“Suriyelilere Yemek Yok”
Bu ülkeye sığınmış insanlara sunulan bir kap sıcak yemeği çok görmekten de fazlası: Irkçılık
Bolu’nun yeni seçilen Belediye Başkanı, Suriyeli sığınmacılara belediye tarafından sunulan gıda desteğini kestiğini açıklamış. Belediye başkanlarının ayaklarının tozu ile kapı söktürme gibi sıra dışı hareketleri, ilk günün heyecanına bağlanabilir. Ancak, sığınmacıları hedef alan bu özel tavır, ilk günün heyecanından daha derin bir sorunun dışa vurumu... Birkaç gündür sosyal medyada paylaşılan bu haber ve sosyal medyada devam eden polemikler, artık iyice ayyuka çıkan ırkçı söylemin yani bir toplumsal hastalığın ataklarından sadece biri.
Biz bu filmin epey türlüsünü izledik… Suriyelilerden önce de bu topraklarda kana ve kavgaya sebep oldu, ırkçılık.. Türkiye’ye sığınmak zorunda kalan insanlara yöneltilen bu ırkçı ve düşmanca tavrın, aydınlar, sanatçılar ve politikacılar tarafından popülerleştirmesinin nerede biteceğini öngörmek zor. Bu ırkçılık Suriyelileri, Arapları, Batılıları hedef alıyor görünüyor, peki sonra?
Suriyelilere yöneltilmiş gibi görünen ırkçılık, sadece Türkiye’de toplumsal barışı tehdit eden bir durum da değil. Halen dünyada tartışmasız en önemli sorunlardan biri ve dünyaya vadettiği gelecek için bir fragman izledik daha birkaç ay önce Yeni Zelanda’da.
Seçim dönemlerinde seçmenin konsolidasyonu için sert söylemler bir strateji olarak görülebilir. 2019 yerel yönetim seçimleri bu konuda çıtanın hayli aşıldığı bir seçim olarak kayda geçti–ki başarılı olmadığı da ortada. Yükseltilen tansiyonun maliyeti ile ilgili epey değerlendirme yapıldı, ancak bizi ilgilendiren bu değil. Söylem sertliğinin arkada bıraktığı en kötü miras, ırkçılığın meşru ve ana akım bir söylem olarak kanıksanması değil mi? Bolu Belediye Başkanı’nın bu ilk icraatı, partisinden ve kamuoyundan tepki görmezse, enstitüleşme ve kurumsallaşma tehlikesini barındırmakta.
Tepkiden kastım, sosyal medyada tamamen reel politik kaygılarla “tam da seçim kazanmışken böyle oy kaybettirecek tavırların zamanı mı canım?” çıkarcılığı değil... Oldukça güçlü ve ahlaki bir tavra ihtiyaç var.
Enstitüleşmeden kastım ise şu:
Fikir ve ideoloji olmanın yanında, ırkçılık bir aynı zamanda bir müessese. Medyası, akademisi, sanat camiası, kamuoyu, tetikçileri, ruhban sınıfı, liderleri de olan ve her türlü melaneti yapma yetisine ve meşru gösterme becerisine sahip bir sistem..
Irkçılık deyince akla ilk Naziler ve uzantıları gelir. Çünkü yakın zamanda yaşandığı ve hesaplaşıldığı (yenildiği) için tüm müesseseyi analiz imkanımız var. Şeytani bir elit/aydın ideolojisi olarak ırkçılığın kolayca meşrulaştırılmasında politikacıların, ve bilim insanlarının özel bir rolü var. Politikacıların rolü herkesçe malum ve aynı zamanda gözümüzün önünde. Peki, bilim insanları ve sözüm ona aydınlar bu ateşe nasıl odun taşıyor?
İnsanlık ile yaşıt bu zorbalık, dönem dönem daha belirgin şekilde ön plana çıkmaktadır. Sömürge döneminde yeniden hatırlanan ve temelde “Üstün beyaz ırk” motivasyonu ile ete kemiğe bürünen bu ideoloji, ikinci dünya savaşının da yakıtı idi. Irkçılık, bu periyotta en büyük desteği, dönemin popüler sözde bilimsel yaklaşımı olan Sosyal Darvinizm’den almıştı. Her ne kadar Darwin ve teorisi ile ilişkilendirilse de bu kuramın babası ünlü ekonomist Herbert Spencer’dı. İnsanların bir kısmını bilimsel olarak geri ve başarısız bir kısmını da genetik olarak üstün gören bu yaklaşım, fakirlere ve çalışanlara yapılacak yardımın onların –doğal seleksiyon ile- yok olmasını geciktireceği için bilimsel açıdan zararlı olduğunu iddia ediyor ve engellenmesini tavsiye ediyordu. Bu bilimsel (!) yaklaşım, sömürgecilerin kamu vicdanını rahatlatmakta kullanacağı bir argümanı ustaca bilimsel kılıkla sunuyor, bu sayede o saçmalıkları makul göstermeye çalışıyordu. Sömürgeciliğin vahşi uygulamaları meşrulaştırılıyordu. Sosyal Darvinizm’den sonra bir bilim alanı (!) olarak kendini yeniden var eden ırkçılık, bayrağı Nazi uygulamalarına devretmişti. Farklı kimliklerle kendisini her daim var etmiş bu ideolojinin serüvenini anlatmaya devam edeceğiz.
Bugün evleri ve ülkeleri harap edilmiş, gelecekleri çalınmış insanlara verilecek bir tas yemeği, hangi unvan sahiplerinin hangi tumturaklı argümanlar ile çaldığını tarih, tıpkı Herbert Spencer gibi utançla kaydedecektir. Şimdi bize düşen ise ahlaki olanı yükseltmek, bu ırkçılığı reddetmektir.
Onun için ırkçılık eğilimlerinin topluca ve güçlü bir şekilde lanetlenmesi gerekiyor. Bunun ilk adımı ise günlük reel politik kaygıları, politik fanatizmi ve çıkarcılığı bir kenara bırakarak, insani tepkimizi ve tavrımızı ortaya koymaktır...