Sorunlarımızı Konuşmak Yerine Batı’nın Tarihini Tartışmak
Aydınlarımız lokal politik atmosferden dolayı entelektüel kapasiteden uzaklaşmış haldeler. Bunun için bir süredir tarihin çöplüğünde eşeleniyoruz.
İran asıllı ABD’li komedyen Maz Jobrani, bir gösterisine Pakistan’a teşekkür ederek başlıyor. İran asıllı olduğu için sürekli İran ile ilgili politik sorulara muhatap olmaktan dertli, komedyen. Bu sorulara cevap veremediği/vermek istemediği zamanlarda ise Pakistan’ı ortaya atarak sorulardan kurtulabildiğini anlatıyor.
Soru “İran’da neler oluyor?” olunca, komedyen “Sen asıl Pakistan’da neler oluyor biliyor musun?” diyerek sorudan kurtulmuş olduğunu anlatıyor.
Maalesef bir dizi ekonomik, sosyal ve politik sorunumuz var. Ancak ülkede eli kalem tutan, farklı ideolojilere meyilli aydınlar, bir süredir ülkedeki bu sorunlara dair tartışmalarda benzer bir taktiğe sarılmış durumdalar.
Ne zaman aktüel politik bir konu gündeme gelse, Afrika’daki Fransız mezaliminden Kızılderili kıyımına, mezhep savaşlarından haçlı seferlerine kadar Batı tarihinde ne kadar sorunlu nokta varsa tartışmaya başlıyoruz.
Konu basit bir hukuki mesele ise o zaman da engizisyondan girilip Guantanamo’dan çıkılıyor.
Konu ekonomi ise sömürgeciliği ve kölelik tarihini tartışıyorken buluyoruz kendimizi…
Bu sayede tartışılan konu ne olursa olsun mevzu bir şekilde Batı dünyasının bilinçaltına ve kirli tarihine çıkarılarak tartışma mecrasından saptırılmış oluyor.
Oysa konu, teknik bir politik, hukuki ya da idari meseledir ve çoğu zaman batı dünyası ile ilgili bile değildir.
Batı dünyasının yerli yersiz her tartışmaya katılmasının Maz Jobrani örneğinde olduğu gibi tartışmaları saptırmak için kullanıldığı açık. Aydınlar bu sayede riskli konularda net tavır alma zorunluluğundan kurtulmuş oluyorlar.
Zira kutuplaşmanın ağır olduğu bir zeminde netameli konularda tarihi ve kültürel bagajdan arınmış bir şekilde etik tavır almak, önemli bir risk anlamına geliyor.
Sağdan soldan tüm kalemler için Batı eleştirisi, kazancı yüksek ve maliyetsiz bir uğraş aynı zamanda. Maliyet, entelektüel emek açısından da düşünülebilir, bedel anlamında da. Sağ ucun İslami uç ve sol uçla yerlilik ve millilik paydasında bütünleştiği bir düzlemde Batı eleştirisi, aynı zamanda bol itibar anlamına da geliyor.
Ancak bunun dışında, tartışmaları sürekli olarak Batı’ya yıkmanın bir sebebi daha var, bana göre.
O da -farkında olunsun ya da olunmasın- ülkenin entelektüel açıdan fakirleşmesidir. Zira kozmopolit yaşamın yaygınlaşması ile dünyada birçok “yeni” hukuki, sosyal, siyasal gündem/problem var. Söz konusu “yeni” düzlemin ülke içerisinde izdüşümleri var. Bu “yeni” durumun anlaşılması ve aşılması için teknik bilgiye ilaveten derinlikli tartışmalara da ihtiyaç var. Aydınlarımız lokal politik atmosferden dolayı bu entelektüel kapasiteden uzaklaşmış haldeler. Bunun için bir süredir tarihin çöplüğünde eşeleniyoruz.
Yeni koşullara adapte olmakta zorlanan bir dünyada hak, adalet ve özgürlük için norm göstermek ve toplumu o norma davet etmek yerine slogan atan münevverlerimiz yüzünden daha uzun süre Batı’nın sorunlu tarihini ve uygulamalarını tartışacağa benziyoruz…