İletişim Başkanı Prof. Dr. Fahrettin Altun, "Suriye sahasında uluslararası toplumun gazetecilere yönelik en büyük tehdit olarak gördüğü DEAŞ terör örgütü 64 gazeteciyi katletmiştir. Peki ya rejim? Rejim, Suriye krizinden bu yana 556 gazeteciyi katletmiştir." dedi.
Abone olİletişim Başkanı Prof. Dr. Fahrettin Altun, "Açıkça ifade etmek isterim ki, İdlib'de yaşananları sineye çekmemiz asla mümkün değildir. Kahraman askerlerimize namlusunu doğrultan teröristlerin kökü nasıl kazındıysa vatan evlatlarını şehit eden katillerden de bunun hesabı sorulacaktır. Bayrağımıza el uzatan Beşşar Esed'in, çok açık ve net bir şekilde ifade etmek istiyorum, gelecekteki yeri Suriye Başkanlık Sarayı değil ancak ve ancak Lahey'deki Adalet Divanı'dır." dedi.
Harmoon Çağdaş Araştırmalar Merkezi, Suriye TV ve Ortadoğu Araştırmaları Merkezi (ORSAM) ev sahipliğinde düzenlenen, "Daha İyi Bir Gelecek İçin Ortak Vizyon" başlıklı 1. Türkiye-Suriye Medya Buluşması, Sheraton İstanbul City Center'da başladı. Forumun açılışında konuşan Fahrettin Altun, bugün Suriye krizine dair üç yaklaşım bulunduğunu söyledi. ifade eden Altun, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Türkiye'nin de benimsediği birinci yaklaşıma göre Suriye'de yaşanan krizin sebebi, rejimdir. Esed rejimidir. Dolayısıyla rejim devre dışı bırakılmadan kalıcı barışın sağlanması mümkün değildir" diyen Fahrettin Altun, "İkinci bir yaklaşıma göre, Suriye'de rejim değişikliği tali bir meseledir. Bu yaklaşımı savunanlara soracak olursanız en önemli konu, Suriye kaynaklı terör tehdidinin ortadan kaldırılmasıdır. Üçüncü yaklaşıma göre ise sorunun kaynağı, rejime karşı ayaklanarak insan gibi yaşamayı talep eden Suriye halkıdır." ifadelerini kullandı.
Esasında krizin bir türlü sona ermemesinin sebebinin Türkiye'nin hala savunmaya devam ettiği 'krizin sebebi Esed' yaklaşımından uzaklaşması olduğunu belirten Altun şöyle devam etti: "Türkiye, bugün de Suriye sorununun kaynağında Esed rejiminin olduğunu açık ve net bir biçimde savunmaktadır. 2011 yılından itibaren Suriye rejiminin gayrimeşru iktidarını muhafaza etme gayretleri, yüz binlerce masum insanın ölümüyle neticelenmiş, bu durum Birleşmiş Milletler'in ifadesiyle 'İkinci Dünya Savaşı'ndan beri yaşanan en büyük insani krize' sebebiyet vermiştir."
"Binlerce kilometrekarelik alan terör örgütlerinden temizlendi"
İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak bir yandan terörle mücadele ederken, öte yandan bölgeyi terörle mücadele kisvesi altında vekalet savaşlarının sahası haline getirmeye çalışanlara da engel olmaya çalıştıklarını anlattı. Türkiye Cumhuriyeti'nin DEAŞ ve PKK/PYD-YPG terör örgütleriyle mücadele etmek amacıyla sahaya muharip unsurlarını süren ilk güç olduğunu vurgulayan Altun, bu kapsamda sırasıyla Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekatları icra edilerek binlerce kilometrekarelik alanın terör örgütlerinden temizlendiğini bildirdi.
"İdlib'te yaşananları sineye çekmemiz asla mümkün değil"
İdlib bölgesinde son günlerde yaşanan gelişmelerin, sahada ne kadar ciddi tehditlerle karşı karşıya olunduğunu açıkça ortaya koyduğunu kaydeden Altun, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Açıkça ifade etmek isterim ki, İdlib'de yaşananları sineye çekmemiz asla mümkün değildir. Kahraman askerlerimize namlusunu doğrultan teröristlerin kökü nasıl kazındıysa vatan evlatlarını şehit eden katillerden de bunun hesabı sorulacaktır."
Beşşar Esed'in yeri Başkanlık Sarayı değil!
"Bayrağımıza el uzatan Beşşar Esed'in, çok açık ve net bir şekilde ifade etmek istiyorum, gelecekteki yeri Suriye Başkanlık Sarayı değil, ancak ve ancak Lahey'deki Adalet Divanı'dır. Maalesef bugün Türkiye'nin bölgede ne işi olduğunu sorgulayanlar olduğunu üzülerek gözlemliyoruz. Dün PKK/PYD-YPG terör örgütünün Türkiye'ye tehdit oluşturmadığını iddia edip, teröristlerin yuvalandığı Afrin şehir merkezine girilmemesi için çağrılar yapanlar, bugün Suriye'de ne işimiz olduğunu sorgulamaktalar. Bu asla ve asla kabul edilemez."
"15 Temmuz hain darbe girişimi öncesinde Suriye'de terörle mücadele operasyonlarını engelleyenlerle bugün 'Suriye'de ne işimiz var?' diyenler arasında hiçbir fark yoktur. Israrla sordukları bu sorunun cevabı aslında çok açıktır: Türkiye olarak yalnızca kendi ulusal güvenliğimiz için değil, aynı zamanda bölgeye yönelik uzun vadeli şeytani kuşatma senaryolarını boşa çıkarmak için çalışıyoruz."
Terör koridorunu nasıl paramparça ettiysek
"Sınırımızda kurulmak istenen terör koridorunu Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekatlarıyla niçin paramparça ettiysek bugün de aynı gerekçeyle İdlib'de bir oldubitti yaşanmasına engel olmaya çalışıyoruz, buna mecburuz. Sözde kantonları Güneydoğu illerimize taşıma, burada güya bir iç savaş ortamı yaratma projesine neden karşı çıktıysak, terör örgütlerinin içten ve dıştan kuşatmasına karşı ikinci bir istiklal mücadelesini neden verdiysek yine aynı gerekçeyle Suriye'deyiz ve yine aynı mücadeleyi veriyoruz. Bu bir varoluş mücadelesidir, bu bir beka mücadelesidir. Sadece ulusumuzun, milletimizin değil, bölgemizin, İslam dünyasının beka mücadelesidir."
Rejim güçleri 556 gazeteciyi katletti
"Savaşın ilk kurbanları daima gerçeklerdir." sözünün kökenlerinin Antik Yunan'a kadar dayanmasının oldukça manidar olduğunu ifade eden Altun, "Bir başka deyişle savaşla ilgili neredeyse her şeyin defalarca değiştiği binlerce yıl zarfında, bu ifadenin güncelliğini kaybetmemesi, üzerine düşünülmesi gereken bir durumdur. Bu söz, aynı zamanda gazeteciliğin neden dünyanın en tehlikeli meslekleri arasında yer aldığını da oldukça net bir biçimde ortaya koymaktadır." dedi. Suriye krizinin bu konuda bir istisna olmadığını vurgulayan Altun, şöyle konuştu:
"Suriye İnsan Hakları Ağı'na göre Mart 2011-Mayıs 2018 döneminde en az 682 gazeteci katledildi. Bugün bu sayının 700'ü aştığını değerlendiriyoruz. Suriye'de işlenen gazeteci cinayetleri arasından en çok ses getiren muhtemelen Amerikalı savaş muhabiri James Foley'in 2014'te DEAŞ terör örgütü tarafından infaz edilmesi olmuştur. Gazetecilerin görevlerini icra ettikleri sırada karşı karşıya kaldıkları tehditlerin boyutunu gözler önüne seren bu olay, aynı zamanda terörün gerçek ve çirkin yüzünü ortaya çıkarmıştır."
"Öte yandan verilere daha yakından baktığımızda ne görüyoruz biliyor musunuz? Gördüğümüz şey inanın çok ama çok çarpıcı. Suriye sahasında uluslararası toplumun gazetecilere yönelik en büyük tehdit olarak gördüğü DEAŞ terör örgütü 64 gazeteciyi katletmiştir. Peki ya rejim? Rejim, Suriye krizinden bu yana 556 gazeteciyi katletmiştir. Bunu da konuşmalıyız. Uluslararası toplumun bunu da konuşması gerekir. Bu gerçeğe ne yazık ki gözünü kapatan, yüzünü çeviren uluslararası toplumun dönüp bakması gerekir."
Nerede insan hakları nerede basın özgürlüğü
"Nerede insan hakları, nerede basın özgürlüğü, nerede ifade özgürlüğü? Evet rejim 600'e yakın gazeteciyi katletmiştir. Basın mensuplarına yönelik Suriye kaynaklı tehditleri zaman zaman biz kendi topraklarımızda da hissettik. Türkiye'de mukim Suriyeli gazetecilere yönelik ne yazık ki bir dizi suikast gerçekleştirildi. Aynı şekilde bazı Türk gazeteciler Suriye'de görev yaptıkları sırada kaçırıldı, işkenceye maruz kaldı. Son olarak Barış Pınarı Harekatı sırasında operasyonu takip eden Türk gazetecilere sınıra yakın bir noktada ateş açıldı. Bilerek, isteyerek gazetecilerin olduğu bölgeye Suriye bölgesinden ateş açıldı. Bu saldırılar, yalnızca gazetecilere değil, toplumun ve dünyanın bilme, haber alma hakkına yapılmış bir saldırıdır."
Vatandaşlara yönelik dezenformasyon gündemde
Altun, geçmişte yalnızca uzmanlar ve akademisyenlerin ilgisini çeken dezenformasyon ve psikolojik harp gibi kavramların, son yıllarda sokaktaki vatandaşın gündemine de girdiğine dikkati çekti. Benzer süreçlerin Suriye sahasında ve Suriyeli savaş mağdurlarının sığındığı yerlerde de yaşandığına değinen Altun, Türkiye'de Türk vatandaşlığı bulunmayan Suriyeli sığınmacılara seçimlerde oy kullandırıldığı, maaş bağlandığı gibi birçok asılsız iddiaların zaman zaman dolaşıma sokularak kamuoyunun yanlış yönlendirilmesine neden olduğunu anlattı.
Gazetecileri susturup kendilerini temize çekemeyecekler
İletişim Başkanı Fahrettin Altun, şunları aktardı: "Maksatlı olarak servis edilen, birilerin ekmeğine yağ süren bu yalanlara karşı uyanık olmak, yalan haberlerin yayılmasına ortak olmamak hepimizin ortak sorumluluğudur. Basın emekçilerinin hem çok büyük bir sorumluluğa sahip olduğunu hem de gerçeklerden, hakikatten yana oldukları için çok ciddi bir güç olduğunu özellikle vurgulamak istiyorum. Öncelikle Suriye'de görev yapan basın mensupları, tüm insanlık adına yaşananlara şahit olarak, adalet davasına hizmet etmektedir. Sınırlarımızın hemen ötesinde savaş suçları işleyenlerin, etnik temizlik kampanyaları yürütenlerin, çocukları silah altına alanların ortak hedefi gazetecileri susturmak ve böylelikle kendilerini temize çekmektir. Ama çekemeyecekler. Çünkü bu suçlar, bu insanlık suçları kayıt altına alınmıştır ve gazetecilerin, cesur gazetecilerin bu süreçte ortaya koydukları performans alkışlanası bir performanstır. Kendilerini huzurlarınızda tebrik ediyorum. Kendilerine her şekilde arkalarında olduğumuzu ve mesleklerini en iyi şekilde tesis edebilecekleri bir ortamı tesis için biz de elimizden gelen bütün gayreti göstereceğimizi ifade etmek istiyorum. Yalan haberlerin, karalama kampanyalarının, itibar suikastlerinin tek panzehirinin hakikat olduğunu unutmamalıyız."
Gazeteciler katliamları dünyaya unutturmamalı
Gerçek gazetecilerin hakikatten yana olmaya devam edeceğini belirten Altun, gazetecilerin bu kritik süreçte üstlendiği bir başka tarihi sorumluluğun ise uluslararası kamuoyu nezdinde farkındalık oluşturmak olduğuna işaret etti. Suriye krizinin birçok ülkede "bayat haber" olarak görüldüğü, çok acı olaylar yaşanmadığı sürece Suriye'de işlenen suçların artık gündem oluşturamadığını vurgulayan Altun, "Bu itibarla basın mensuplarının, dünyaya Suriye'yi unutturmamak, Suriye'deki acıları unutturmamak, Suriye halkını yalnızlığa ve çaresizliğe terk ettirmemek gibi ulvi bir görevi ifa ettiğini görüyoruz. Son olarak özellikle sahada görev yapan gerçek gazetecilerin, algı operasyonlarına ve dezenformasyon kampanyalarına karşı insanlığın en güçlü silahı olduğunu unutmamalıyız." dedi.
"Suriyeli gazetecilere kapımız her zaman açık"
İletişim Başkanlığı olarak uluslararası standartlara uygun, objektif, tarafsız ve ilkeli yayıncılık yapan gerçek gazetecilerin her zaman yanında olduklarını belirten Fahrettin Altun, aynı zamanda toplumu dezenformasyon ve yalan haberden koruma görev, sorumluluk ve zorunlulukları olduğunu ifade etti. Türkiye'de mesleğini icra eden Suriyeli gazetecilere kapılarının her zaman açık olduğunu dile getiren Altun, sözlerini şöyle tamamladı:
"Nasıl savaşlar kahramanlar olmadan kazanılmıyorsa bir kültürel direniş de rol modeller olmadan başarıya ulaşamaz. Sahada tüm zorluklara göğüs geren, canları pahasına hakikati ortaya çıkarmaya çalışan gazeteciler, Suriye halkı için, insanlık için en güçlü rol modellerdir. Suriye'de ok yaydan çıkmıştır. Dokuz yıldır şiddete, işkencelere, teröre, açlığa dayanan bir halkın bu saatten sonra gayrimeşru bir yönetimin emri altına gireceğine inanmak ya hayalperestliktir ya cehalettir ya da burada bir kötü niyet vardır. Komşumuzun yeniden barış ve istikrara kavuşmasının tek yolu, toprak bütünlüğü ve siyasi birlik temelinde tüm toplumsal kesimleri temsil edecek demokratik bir düzenin inşa edilmesidir. Bunun dışında yürünecek bir yol, izlenecek bir güzergah olmadığının en somut delili, yanı başımızda yaşanan krizin gittikçe derinleşmesidir. İdlib'e bakmak yeter bunun için. Biz Türkiye olarak haklının yanında olmayı sürdüreceğiz. Dünya üç maymunu oynasa bile doğruları dile getirmeye devam edeceğiz. Sayın Cumhurbaşkanımız bunu en üst düzeyde, bütün uluslararası platformlarda, bütün uluslararası muhataplara en güçlü şekilde haykırdı, haykırıyor ve haykırmaya devam edecek."