BIST 9.550
DOLAR 34,54
EURO 36,01
ALTIN 3.005,46
HABER /  GÜNCEL

SP'den miting gibi basın açıklaması

SP Gençlik Kolları'nın İstanbul Büyükşehir Belediyesi önünde yaptığı 'İstanbul Bu Kadar Sahipsiz Olmamıştı' adlı basın açıklaması bir anda miting havasına büründü.

Abone ol

Saadet Partisi İstanbul İl Başkanlığı Gençlik Kolları'nın İstanbul Büyükşehir Belediyesi önünde 'İstanbul Hiç Bu kadar Sahipsiz Kalmamıştı' başlıklı basın açıklaması miting atmosferine birdenbire büründü. İstanbul İl Kolları Başkanı Zafer Emanetoğlu, burada yaptığı açıklamada şu görüşlere yer verdi: Bizler, kıymeti, dünya nimetleri ile ölçülemeyecek bir şehrin sakinleriyiz. Ecdadın bir zerresi için can feda ettiği İstanbul’un her taşı tarih, her karışı misk-ü amber kokmaktadır. Sorsanız, her insaf sahibi, İstanbul’un dünyanın en güzel şehri olduğunu söyleyecektir. Her gelen ve her gören İstanbul’a hususi aşkını söylemiş, şiirler ve nesirler ile sanki bu eşsiz sevgiliyi, bulunduğu makamdan daha yücelerine taşımak gayretini göstermiş. Bu şehrinde yaşamanın maddi olmasa da, manevi bir bedeli var. O da mazisi ile olduğu kadar âtisi ile barış yapmayı ve hem tarihine, hem de geleceğine hakkını verip sahip çıkmayı icap ettirir. Bugün burada toplanmamızın sebebi, Dünyanın Başşehri olan İstanbul’umuzun yüzyıllar boyunca taşımış olduğu tarihi mirasına sahip çıkmak, bu şehrin yöneticisi(!) makamında bulunanların telafisi mümkün olmayacak yanlış adımlarına engel olmaktır. Tarihin her döneminde olduğu gibi bugünde İstanbul üzerinde bir çok kirli hesaplar yapılmaktadır. Yöneticilerimizin ölçüsüzlüğü artık şuursuzluk boyutuna ulaşmış durumdadır. İstanbul’un tarihi dokusu hızla bozularak Konstantinopolis’e çevrilmek istemekte ve üç kuruş için yabancı sermayeye peşkeş çekilmektedir. Kentleşme ile gelen kültürel bozulma Bugünlerde güzide şehrimiz İstanbul hızla kentleştiriliyor. Kentleştikçe değişime uğrayan İstanbul’un, bu değişim sonucunda tarihi ve kültürel yapısında bozulmalar meydana gelmektedir. Bu durum, maalesef halkımızın değerlerinden uzaklaştırılarak tarihini ve kültürünü bilmeden yaşamasını beraberinde getirmektedir. Bunun sonucu olarak, yöneticilerimiz ne geçmişteki değerlerine sahip çıkarak kök salmaya, ne de ölçülü hareket etmeye ihtiyaç duymuyorlar. Bu köksüz hareket etmenin en acı örnekleri III.. Köprüde, Fener- Balatta, Galatportta, Haliçportta, Formula 1 organizasyonunda, açıkça görülmektedir. III. Köprü Yapımı Daha dün III. köprüye karşı çıkıp şehircilik açısından bir facia olarak niteleyenler, Milli Görüş gömleğini çıkardıktan sonra bütün söylem ve eylemlerini değiştirerek tam tersine hareket etseler de buradan kendilerine sesleniyoruz: sizin şehircilik anlayışınıza ne oldu? Neden dün ak dediğinize bugün kara demektesiniz? Belli çevrelere ödenen diyetler yetmedi mi ki, III. köprü ile yeni bir diyet ödeme telaşına düştünüz? Yılda 300,000-500,000 ağaç diktik diye övünenler, sermaye sahipleri için yeşil alan statüsündeki bölgeleri imara açmaktan geri durmuyorlar. Ve imara açtıkları bu bölgelerde yapılan inşaatların temellerini de bizzat kendileri atıyorlar. Bizansı ihya ediyorlar İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 2010 yılında “Avrupa Kültür Başkenti” olmak için hazırlık yapıyor ama otoriteler tarafından başkent seçilebilmesi için İstanbul’a şans tanınmıyor. Otoriteler şans tanınmamalarının sebebi olarak da Türkiye’nin AB üyesi olmaması, yani ortak kültüre sahip olmayışımız gerekçe gösteriliyor. İstanbul’un trafik sorununu çözmekte bu kadar kararlı olmayan İstanbul Büyükşehir Belediyesi yönetimi ise Avrupa Kültür Başkenti seçilebilmek için bir yandan yurtdışında çabalarını sürdürüyorken,, diğer yandan da İstanbul’daki Bizans eserlerinin onarımı için büyük paralar ayırıyor. Doğu Roma ve Bizans’tan kalma eserlerin hızla restore edilmesi istenirken bu döneme ait saray, kilise, anıt, heykel ve alanların onarımına hız verildi. AB fonlarından yararlanılarak ayağa kaldırılacak Bizans eserleri için İstanbul Büyükşehir Belediyesi bütçesinden de trilyonlar çıkıyor. İşte rakamı rakamına Bizans ihyası Restorasyonu gerçekleştirilen ve tamamına yakını Doğu Roma ve Bizans’a ait eserlerden oluşan yapılar şunlar: 1- Tekfur Sarayı (Belediye 2 milyon YTL ayırıyor) 2- Anemas zindanları (Belediye 2 milyon YTL ayırıyor) 3- Bizans’tan kalan surların onarımı (Hazırlık aşamasında) 4- Başta Ayasofya olmak üzere, Bizans’tan kalan kiliselerin onarımı (Hazırlık aşamasında) 5- Sultanahmet’teki arkeolojik parkın bakım ve onarımı 6- Süleymaniye ve çevresini koruma alanının “kentsel dönüşümü” 7- Zeyrek’teki kilisenin (Pantokrator) ve çevresini bakım-onarımı (AB 7 milyon Avro veriyor) 8- Saraçhane Parkı’nda bulunan, 524-527 tarihinde inşa edilmiş Aziz Polieuktos kilisesinin yeniden inşası. (Bu, Ayasofya’dan önceki en büyük kilise) 9- Yerebatan Sarnıcı’nın yanındaki Million Taşı (ki Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti olarak İstanbul’un dünyanın başladığı yer olduğunu ilan için dikilmiştir) 10- 390 yılında Büyük Theodostus tarafından Mısır’dan İstanbul’a getirilen Dikilitaş. Refah Partisinden bu yana karşı olduğumuz Marmaray Projesi şüphelerimizi haklı çıkarırcasına Bizansın kalıntılarını arama çalışmalarına dönüşmüş durumdadır. Yarın çıkacak kalıntıların dünya mirası olarak adlandırılarak koruma altına alınmacağını ve bu yolla İstanbul’a yeni Bizans simgeleri yerleştirilmeyeceğini kim garanti edebilir. Bizim ülkeyi ve şehri yönetenlerden isteğimiz, İstanbul’u Bizans yapma projelerine alet olmaları değildir. Biz, Büyük Şehir Belediyesi’nden bir an önce İstanbul ile ilgili olarak, sivil toplum kuruluşlarını toplamasını ve İstanbul’daki tarihi ve kültürel eserleri inceleyip, önce kendi eserlerimizle ilgili çalışmaların yapılmasını bekliyoruz. Formula 1’in Gerçek Yüzü Bir yandan Bizans’ı ihya etmekle uğraşan İstanbul Büyükşehir Belediyesi diğer yandan da Avrupa’nın bir çok ülkesinde artık istenmeyen Formula 1 organizasyonunu İstanbul’a getirmekle övünüyor. Basın - yayın organlarına yalnızca; çok sayıda turist, Türkiye’nin tanıtılması için bir fırsat ve ekonomik getirileri yüksek olan bir organizasyon olarak yansıyan Formula 1 organizasyonun, aslında görünmeyen yüzü bundan çok farklıdır. Her şey bir avuç sermayedar ve medya patronu için yapılmıştır. Bugüne kadar Avrupalılar Türkiye’nin menfaatine bir yatırım yapmadıkları gibi Formula 1 organizasyonunda da yapmamışlardır. F1 organizasyonunun ülkemize hiç bir faydası olmamıştır. Tam tersine, bu yarışmalar dünyadaki bir çok çevre kuruluşlarından büyük bir tepki almaktadır. Çünkü bu yarışlar, ciddi çevre kirliliklerine neden olmaktadır. Formula 1 araçlarından çıkan bu duman ve kimyasal yakıtlar etrafa, ormana, göle, zemine dağılıyor ve yağmur, rüzgâr ve diğer etkilerle etrafa yayılıyor. Çıkan kirli gazlar etrafta ciddi bir kirlilik oluşturuyor. Bu nedenle bu yarışları kendi ülkelerinden atma yolları arıyorlar. Almanya, Fransa ve İtalya da çevre kuruluşları bunlara çok tepki gösterdiğinden dolayı, bu ülkeler bu yarışmaları kendi ülkelerinden dışarı atmak zorunda kalıyorlar. Formula 1’in yapıldığı alan takriben 2250 dönüm yüz ölçüme sahip. Alanın tamamı Ömerli Barajı su toplama havzası ve orman sınırları içinde olup, orman kanununa tabi olan vakıf ormanıdır. Ayrıca, Ömerli Barajı’nı besleyen Değirmen Deresi’nin mutlak koruma alanında, derenin iki tarafında 50’şer metrelik koruma alanı olmak zorunda. Bu koruma alanının kamulaştırılması gerekiyor. Formula 1 pisti ise bu koruma alanı içinde kalıyor. Dere, hem mutlak koruma alanı içinde kalıyor hem de Ömerli Havzası su koruma alanında. Dolayısıyla bu dere, mutlak koruma alanı içinde yer aldığı için, buraya hiç bir yapı yapılamaz ve buranın kamulaştırılması gerekir. Ama böyle bir şey olmadı. Formula ile ilgili olarak değinilmesi gereken bir diğer husus ise şudur: Formula niçin Türkiye’de yapılıyor? Bildiğiniz gibi Avrupa’da ve dünyanın muhtelif yerlerinde Formula yarışlarının yapıldığı pistler var. Bilhassa Fransa, Almanya ve İtalya gibi ülkeler bu işin başını çekiyor. Formula yarışları otomobil üreten firmaların teknolojilerini yarıştırdıkları ve denedikleri bir yarış. Tamamen teknolojik bir olay ve sportif boyutu işin reklâmasyon boyutunu oluşturuyor. Dolayısı ile Formula 1, uluslararası sermayenin kendi menfaatleri doğrultusunda yaptığı bir takım çalışmaları parasal kaynağa dönüştürme alanından ibarettir. İşin çok daha ilginç bir boyutu ise, bu işe öncülük edenlerin başında bir medya patronun olmasıdır. Bu medya patronun, Formula 1 pistine yakın bir yerde 2000 küsur villa yapmaktan başka bir derdi de yoktur. Ancak, İSKİ ve Çevre Bakanlığı’nın çıkardığı havza yönetmeliğine göre belli mesafelerde ve kısıtlı olarak yapılabilir. İstediğiniz gibi yapı kuramazsınız. Formula’yı ısrarla buraya getirmek istemelerinin sebebi de havzada yapı yapmaktan ibarettir. Şimdi soruyoruz: İTO ve Başbakanlık’ın yapması gereken harcamaların da belediyenin üstüne yıkılmasıyla, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bu projeye 56 milyon dolar harcamasına sebep olan medya patronu kimdir? Bölgeyi adeta bir rant bölgesine çevirerek, İstanbullular için kullanılması gereken para sermayedarlara peşkeş çeken bir yönetim İstanbul’a ve İstanbullulara ne verebilir? AB Yolunda Kültürel Değişim Operasyonu Türkiye, Avrupa Birliği yolunda çeşitli tavizler vererek, yol alırken AB’nin kültürel dayatmalarına da ses çıkarmıyor. Avrupa’nın önde gelen isimleri ilk ağızdan Türkiye’den kültürel bir değişim istediğini her fırsatta dile getiriyor. Topraklarımızda yer alan Hıristiyan kültürüne dair ne varsa yeniden gün yüzüne çıkarılıyor ve restorasyonu yapılarak, canlandırılıyor. İslam kültürüne ait eserlerimize ise ne sahip çıkan nede hatırlayan var. Türkiye’ye AB’ye girme şartı olarak kültürel değişim şartı koyan Avrupa Birliği, Fener-Balat’ta yer alan Rum evlerini restore ettirmek için 7 milyon Euro hibe etti. Balat’ta bulunan, kimsenin yüzüne bakmadığı harabe haline gelmiş binalar, fahiş rakamlara restore ediliyor. Fener Rum Patrikhanesi’ni çevreleyen Fener-Balat semtleri Rehabilitasyon Programı büyük bir hızla devam ediyor. Çok sayıda evde çalışmalar devam ederken, semt sakinleri ile yapılan anlaşmalarda 5 yıl satmama şartı getirilmiş. Böylece evlerin kısa sürede el değiştirmesi engellenerek, emlakçıların önü kesilmeye çalışılıyor. Ancak, bölge halkı da uygulanan projenin geleceğe yapılan bir yatırım olduğu konusunda hemfikir olup, içten içe büyük bir tedirginlik içerisindedir. Avrupa Birliği, UNESCO’nun yürüttüğü projelerle kültürel varlıklara sahip çıkmak adı altında kredi veriyor ve sonra da sahipleniyor. Fener’de yapılan çalışma da bu niyetin ürünüdür ve Patrikhanenin geleceği için açık birer hazırlıktır. Turizm ve kültür adına bu yapılanlar Patrik’in ekümenik olması için yapılan hesapların altyapısıdır. Sabahın erken saatlerinde, sokaklar boşken o bölgede dolaştığınızda, insan kendisini Bizans’ta hissetmekten kendisini alamıyor. Ancak görünen o dur ki, Fener-Balat’ta yaşananlar burayla sınırlı kalmayacaktır. Toplu Konut İdaresi ile anlaşan Fatih ve İstanbul Büyükşehir Belediyeleri, Fener-Balat’tan sonra, Edirnekapı’daki Sulukule’de de benzer bir, operasyona hazırlanıyor. Restorasyonlardaki asıl amaç.. Fener-Balat yada Sulukule’deki mesele, sadece kilisenin restore edilmesi değildir. Burada önemli olan bu işin nereye kadar gideceğidir. Hatırlayacağınız üzere, Haliçte Deniz Kuvvetleri Komutanlığı vardı. Bugün orası boşaltılmış durumda ve Haliçport yani Haliç’in satılması da gündeme gelecektir. Bölgeyi incelediğiniz zaman Sütlüce tarafı Fener Patrikhanesi’nin mücavir alanı gibi gözüküyor. Dolayısıyla Deniz Kuvvetleri de oradan çıkartıldı. Büyük bir ihtimalle o bölge Haliçport olarak satışa çıkartılacak ve ABD pasaportu taşıyan bir Yunanlı ya da İsrailli gelip alacaktır. Bu söylediklerimiz size bir komplo teorisi gibi geldiyse, yapmanız gereken tek şey Galataport’un kimlere ve hangi şartlarda satıldığına bakmanızdır. Hatırlayacaınız üzere, İstanbul Salıpazarı Karaköy Kruvaziyer Liman Turizm Ticaret Kompleksi (Galataport) ”yap-işlet-devret” modeli çerçevesinde açılan ihalede 3 milyar 538 milyon 449 bin 233 Euro teklif veren Royal Caribbean Cruises Ltd'nin önderliğindeki konsorsiyuma verildi. Ofer rahat rahat ödeyebilsin diye 46 yıllık taksit yapılması da ihmal edilmedi. Yahudi Sermayesine Peşkeş. Bu “Oferleme Olayı” beraberinde iki büyük skandalı da gözler önüne sermiştir. Bunlardan birincisi, önce Ofer’i tanımadığını, sonra hiç görüşmediğini söylediğini ve aynı günün akşamında, hem tanıdığını hem de görüştüğünü söyleyen Başbakan Erdoğan kamuoyuna açıkça yalan söylemiştir. Böyle bir Başbakanın bundan sonra hangi dediğine, hangi sözüne inanılabilir? [Hatırlarsanız, ABD Eski Başkanı Clinton, bayan Monika’ya yaptıklarından dolayı değil, “yapmadım” diye yalan söylediğinden dolayı mahkemeye çıkmış ve halkının tepkisini çekmişti!] “Oferleme Olayı”nın beraberinde getirdiği ikinci skandal ise “Ülkemizin zenginlikleri Sn. Tayyip Erdoğan eliyle Yahudi sermayesine peşkeş çekiliyor” olmasıdır. Ülkesini pazarlamakla görevli bir Başbakana bundan sonra nasıl güvenilir ve ülkenin yönetimi teslim edilebilir? Galataport ihalesinin kime ve hangi şartlarla verildiğini gördüğümüzde aklımıza Sevr Antlaşması’nın 23 ve 27’inci maddeleri gelmektedir. Sevr Antlaşması’nın 23’üncü maddesinde “Tüm limanlar müttefik devletlerin egemenliği altında yabancı bir konsorsiyum tarafından işletilecektir” ifadesi yer alır. Sevr Antlaşması’nın 27’inci maddesinde ise “başta İstanbul ve İskenderun limanları olmak üzere tüm limanlar serbest geçiş ilkesi çerçevesinde dünya ekonomisine açılacaktır” ifadesi yer alır. Şimdi bu maddeler ile Galataport, Haydarpaşaport, İskenderun Limanı özelleştirmesi ve Ofer Firmasını yan yana getirince ilginç bir tablo ortaya çıkıyor. Belki de bu tablo, ülkemizi uyuşturarak adeta esir alan sıcak paranın bedelinin ne olduğunu anlamamız açısından çok daha detaylı analiz edilmesi gereken bir tablodur. Tüm bu “Oferleme Olayı” yaşanırken, “Ülke zenginliklerini Başbakanın eliyle Yahudi sermayesine peşkeş çekiliyor” suçlamasıyla karşı karşıya kalan Erdoğan, bu görüntünün kamuoyunda ve özellikle de AKP’ye oy verenlerde meydana getirdiği sıkıntıyı ortadan kaldırmak için yeni bir hamle arayışına girdi. Yalan söyleyen ve ülkeyi peşkeş çeken Başbakan görüntüsü kamuoyunda yerleşmeden, “dostlar” hemen devreye giriverdiler. Dubai’deki üç büyük holdingden biri “ikna edildi” ve Sn. Erdoğan Dubai’ye giderek detayları görüştü. Şeyh Maktum, İstanbul’a yatırım yapacaktı. Böylelikle, trilyon doları bulan yüzer-gezer Arab sermayesi ülkemize akmaya başlıyor olacaktı. Görüşmeler, randevular, ziyaretler kısa sürede Türkiye’nin önüne 5 milyar dolarlık “Dubai Towers” projesini koydu.Projeye tepkiler gelince, “Oferleme Olayı”nda kaçacak delik arayan Sn. Tayyip Erdoğan birden aslan kesiliverdi. Çünkü Oferlemenin baskısı atlatılmıştı. Peki Dubai Şeyhi bu işe nasıl ikna edildi? Bu holdingin gelişen pazarlarda iyi yatırım yapıyor görüntüsü, onun Dubai borsasındaki hisselerine tavan yaptırıyor. Nitekim, benzer bir durum Mısır için olmuştur. Holding Mısır’da, Devlet ile birlikte büyük bir yatırıma girişmiştir. Bu yatırım haberi, Dubai borsasındaki hisselerin değerini ikiye katlamıştır. O hisselere yatırım yapanlar (!) yaklaşık 800 milyon dolarlık bir kazanç elde ederken, Türkiye’deki yatırım haberi de, holding hisselerine yatırım yapanlara yaklaşık 200 milyon dolarlık bir getiri sağlamış. Şeyhin yaptığı masraflar ve reklam giderleri ise 5 milyon dolar. 5 milyon dolar masraf yapacaksınız, yaklaşık 200 milyon dolarlık bir getiri elde edeceksiniz. Bu arada, Sn. Başbakan Erdoğan’ın üzerinden de “yalancı” ve “oferlemeci” baskısını da kaldıracaksınız. Nasıl anlaşma ama Süper değil mi? İstanbul gibi dünyanın en önemli şehrini yöneten(!) Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ise daha bir trafik sorununu çözmeyi bile başaramamıştır. Radikal gazetesinden Neşe Düzel’in bir sorusu üzerine “Sokağa çıkma yasağında ya da uzun tatil günlerinde, kent içindeki araç sayısı azaldığında trafikte bir rahatlama oluyor. Niçin?” diyerek Topbaş, “Okullar olmasa maarifi ne güzel idare ederim.” diyen Haşim Paşa'nın ruhunu da şad eti doğrusu. Bu tablo karşısında Saadet Partisi İstanbul İl Gençlik Kolları olarak inancımız şudur: Konstantinopolis’in nasıl İstanbul yapıldığını, Türkiye’nin nasıl yapıldığını bilmeyenler, onu nasıl koruyacaklarını da bilemezler. İstanbul, sadece tarihi bir şehir değildir. İnsanlığın kadim birikimini temsil eden az sayıdaki şehirlerin de başıdır. Bu sebep ile Saadet Partisi İstanbul İl Gençlik Kolları olarak bizler şehrimize, İstanbul’a sonuna kadar sahip çıkacağız. Dün Sevr’e süngü ile direnerek bugünkü Türkiye Cumhuriyetimiz’i kuranlar, bugün, bu narkozlama operasyonlarına karşı Milli Görüş’te toplanarak Yaşanabilir Bir Türkiye’yi, Yeniden Büyük Türkiye’yi ve adil temeller üzerine, Yeni Bir Dünya’yı kuracaklardır. Değerli İstanbullulara ve kamuoyuna saygıyla arz ediyor, milletimizi saygı ile selamlıyoruz.