BIST 9.687
DOLAR 35,22
EURO 36,72
ALTIN 2.963,69
HABER /  GÜNCEL

Sultanın medya ile kavgası

Başbakan Erdoğan ile medya arasındaki gerginliğin geleneği Osmanlı'ya kadar uzanıyor. Araştırmacı-yazar Avni Özgürel benzer vakaları örnekleriyle ortaya koydu.

Abone ol

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'la medya arasında yaşanan gerginlik aslında bugüne özgü değil. Osmanlı döneminden günümüze kadar ulaşan iktidar-medya sürtüşmelerini Radikal Gazetesi'nin araştırmacı-yazarı Avni Özgürel'in yazısından okuyalım:

Basın tarihimizin başlangıcındaki fikir 'halkın haber alması' değil 'devletin yönetim sıkıntısı'dır... 1 Kasım 1831'de yayımlanmaya başlanan Takvim-i Vekai resmi gazete niteliğindeydi. Gazete çıkarma fikri Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılması, ardından Rusya bozgunu üzerine 2. Mahmut'un topladığı 'ıslahat meclisleri'nde gündeme gelmişti.

Adını padişahın koyduğu Takvimi Vekai, bu işin uzmanı bilinen Alexandre Balacque'nin İzmir'den İstanbul'a davet edilmesiyle 'kuvveden fiile' çıktı. Türkçe dışında, aynı adla Arapça, Fransızca, (Le Moniteur Ottoman) imparatorluğun çokuluslu yapısı dikkate alınarak Farsça, Rumca (Ottomanikos Minitor) ve Ermenice (Liro Kir) yayımlanıyordu Takvim-i Vekai.

Türkçe nüshalarda, Yeniçeriliğin sebep olduğu rezaletlere dair dedikodular ve uydurulmuş fıkralar vardı. Tanzimatla tablo netleşti: Türkçe yayın, 'Batılılaşma'yı seçen devletin vatandaşlarına 'Batı'nın faziletini' anlatmayı, Fransızca ise 'düvel-i mütehabbe' (dost devletler) sayılan Avrupa'ya ülkenin tablosuyla reformları anlatmayı amaçlıyordu.
Gerçek gazeteli dönem, 30 yıl sonra Şinasi ve Agah Efendi'nin girişimiyle başladı.

Rüşvetin adı: Celb ve taltif

Bir yandan gazetelerin sayısı artarken diğer yandan çözülmenin sancılarını yaşıyordu Osmanlı Devleti. Aleyhte çıkan haberleri etkisizleştirme çareleri bu dönemde aranmaya başlandı. Sansür uygulaması, tekzip beyannameleri v.s. Yabancı basını sadaret kaleminde kurulan 'Matbuatı Hariciye' bürosu takip ediyordu. Osmanlı hükümetleri başlangıçta Avrupa basınında yer alan olumsuz haberleri görmezlikten geldi. Ama sızlanmakla sorun çözülemeyince 'biraz masrafa girilmesi' fikri doğdu. Abdülmecit'e bazı gazetecilerin 'celb ve taltifi' (davet ve ödüllendirme) teklif edildiğinde padişahın, "Bu diğerlerinin de zararlı şeyler yazıp aynı neticeyi almaya çalışmalarına sebep olur. O sebeple yalanlama ve tekziple yetinilmelidir" dediği biliniyor.

Ne var ki Mustafa Reşit Paşa bundan başka çıkar yol görmüyordu, fikrinde ısrar etti:
"Hepsini değil, birkaçını davet ve taltif edelim. Ayrıca bunlara abone olup olumlu makalelere yer vermeleri için tazyik edelim."
Sonunda sarayın pes ettiğini biliyoruz. Times'ın Osmanlı aleyhine yayınları yoğunlaşınca gazetenin sorumlularıyla yapılan görüşmenin tutanağı, Paris'te bir gazeteciye İstanbul'a gelmesi halinde uygun ve dolgun maaşlı bir görev vaadini içerek mektup Yıldız Sarayı arşivinde duruyor.

Ajans Havas ve Reuters

2. Abdülhamit döneminde yerli basın da devlet için 'sorun' oldu. Bunu aşmak için ödenekler sağlandı, nişanlar verildi. Tercüman-ı Hakikat, Saadet, Moniteur Oriental gibi gazetelere Hazine'den 30-100 bin kuruş hazine yardımı yapıldığına dair makbuzlar duruyor. Gazeteciler bir yandan bu paraları alıyorlar, diğer yandan daha fazlası için yine aynı metotlara başvuruyorlardı. Jön Türk basını açısından bu 'med-cezir' bir yayın taktiğiydi. Finansman sıkıntısına giren, muhalefetin dozunu artırır, sonra İstanbul'la pazarlığa girer, gazeteyi kapatır, sonra elde ettikleri parayla yeni bir gazete çıkarmaya yönelirdi.

Borçlanma ihtiyacı dolayısıyla Hazine özellikle borsa haberlerine duyarlı olduğu için, Galata bankerlerinin yönlendirmesiyle yapılan olumsuz haberlere engel olma çabası yoğundu. O dönemde uluslararası haber ağının kilit noktasını oluşturan Paris merkezli Ajans Havas (AFP'ye dönüştü) ve Londra merkezli Reuters'ın haberleri sadece Osmanlı Devleti'ni değil bütün Avrupa devletlerinin durumunu etkiliyordu. Açıkçası, kavga bu iki ajans üzerinden verilir hale gelmişti.

Tekzip sorunu ve abonelik

Osmanlı'ya yaklaşımlarının 'şantaj' boyutuna vardığını gösteren bir belge arşivlerde yer alıyor. Matbuatı Hariciye Müdürü Esseyid Abdullah Macit Bey'in imzasını taşıyan ve padişah tarafından da görüldüğü not edilmiş olan bir belgede şu satırlar yer alıyor:

"Ajansın İstanbul'da bulunan vekil muhabiri müsteşar paşaya şifahen yazılı olarak birçok defa başvurmuş, ajansın Kayseri olaylarına ilişkin yayımladığı zararlı yazıların tekzip edilmemesine, ajansa abone olunmamasının sebep olabileceğini söylemiştir. Bu sebeple iki adet abone olunması gereklidir. (....) Ancak abonman bedeli olan yirmialtı bin iki buçuk kuruşun karşılığı yok..." (iki ajansla ilgili olarak Milli Mücadele döneminde Atatürk'ün de olumsuz değerlendirmeleri var.)
Ancak bir süre sonra aleyte yayınlar abonelikle, ödüllendirmeyle önü alınacak gibi olmaktan çıkınca yabancı ajansların müdürleri maaşa bağlandı. 1899'da Agence Furmeir'in İstanbul temsilcisi Mösyö Alberti'ye ve Agence Nationale'nın müdürüne Hariciye Nezareti bütçesinden aylık verildiği kesin.

Aynı dönemde Türk gazeteciler 'havuç-sopa' siyasetinde sürgün, hapislik ve konak davetlerine sıkışıp kaldılar.
Basiret gazetesinde 1875 yılında yayımlanan bir makalenin tablonun içe dönük durumunu yansıtması bakımından anlamlı olduğunu düşünüyorum. Makale Basiret'te yazması teklif edilen bir yazarın (teklif yapılan kişinin mesleği yazarlık yani) "Ben gazete muharrirliğine tenezzül edecek noktayı aştım azizim" cevabı verdiğini konu almış.

Yazı: Avni Özgürel
Kaynak: www.radikal.com.tr

ani