Sorusu olmayan cevaplar
İnsan, yaratılışı itibariyle soru(n)larla dünyaya gelir. Doğarken ağlamak dahi dünyaya yöneltilmiş zekice bir soru, bir diğer manasıyla dünyanın zevk sefa düşkünlüğüne karşı yöneltilmiş bir isyanının ilk narasıdır. Fakat hayatın bu aşaması, sorular ya da nara karşısında ne yapılacağının önem arz ettiği bir aşama değildir: İnsanı fıtratından uzaklaştıran bir hayata ne zaman ikna olacağınız ve bu durumu nasıl kanıksayacağınızın farkına varmaya başladığınız bir aşamadır.
Yeni gelmiş olduğunuz dünyada fıtratınızın izinde isyan naraları atarken, önceden gelip sırtınızı sıvazlayan, ağlamanızın kesilmesi için çaba içerisinde olan veya üzerinizi örtüp üşümemenizi isteyenler dünya değirmeninde çok önceden öğütüldükleri için başlattığınız isyan en başta onlar tarafından bastırılacaktır. Mücadeleci yanı ile insan, yaratılışının gereğini yapması gerektiğinin farkındadır fakat kabullenmek gibi kötü bir huya da sahiptir. Bu nedenle insan, dünyada kendini konumlandıracağı yeri belirlemek gibi çok önemli bir fonksiyona sahip olan sorulara hem ilgi göstermez hem de soru sorabilmenin ciddiyetini kendi bünyesinde hissedemez.
Yukarıda bahsedilen soru sorabilme yetisi, bir konu anlaşılmadığında kelimelerin arka arkaya anlamlı bir şekilde dizilip sonuna soru işareti konulması ya da belirli bir dizime sahip kelimelerin soru anlamı çağrıştıracak bir mimikle desteklenmesi değildir. Aksine soru sorabilmek, mevzu bahis olan konuyu oldukça iyi düzeyde tam ve eksiksiz anlamakla mümkün hale gelen kışkırtıcı eylem, yeni bir iddia ortaya atmanın ilk dudak kıpırtısıdır.
Doğru sorulmuş soruların cevabı umumiyetle basittir ve bazı cevaplar 'sorusu olmayan cevaplar' olarak Kuran-ı Hakim'de kayıtlanmıştır. Hz. İbrahim’in Rabbini arayışında güneşi kastedip “Ben, batanları sevmem.” diyerek verdiği cevap bunun en güzel örneğini oluşturur.
Doğumla başlangıç cümlesini kurduğumuz ve hayat boyu muhatap olacağımız sorulara ‘bence’ diye başlayarak verilen cevaplar, kişiselliğin masumiyetinden öte kibir dağlarının kuzey yamaçlarını anımsatır insana. Oysaki başka herhangi bir ifade ile başlayacak bir cevap, insan için bu durumun geniş bir istisnasını oluşturur. Fakat insan, kaideyi bozmayacak bir istisnalığı dahi kendine çok gören yapısıyla övünerek binlerce yıldır varlığını sürdürdüğü için hem kibir dağlarına hem de kuzey yamaçlarına kondurduğu konumuna oldukça alışmıştır.
Bu alışmışlık bazı hususların gözden kaçmasına neden olarak soru ile cevap veya cevap ile soru arasındaki kısa fakat çok önemli bir zaman diliminin önemini yitirmesine neden olmaktadır. Bahsedilen bu zaman diliminin kıymetini bilenlerin, kıymetini bilmeyenlerden keskin bir şekilde ve olumlu manada ayrıldıklarına şahit olmamız bu durumun sağlamasını oluşturmaktadır.
Bugün insanın gerek bireysel gerekse içtimai olarak yaşıyor olduğu tüm sorunlar aslında soru ile cevap veya cevap ile soru arasındaki o kıymetli zamanı değerlendir(e)memekten, bir diğer ifade ile düşünmeden, çıkar ve önceliklere göre verilen cevapların bir sonucudur. En son hangi cevabı, birkaç saniye de olsa düşünerek cevapladığınızı anımsamaya çalışırsanız, düşünme süresinin uzunluğundan neden bazı olumsuzlukları yaşadığınızı, düşünme süresinin kısalığından ise neden görece olarak diğer insanlardan daha iyi durumda olduğunuzu anlayabilirsiniz.
Soru ve cevaplar hakkında tam bir idrake ermek için Yunus Emre’nin sarı çiçek’e sorduğu sorular ve çiçeğin ona verdiği cevapları düşünmek dahi tek başına yeterlidir. Keza sarı çiçek'in, Yunus Emre tarafından kendisine yöneltilen sorulara her bir dize sonrasında hakikat nazarında düşünerek ve soru ile cevap arasındaki o kıymetli zamanı değerlendirerek cevap vermesi, onu kâinat sırlarını anlatan bir arife dönüştürdüğü açıkça görülebilmektedir.
***
Not: “Takipçiniz Var” adlı romanım, 'Okur Kitaplığı' bünyesinde yayımlanarak satışa sunuldu.
Mahremiyetini kaybeden insanın kendini bulma yolculuğunu, geçmiş ve geleceğin araf’ında anlatan “Takipçiniz Var” sosyal medya, internet ve dijitalleşen hayatla birlikte pazarlama nesnesi haline getirilen insanın dramatik öyküsünü konu edinen ilk roman olma özelliğini taşıyor.