İç ve dış aktörlerin müdahalesiyle 7 yıldır savaşın pençesinde olan Suriye’de sahadaki dengelerin değişmesi, siyasi hesapları da alt üst etti. Suriye hükümetinin Şam ve batı bölgelerde sıkıştığı harita, 30 Eylül 2015’ten itibaren Rusya’nın devreye girmesiyle adım adım değişti.
Abone olRusya ve İran gibi iki önemli gücün desteğini alarak ülkenin orta ve güney bölgelerinde neredeyse tamamen hâkimiyet sağlayan Şam hükümeti, son siyasi hamlesini de Suriye Kürtleri üzerinden yaptı.
Cumhuriyet gazetesinden Doğan Ergün'ün haberine göre, YPG’nin omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) siyasi kanadı Suriye Demokratik Konseyi (SDK) ile Şam’da bir araya gelerek siyasi çözüm konusunda yol haritası çıkaran Suriye hükümeti, ülkede istikrarı sağlamak adına önemli bir adım attı. Lübnan ve Ürdün’le müzakereler yürüten Şam yönetimi, ülkeden ayrılan mültecileri de kabule başladı.
RADİKAL DEĞİŞİM: Suriye’de 15 Mart 2011’de Deraa’da fitili ateşlenen ayaklanmanın ardından takvimler Eylül 2015’i gösterdiğinde ortaya çıkan tablo, ülke topraklarının neredeyse yarısında hâkimiyet sağlamış bir IŞİD gerçeğini gözler önüne seriyordu. Suriye hükümetinin Şam ve batı bölgelerde sıkıştığı harita, 30 Eylül 2015’ten itibaren Rusya’nın devreye girmesiyle adım adım değişti. ABD öncülüğündeki IŞİD karşıtı koalisyon ve desteklediği SDG, kuzeyde cihatçı terör örgütüne karşı mevzilerini ilerletirken, ülkenin diğer bölgelerinde Rusya ve İran destekli Şam hükümeti hâkimiyet alanını genişletti. 2016 sonbaharından itibaren ise Türkiye, önce Cerablus ve ardından El Bab, Afrin ve Azez’de ÖSO güçleriyle birlikte söz sahibi hale geldi. ÖSO’nun ise Türkiye desteğiyle ilerlediği kuzey sınırı ve İdlib’deki kimi bölge dışında ciddi bir hâkimiyeti bulunmuyor. Son tabloda cihatçı grupların hâkim olduğu tek vilayet ise İdlib olarak görünüyor.
SOÇİ SÜRECİN EN ÖNEMLİ AŞAMASINI OLUŞTURDU: Dünya tarihine damga vurmuş kurallardan biri Suriye’de de işledi: Sahadaki güç, siyasi gidişatı etkiledi. 2012’de BM nezdinde siyasi çözüm için başlayan ve Suriye hükümetinin muhalif güçler karşısında zayıf kaldığı Cenevre süreci herhangi bir somut ilerleme kaydedemedi. 2017’ye gelindiğinde ise Astana’da Ankara, Tahran ve Moskova arasında, Suriye’de çatışmasızlık bölgelerinin yaratılması için imzalanan sözleşme, siyasi çözüme doğru ilerlenmesi için ön açıcı işlev gördü. Rusya’nın inisiyatifi ve BM’nin de desteğiyle bu yılın başında Soçi’de düzenlenen Suriye Ulusal Diyalog Kongresi de bir Anayasa Komisyonu’nun kurulmasına giden sürecin önemli bir aşamasını oluşturdu.
ZORLU BAŞLIKLAR: SDK ile Şam arasında yakınlaşma önem taşısa da, masada çözümü çok kolay olmayan başlıklar da bulunuyor. Öncelikle, ülke yönetimindeki merkeziyetçi yapı ile Suriyeli Kürtlerin anayasal güvence ve ademi merkeziyetçi idare yönündeki talepleri önemli bir sürtüşme noktası. İkinci olarak, enerji kaynakları bakımından kritik öneme sahip, ABD öncülüğündeki IŞİD karşıtı koalisyonun ve SDG’nin güçlerinin bulunduğu Deyr ez Zor’da geçişin nasıl sağlanacağı da henüz belirsizliğini koruyor. Dahası, Kürtlerin ellerindeki silahların Suriye ordusuna teslim edilip edilmeyeceği de zorlu bir madde olacak. Görüşlerini aldığımız İstanbul Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Doç Dr. Hakan Güneş, Şam’ın SDG ile sert bir müzakere yürütmek istediğini düşünüyor. Güneş’e göre, Rakka’da bir süreliğine geçici ara çözüme kapı açsa da Şam’ın önceliğini, Kürtlere anayasal statü vermek zorunda kalmadan Haseke’ye kadar olan bölgedeki petrol gelirlerini almak oluşturuyor.
TÜRKİYE'NİN HAMLELERİ ÖNEMLİ ROL OYNADI: Kritik müzakere başlıklarında ilerleme sağlanması, biraz da sahadaki iki önemli dış aktör olan Ankara ve Washington’ın nasıl tutum alacaklarıyla ilgili. Şam hükümetiyle SDK arasındaki müzakere zemininin arkasında öncelikle Türkiye’nin hamleleri önemli rol oynuyor. Gazeteci-yazar Hikmet Durgun, TSK’nin Afrin müdahalesine Fransa dışında IŞİD karşıtı koalisyondan ciddi bir tepki gelmemesi ve Washington ile Ankara’nın Mınbiç konusunda uzlaşı sağlamaları PYD/YPG cephesinde büyük bir hayalkırıklığı yaşandığını vurguluyor.
WASHINGTON-ANKARA YAKINLAŞMASI: Şam -SDG yakınlaşmasından en fazla rahatsızlık duyan aktörlerin de Türkiye ve ABD oldukları bir gerçek. Washington’ın, hem yıllardır bölgeye yaptığı mali destek, hem buradaki fiziksel varlığı hem de Deyr ez Zor kırsalından elde ettiği petrol ve doğalgaz payını gözeterek gelişmelerden rahatsız olduğunu vurgulayan Durgun, SDG-ABD ilişkisinde çatlak oluşabileceğini düşünüyor.Ankara’nın şimdiki önceliğinin de sınırlarındaki PYD/YPG varlığının ortadan kaldırılması olduğunu hatırlatıyor. Dahası Ankara’nın, Şam hükümetinin siyasi nüfuzunu artırmasından rahatsız olduğu da biliniyor.
TÜRKİYE'DE 4'LÜ ZİRVE: Her ne kadar çok sayıda sorunlu başlık söz konusu olsa da, Durgun, sahadaki ilerlemenin ve Şam’ın son adımlarının çözümü yakınlaştırdığını düşünüyor. Rusya, ABD ve Türkiye arasında varılabilecek bir mutabakatın zemininin oluşabileceğini düşünüyor. Zira, ABD Başkanı Donald Trump ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasında bu ay Helsinki’de gerçekleşen tarihi zirvede, liderlerin Suriye konusunda ortak çalışma vurgusu dikkat çekmişti. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da Putin’le yaptığı görüşmede iki ülke arasnıdaki ilişkilerde olumlu noktaların altını çizmişti.Erdoğan dün de Türkiye’nin eylül ayında Almanya, Fransa ve Rusya’nın katılacağı bir Suriye zirvesine ev sahipliği yapacağını açıkladı.
İDLİB'İN DURUMU: Suriye’nin istikrara kavuşmasında İdlib sorunu da önemli bir kavşak olarak duruyor. Silahlı muhaliflerin, cihatçı güçlerin kontrolündeki tek vilayet olan İdlib, Deraa, Doğu Guta, Kuneytra gibi bölgelerden tahliye edilen cihatçıların da yerleştirildiği bölge oldu.
Askeri operasyon sinyali verilen İdlib’de Türkiye’nin garantörlüğünün ve askeri gözlemcilerinin olması ise operasyonun yaratabileceğ riskleri artırıyor. Yazar Hikmet Durgun, Türkiye’nin 12 askeri gözlem noktasının bulunduğu bölgeye Suriye’nin operasyon yapmasının bu aşamada zor olduğuna dikkat çekiyor. Durgun, olası bir çatışma halinde, yaklaşık 1 milyon kişinin Türkiye sınırına doğru ilerleyecek olmasının da bir başka sorun olduğunu vurguluyor. Öte yandan dün, Suriye ordusu ve bağlı güçlerin yaklaşık 3 bin kişilik bir askeri gücü İdlib yakınlarına yerleştirdiği bildirildi.
TAHRAN GERİLİMİ: Suriye’nin ve bölgenin geleceğini etkileyebilecek en önemli belirsizliği ise ABD, Körfez ülkeleri ve İsrail’in İran’a karşı yoğunlaştırdığı asgreif politika oluşturuyor. İran’a yönelebilecek veya İran’dan kaynaklanabilecek herhangi bir saldırgan hamle Suriye’de etkin olan tüm aktörlerin konumlanışlarını bir kez daha gözden geçirmelerine neden olacak. İran konusunda çalışmalarıyla tanınan Doç. Dr. Hakan Güneş, İran konusunda süregiden gerginliğin, en azından bir süre daha yüksek perdeden söylemler ve ekonomik yaptırım kartlarıyla süreceğini düşünüyor. Türkiye’nin İran konusunda sıkıştığını vurgulayan Güneş, Ankara’nın Tahran’dan aldığı petrolün miktarındaki düşüşün de bunun işareti olduğunu savunuyor.
İsrail’in İran’dan öncelikle Suriye’de kendisine yakın bölgelerden çekilmesini talep ettiğini hatırlatan Güneş, Tahran’a bağlı güçlerin Suriye’deki varlığının potansiyel bir bölge gerilimine açık kapı bıraktığı görüşünde.