Star Haber'in yeni sunucusu Kenan Işık, Zaman'dan Nuriye Akman'a konuştu. Işık, TRT'yle gelen haber sunma stilini değiştirecek. Işık'ın önemli bir isteği var.
Abone ol En çok istediğim şey Star’ın satılmasıdırTMSF’nin kontrolünde, henüz alıcısı ve fiyatı belli olmayan, geçmişten gelen imaj kirliliğinden mustarip Star Tv’de haberleri Kenan Işık sunmaya başladı.Oyuncu, yazar, rejisör olarak tiyatroya hayatını vermiş, çeşitli gazetelerde yıllarca köşe yazısı yazmış bir insana haber sunamaz demek bence haksızlık. Anchorman olabilir mi olamaz mı tartışması da yersiz. Işık’ın çıraklık dönemi kısa sürecek ve fırsat verilirse sanatla desteklenmiş yorumlarıyla haberin oluşumuna katkı yapacaktır. İster düz spiker, ister haberi sunmakla yetinmeyip yorumlayan anchorman olunsun, önemli olan seyirciye haber diye ne sattığınız. Kenan Işık’ı günah keçisi olarak suçlayanlar, “en hakiki” anchormanların okudukları magazinel metinlerin içeriğini, ana haberde ağırlanan hafif konukları sorgulasalar daha yararlı bir iş yapmış olurlar. Neden kimse “Haberler, reyting sisteminden çıkarılsın, reklamların boyunduruğundan kurtarılsın” diye feryat etmiyor acaba?
56 yaşında yeni bir kariyere başlamak özgüvenle açıklanabilir mi?
Acaba yeni bir kariyer mi? Netice itibarıyla ben TRT’nin kurulduğu günden beri televizyonun içinde olan biriyim.
Kariyer derken haberciliği kastetmiştim.
Haberciliğin tarifini yaparsak bu yeni bir kariyer mi yoksa mevcut bilgi birikimi yeni işi karşılayabilecek nitelikte mi anlarız. Daha önce de bana birkaç kez haber okuma teklifi gelmişti. Severek oynadığım Sayın Bakanım’ın seyirci tarafından seyredilmemesi üzerine ne yapacağım bundan sonra diye düşündüm. Seçici olmak, daha ciddi, inanılır bir iş yapmak istediğim için bu teklifi kabul ettim.
Tiyatro, reklam, sinema oyunculuğu, yarışma sunuculuğu... Biraz da doygunluk noktasına ulaşmanın arayışı mıydı?
Hayır, ben sinema ve tiyatroda hiç doygun değilim. Tiyatrodan gönüllü ayrılmadım. Dönemin kültür bakanının zorlamasıyla ayrıldım. Başarabildiğim yegane şey oyunculuk, rejisörlük, oyun yazarlığı. Bu yüzden de televizyona geçtim. Tiyatroculuk dönemimde köşe yazısı yazmam için ilk teklifi İlhan Selçuk’tan almıştım. Devlet memuru olduğum için pek sıcak bakmadılar. Daha sonra tiyatroda yönetimler değişti. Ben Yeni Yüzyıl, Yeni Binyıl ve Akşam’da yazdım. Alem FM’de genel müdürlük yaptım. Medyanın çok dışında biri değilim.
400 bin dolar transfer ücreti, 30 milyar lira maaş aldığınız yazıldı, doğru mu?
Bir transfer ücreti asla söz konusu değil. Daha önce sunduğum yarışma programının sadece iki bölümünden aldığım para kadar bir maaş alıyorum burada.
Siz şimdi spiker mi oldunuz, anchorman mi? Çünkü anchorman’ler sadece haber sunmazlar. Haberin üretimine katkıda bulundukları gibi, sunarken de yorum yaparlar.
Bu söylediğiniz tanımlar var; ama öncelikle bu kelimeyi karşılayan şey, güvenilirlik. Çünkü yorumlar şahsileşirse, belli bir maksat adına yapılırsa anchorman olmuyorsunuz. Üç sene önce, en güvenilir insan kimdir, diye bir anket yapılmıştı. Ben Cumhurbaşkanı’ndan sonra ikinci çıkmıştım. Zaten beni televizyonda iş yapmaya sevk eden budur.
Güvenilirlik yetiyor mu insanı anchorman yapmaya?
Dünyada ve Türkiye’de olup biteni yorumlama adına tiyatro sanatına bakalım. 25 yıldır, devlet tiyatrosunda 60 oyun sahneye koydum, en çok ödül kazanmış sanatçılarından biriyim. Eğer siz dünyayı değiştiren insanları, Shakespeare’i, Brecht’i, Becket’i, Platon’u, Sokrates’i bilmiyorsanız, siyasi yorum yapmanız biraz zordur. Ben 60 tane piyesi yorumladıysam bir birikimim var demektir. Acaba bir habercinin yorumlama yeteneği nedir ve nereden biriktirir, bu yorum gücü nereden kaynaklanır derseniz, bilimden ve sanattan kaynaklanır.
Yani “Benim tiyatro birikimim, haberi yorumlamama yetecek kadar fazladır. Haberlerin içinde ekstradan pişmeye gerek yoktur” mu diyorsunuz?
Hayır, öyle bir şey söylemedim. Ben bu işe çırak olarak başlarım. Ve işin içinden çıkacağıma kanaat getirirsem, haber merkezinin içine gide gele, ancak pişer de işin ne olduğunu anlayabilirsem, o yorum yapan anchorman haline dönüşebilirim. O da arkadaşlarım, tamam derlerse. Siz bana yaşımı söylüyorsunuz; ama yaş çok önemli bir şey değil ki. Yani baktığınız zaman dünyanın önemli kanallarında haber okuyanlara, 60 yaşın üzerinde olan insanlar.
Çıraklıktan ustalığa ne zaman geçersiniz?
Sözleşmem bir senelikti. Ben aralık ayına kadar süre koydurdum. Ben şimdi artık haberlerin çok seyredilmediği, haber reytinglerinin çok düştüğü bir zamanda işe başladım. Belki de benim için iyidir bu, acemilik dönemini böyle atlatırım. Önümde haberin mutfağıyla haşır neşir olacağım ölü yaz sezonu var. Eylülden sonraki üç, üç buçuk ay içerisinde bu işin olup olmadığını hepimiz anlarız.
O zamana kadar canlı yayın bağlantıları, ağır, resmi konuk ağırlamaları, son dakika gelişmelerini yönlendirebilecek misiniz?
Bunu yönlendirmekle yükümlü değilim ben. Star Haber’in başında Erdoğan Aktaş var. Entelektüel birikimi, deneyimi olan biri. Ona güveniyorum. Şu anki pozisyonum haberi hazırlamak değil. Bunu yapamam zaten. Süreç içerisinde, yavaş yavaş, arkadaşlarımla beraber bu çıraklık sürecinden sonra ancak başlayabilirim. Ama siz gelirseniz konuk olarak stüdyoya, herhangi bir mesele üzerine sizinle sohbet edeceksem, sizin düşüncelerinizi alacaksam herhalde bunu başarabilirim. Benden istenen şimdilik haberi sunmaksa, Türkçemin doğru dürüst olduğunu zannediyorum. Bütün haberlerin neredeyse tıpatıp birbirine benzediği Türkiye’de, bazı haberlerin bir şekilde kendini ayrıştırması lazım. Televizyonlar kâr amaçlı kurumlar. Haber kanalı özelliğini kazanmış kanalların dışındaki kanalların, objektifliğini, güvenilirliğini koruyarak, başka bir formatta haber sunmasından yanayım.
Çıraklık dönemini bir an evvel kapatıp, haberleri farklılaştırmak gibi bir misyon mu biçtiniz kendinize?
Böyle bir misyonu kendime ancak kanalı yöneten Cengiz Özdemir, Erdoğan Aktaş’la biçebilirim.
Star Haber de diğer kanallar gibi magazinel. Sizin ağırlığınızla, okuduğunuz haberlerin hafifliği arasında bir çelişki gördüğümü söylemek istiyorum.
Ben de memnun değilim bundan.
Ama “Ali Kırca gibi magazinel haber sunmak istemezdim” demiştiniz daha önce.
Hayır. Ben bunu söyleyecek durumda da değilim. Yeni başladığım mesleğin duayeni olan birine böyle bir şey söylemem mümkün değil.
Star hükümetin kontrolünde. Geçen gün sizi izledim. Başbakan, Başbakanlık bahçesinde dolaşıyormuş, baharı yaşamış. Etrafında haleler, bulutlar bilmem neler. Kenan Işık’ı alıyorsan işe, ciddiyet getirmek istiyorsun demektir. Böyle hafif, yandaş haber okutursan oluyor mu?
Bu haberi ben hazırlamadım. Biraz önce de İbrahim Tatlıses’in ve Mehmet Ali Erbil’in bir haberini okudum. Şimdi bu vahşi piyasa içerisinde bu haberi ben yapmazsam öbürü yapacak ve reytingi o alacak ve hakikaten reyting sayesinde reklamları alabilmek diye bir öncelik var. Bir kanal, kimliğini sadece haberle oluşturmaz. Kanalın imajı yıllar içerisinde oluşur. İmajın düzgünlüğü açısından Star’ın şansı da yok şu anda. Kanal dediğiniz şey üç tane kamerayla hatta binayla kaç para eder ki? Değerli olan şey, kanalın ürettiğidir. Şu anda bu kanal on liraysa, ürettikleriyle değerini on beş liraya çıkarabilir. Ve bu on beş liraya çıkarırken de asla TRT gibi davranmaması gerekir. Cengiz Özdemir’in de böyle bir düşüncesi var. Belki de onun için buraya istendim. Bu on liraysa, acaba Kenan Işık gelirse 11 lira olur mu? TMSF’nin niyetine de bakmak lazım. “Aman bu kanalı bir an önce elden çıkarayım, zararın neresinden dönersek kârdır” diyebilir. Hemen satabilir ilk isteyene. Ya da bu kanalı daha kaliteli bir kanal haline getireyim, beş liraya satayım diyebilir. O zaman Cengiz Özdemir’i dinlemesi gerekiyor.
Satılması sizi nasıl etkiler?
Ben burada kalmak isterim. En çok istediğim şey, bu kanalın satılmasıdır. Peki satın alacak olan kim? Ne maksatla kullanacak? Derdi hükümeti övmek mi ya da kör gözüne parmağım, eleştirmek mi? Kanalı satın alan, eminim ki tıpkı bir tekstil fabrikası kurmak gibi ben buradan yılda yüz milyon kâr ederim düşüncesiyle alacak olan biridir.
Emret Bakanım vesilesiyle, politikacıların eleştiriler karşısında hazımsız olduğu hatırlatılınca siz “Sanatın görevi, geleneksel anlayışın yerine, yenisini en azından düşündürmektir. Politikacılar da öyle zannediyorum ki, kendi içinde bulundukları durumun ne kadar komik olduğunun ayırdına varırlar. Ve kendilerini değiştirirler” demiştiniz. Ama bu yaklaşımı şu anda okuduğunuz haberler için uygulama imkanı yok.
Olacak diye umut ediyorum. Bu değiştirme meselesi çok önemli. Bazıları televizyonları kârın dışında da başka manada ele geçirmek isteyebilirler. Ama bu çok vahim bir durumdur. Yani borazan gibi, bir tek düşünceyi dile getiren. Gördük bunu, yaşadık. Star’da bizim bile temizlemeye gücümüzün yetmeyeceği bir imaj kirliliği var. Biz bu eleştirel yaklaşımla belki bir şeyleri değiştirip, yenileyebiliriz. Ama o eleştiriyi yapacak olan kim? Ona nasıl inanırsın? Hep birilerine güveniriz. Sonra o güvenimiz boşa çıkar. Bu güveni özellikle benim boşa çıkarmamam gerekiyor.
Şu anda haberlerin pişirilmesi sırasında ne kadar mutfakta kalabiliyorsunuz?
Saat 14.30’daki toplantıya giriyorum. O toplantıda bütün ayrıntılarla, yurtdışından gelen, yurtiçinden gelen haberler harmanlanıyor ve hangisinin kullanılacağına karar veriliyor. Sonra görevli arkadaşlar haberleri hazırlıyorlar. Ben de hazırlarlarken haberlere bakıyorum. VTR’sini seyrediyorum. Biri haberi düzeltiyor. Neymiş son hali diyorum; ama o çok fazla şansım olmuyor. Çünkü haber metinleri 18.30’da son halini alıyor.
Haluk Şahin diyor ki, oyuncu sahneye çıkar, oyununu oynar. Ve orada biter işi. Ama habercilik 24 saat devam eder. Bunu sunan kişi de bir haberci gibi yaşamalıdır.
Haluk Bey o zaman tiyatro bilmiyor. Size 4 sene önce Mevlana piyesi ya da filminden söz etmiştim. Hâlâ o projenin üzerindeyim. Mevlana üzerine yazılmış ne varsa okudum. On beş gün önce de, Şam’a ve Halep’e gittim. Mümkün olsa Tebriz’e de gitsem. Ve oradaki sufileri buldum. Bana bir sema gösterisi yaptılar ama berbattı. Anladım ki orada da turistik hale gelmiş. Kimsenin ne Mevlana’dan, ne Şems’ten, ne de sufilikten haberi var. Dört senedir ben, neredeyse her an o senaryoyla haşır neşirim. Bazen uykuyla uyanıklık arasında iki üç sahne aklıma geliyor. Yani tiyatrocu 24 saat kendini o işe adamamışsa sonu hüsrandır, o oyunu yazamaz.
Ne aşamada o senaryo?
Neredeyse diyalog haline getirilecek. Ben ne kadar yarım yamalak biliyormuşum Sokrates’le Platon’un ilişkisini. Mevlana ve Şems ilişkisinden hiç farkı yok. Ben Mevlana okuduğum zaman, Şems şiirinin içinde sürekli Eflatun geçiyor. Ne ilgisi var deyip, dönüyor Sokrates’le Platon’un ilişkisine geçiyorsunuz. O zaman Şems-Mevlana ilişkisini birdenbire doğru yorumlamaya başlıyorsunuz. Çünkü Platon’la Sokrates döneminde kadın kimdi, erkek nasıl anlaşılıyordu, siyasal iktidar ne yapıyordu, kadınlar niye ikinci derecedeydi dediğiniz zaman, erkek erkeğe olan bu etkilenmenin aslında birilerinin söylediği gibi eşcinsel bir etkilenme olmadığını anlıyor ve rahatlıyorsunuz. Mevlana öyle bir şiir yazmış ki Şems Halep’e gittikten sonra. Dizlerim senin başını özledi, işte dudaklarım şöyle oldu vb. Bir aşk şiiri yazmış adam. Peki bu şiir ne diye sorana cevap verebilmek için okuyorum.
Yalnız Mevlana-Şems ilişkisinin baskın boyutu mistik. Birbirlerinin yüzünde Yaratan’ı görüyorlar.
Vahdet-i vücut dediğimiz şey, sadece Şems’in yüzü olmayabilir. Bir küçük su birikintisinin içindeki bir nilüfer çiçeği de aynı duyguyu uyandırabilir.
Özetle tiyatro faslı bitmedi hayatınızda...
Asla. Tiyatro biterse ben de biterim. Tiyatro beni tazeliyor. Eğer bu senaryo olmasaydı ben Sokrates’le Platon’u bir kere daha okumazdım. 24 yaşında devlet tiyatrosunda rejisörlük yapmaya başladım. Son 25 yıldır hiç oyun oynamadım. Haluk Bey’in dediği gibi tiyatrocu iki saatte rolünü ezberler, oyununu oynar, ceketini giyer gider diye bir şey yok. O zaman haberci de gelir, ceketini giyer, kravatını takar, haberi okur ve gider.
RÖPORTAJ: NURİYE AKMAN
KAYNAK: