Beşşar Esed yönetiminin, Halep başta olmak üzere birçok şehre ağır silahlarla saldırısı sürerken, binlerce insanın yollara döküldüğünü görüyoruz.
Abone olBizim bulunduğumuz İdlib'de de şiddetli patlamalar yaşanıyor. Kötü haberi mihmandarımız veriyor: "İdlib Kız Yurdu ve Mühendisler Odası yerle bir olmuş."
Olay yerine ulaşmaya çalışıyoruz ama nafile. Bölge ordu birlikleri tarafından kuşatılmış. Akşama doğru Türkiye'ye dönüş yolculuğumuz başlıyor. Özgür Suriye Ordusu'nun askerleri eşliğinde sınıra ilerliyoruz. Yol boyunca yakılan ve kurşunlanmış araçlar göze çarpıyor. 250 metre mesafedeki tankları gösteriyorlar ve sormamıza gerek bırakmadan anlatıyorlar: "Burada 17 tank ve 100'e yakın asker var. Onları Bab el Hava sınır kapısından püskürttük, buraya kaçtılar. Teslim olmalarını bekliyoruz."
GÖZLER HÜZÜNLE DOLU
Ve gece yarısı sınırdayız. Yanımızdakiler buraya 60 kilometre mesafedeki Halep'ten yola koyulmuşlardı. Biz de onlara İdlib'den katılmıştık. Bir eve alıyorlar bizi. Burada Halep'ten, Hama'dan, Humus'tan gelen Suriyeliler sabırla bekliyor. Ama hepsinin gözleri hüzünle dolu. Kiminin ailesi öldürülmüş, kiminin yakınları...
Bekleyişimiz saatler sürüyor. Nihayet Suriyeli Yusuf amca önümüze düşüyor. 30 kişilik bir ekiple dikenli tellerin arasından geçerek Reyhan-lı'dan Türkiye'ye giriş yapıyoruz.
MİHMANDAR HÜZÜNENİYOR
Muhalif askerler Türkiye sınırına iyice yaklaştığımızda telsizlerini bize uzatıyor. Sınır birliklerindeki Türk askerlerinin konuşmalarını dinliyoruz. 'Ne diyorlar?' diye soruyorlar. Türk komutanın telsizden, sınırın her yerinden Suriyelilerin geldiğini, güvenli şekilde alınmalarını emrettiğini söylüyoruz. Her zaman güler yüzlü olan mihmandarımız hüzünleniyor.
AĞIR İŞKENCEYLE HAYATINI KAYBEDİYOR
Daha sonra sınırı geçmek için toplanan Suriyelilerin kaldığı bir eve alıyorlar bizi. Her yerde Halep plakalı araçlar var. Halep'in yanı sıra Hama'dan Humus'tan gelen birçok Suriyeli de bekliyor. Konuştuğumuz herkesin acı bir hikâyesi var. Kiminin ailesi öldürülmüş, kiminin yakınları... Aynı sofranın etrafında sohbete başlıyoruz. Humus'taki Filistin kampından gelen Faraç ve Dale'nin hikayesi yürek burkuyor. Humus'ta bulundukları Filistin kamplarında yaşayan birçok kişiyi tutuklamışlar. Suçlamanın ne olduğunu sorduğumuzda "Hiçbir suçlama yapmadan alıp götürüyorlar. Bazıları ağır işkence altında hayatını kaybediyor." diyorlar. Askerlerin, tutuklananların nerede olduğuna dair soranları da gözaltına aldığını anlatıyorlar: "Korkudan kimse hiçbir şey yapamıyor. Sadece gidenin gelmesini bekliyoruz."
HAYATIMIZ VE ÇOCUKLARIMIZ GÜVENDE
Bizi sınırdan geçirecek olan Suriyeli Yusuf amca ise karşıya geçmek için verdiğimiz 'rehberlik ücreti'ni Türkiye'ye sığınan ailelere verdiğini söylüyor. Onların buna çok ihtiyacı var, diyor üzülerek. Derken Türkiye sınırına doğru hareket ediyoruz. İyice yaklaştığımızda araçlarımızın ışıkları söndürülüyor. Halep'ten kaçan aileleri taşıyan araçlarda insanların fazlalığı göze çarpıyor. Bir koltukta 5 kişi oturuyor. Aralarında sakat çocuklar ve yaşlı kadınlar da göze çarpıyor. Uzun saatler süren bekleyişten sonra 30 kişilik bir ekiple birlikte yürüyerek dikenli tellerin arasından Türkiye'ye giriş yapıyoruz. Aralarında yaşlılar olduğu için sık sık dinleniyorlar.
Issız dağlarda bizim dışımızda Türkiye'ye giriş yapan birçok ailenin silüeti gözümüze çarpıyor. Gecenin karanlığını ay ışığı aydınlatıyor. Hızlı adımlarla yürüyoruz, hemen solumuzda sınır karakolunun kulesi gözüküyor. Foto muhabirimiz Kürşat Bayhan kafilemizdeki Suriyelilerin fotoğrafını çekerken öksürerek makineden çıkan sesi bastırmaya çalışıyorum. Çünkü, hâlâ korkuyu üzerlerinde taşıyan Suriyeli mülteciler ne konuşmayı ne de fotoğraf çektirmeyi kabul ediyor. Bizi karşılayan Türk rehberler ise bizden önce 35 Halepli aileyi geçirdiklerini anlatıyorlar. Sınırın ötesine geçer geçmez tümünün yüzünde bir rahatlama hissediliyor: "Vatanımızdan ayrılsak da, en azından hayatımız, çocuklarımız güvende..."