.
Bir gece yarısı Nezafetlerin kapısı çalındı ve Nezir evden alınarak, sokak ortasında feci şekilde dövüldü. 3 ay boyunca durumu ağır olan eşini iyileştirmek için uğraşan Nezafet, son çare olarak Petriç'teki Yunanlı doktora başvurdu. Doktor gece eve yanında bir Türk askerle geldi ama niyeti hastasını iyileştirmek değildi. Doktorun tavrından şüphelenen asker, alt katta birlikte beklediği Nezafet'e bu düşüncesini ilettiğinde, yukarı çıktılar. Ancak iki katlı küçük evin üst katına çıktıklarında Yunanlı doktorun şurup diye verdiği zehiri içen Nezir'in ölümüne tanık oldular.
''ZİYNET EŞYALARINI YUTTU''
O sırada Nezafet, henüz 20'li yaşlarının başındaydı ve artık Petriç'te barınması imkansız görünüyordu. Bir gün evi yine Yunan askerlerince basıldı. Tek oğlunun öldürülmesinden korktuğu için Rüstem'i bir küfenin arkasına sakladı. Evi yerle bir eden Yunanlılar, onlara dokunmadı ama Nezafet bu olay sonrasında çantasını hazırladı, birkaç parça ziynet eşyalarını yuttu ve küçük çocuklarını yanına alarak, kocasının erkek kardeşi tarafından bir gece yarısı Bulgar sınırına götürüldü.
Çocuklarıyla bir yıla yakın bir zaman Bulgaristan sınırındaki bir köyde terzilik yaparak geçinmeye çalışan genç kadın, Cumhuriyetin hemen sonrasındaki mübadeleyle Kırklareli'nin Vize ilçesine halası Pembe Hanım'ın evine yerleşti. Oğlu Rüstem 8 yaşına geldiğinde Vize'de ilkokula başladı. Daha okulu bitirmeden mübadeleyle gelen göçmenlerin yaşadığı Bursa'nın bir köyüne taşındılar. Burada liseyi bitiren Rüstem, Çarlık Rusya'sının 1908 yılında Kırım'daki Türklere karşı başlattığı istibdattan kaçarak aynı yere yerleşen Kades ailesinin kızı Tenzile ile tanışarak evlendi.
Rüstem liseyi bıraktı, Tenzile de yaşını 14'ten 16'ya büyüttü. O sırada 1938 yılıydı ve Türk ulusunun Ata'sını kaybetmesinin üzerinden 45 gün geçmişti. Tenzile o günleri, daha sonra yakınlarına, ''Evlendiğime sevinemedim ki Ata'mı düşününce boğazım düğümlenir, ağlamaya başlardım'' diye anlattı. Nezafet, sonraki yılları, önce öğretmenlik yapan, ardından devlet demir yollarındaki görevi nedeniyle Ankara'ya yerleşen Rüstem, gelini ve 4 torunuyla yaşayarak geçirdi. Geçirdiği tüm zorluklara rağmen uzun bir ömür yaşadı. 1971 yılında İstanbul'da kızının yanındayken, yaşama gözlerini yumdu.