BIST 10.025
DOLAR 35,17
EURO 36,72
ALTIN 2.957,79
HABER /  GÜNCEL

Siyasilerin gözdesi tarikat

Kuruluşundan itibaren politik çevrelerle iç içe olması bakımından dikkat çeken Nakşibendi tarikatı Özal döneminde dikkati çekti.

Abone ol

Nakşibendilik tarikatı,1318- 1389 yılları arasında Türkistan'da yaşayan Muhammed Bahaüddin tarafından kuruldu. Nakşibend, Farsça 'nakış yapan' anlamına geliyor. Tarikatın bu adı, 'Kalbi işlediği, kalbin üzerine süsler yaptığı için' aldığı ve böylelikle kurucusunun isminin sonuna da Nakşibend kelimesinin eklendiği biliniyor. Muhammed Bahaüddin'in kendisinden çok önce vefat eden Abdülhalik Gücdivani tarafından yetiştirildiği kabul ediliyor. Şeyh Nakşibend, Buhara yakınlarında Kasr-ı Arifan adı verilen köyde doğdu ve aynı köyde vefat etti. Nesef ve Merv şehirlerinde de yaşayan ve iki kez hacca giden Nakşibend'in çok mütevazi bir hayat sürdürdüğü biliniyor. Haramdan sakınan, kendisine hediye getirenlere hediyelerle karşılık veren, ancak bu konularda peygamber gibi davranmanın küstahlık olduğunu söyleyen Bahaüddin Nakşibend,misafire çok saygı göstermesiyle de tanınıyor. Hatta misafire uymak gerekirse orucu bozmanın bile caiz olduğu şeklindeki açıklamaları, bazı kaynaklarda yer alıyor. YAYMAYA DEVAM ETTİ Nakşibend'in ölümünden sonra tarikatı Halifeleri Alaüddin Attar, Muhammed Parsa ve Yakup-i Çarhi yaydı. Özellikle Muhammed Parsa'nın bu konuda çok büyük hizmetinin olduğu biliniyor. Nakşibendiliğin esaslarına öncelikle Gazneliler döneminde rastlanıyor. Başlangıçta sadece belli esasları olan bu tarikat, gerçek kimliğine Hoca Yusuf el-Hamadani'den sonra kavuştu. Tarikat, ehli sünnet akidelerine sıkı sıkıya bağlı olduğu için Sünni padişahların ilgisini kazandı. Yusuf el- Hamadani'nin halifelerinden Ahmet Yesevi tarikatın Maveraünnehir'de, Abdülhalik el- Gücdivani de Harizm ve Horasan'da yayılmasına yardım etti. YESEVİ TÜRKİSTAN'DA Horasan tasavvufunun önemli temsilcilerindenolan Yusuf Hamadân1140 yılında vefat ettiğinde, arkasında iki mürid bıraktı: Bunlardan biri Hoca Ahmed Yesevi, diğeri ise Abdülhalik Gücdivani... Bu iki müridi birbirinden ayıran en önemli özellik ise zikirdeki farklılıkları. Yüksek sesli zikir yapan Hoca Ahmed YesevTürkistan'da hizmet vermeye devam ederken, Hanefi mezhebinde sesli zikirin mekruh sayılmasından dolayı sessiz zikiri uygun gören Abdülhalik Gücdivani ise Özbekistan sınırları içerisinde ekolünü yaydı. İKİ KOLA AYRILDI Hoca Ahmet Yesevi'nin takipçileri tarikata "Yesevilik" derken, Abdülhalik Gücdivani'nin tarikatına ise "Hacegan" ismi verildi. Yesevilik özellikle Türkler arasında yaygınlaşırken, Hacegan ve onun devamı Nakşibendilik ise hem Türkler hem de Tacikler arasında yayıldı. Horasan'ın melâmet anlayışı ile Buhara'nın Sünni anlayışını birleştirenbir tasavvuf ekolü olarak kurulan Hacegan tarikatı, 14'üncü yüzyılda Bahâeddin Nakşibend'in tarikatın unutulmaya yüz tutan prensiplerini tekrar ortaya koymasından dolayı Nakşibendiyye adını aldı. BALKANLAR'A DA GİRDİ Nakşibendilik, Semerkand'da yaşayan Ubeydullah Ahrâr'ın şeyhliği döneminde ve devamında Orta Asya'nın en güçlü ve yaygın tarı haline geldi. Kısa zamanda Maveraünnehr'in sınırlarını aşan Nakşibendilik, Doğu Türkistan'ın Kaşgar ve Yarkend gibi şehirlerinden Balkanlar'a, Hicaz'dan Hindistan'a kadar geniş bir coğrafyaya yayıldı. Müceddidiye kolunun kurucusu İmam Rabbani adıyla da anılan Serhendli Ahmed Faruki. Hazreti Ömer'in soyundan gelen Faruki,1563- 1626 yılları arasında yaşadı. Faruki'nin en önemli eserleri arasında 'Mektubat' oldukça ünlü. Bu eserde Vahdet-i Vücud reddediliyor. Muhiddin- i Arabi ve Mevlana,fikirleri nedeniyle şiddetle eleştiriliyor. İkinci önemli kol olan Halidiye'nin kurucusu ise, 1776-1826 yılları arasında yaşayan Mevlana Halid Bağdadi. Politik olaylarda daha çok bu kolun müridleri aktif oldu. Halid-i Bağdadi, tasavvuf tarihinin en önemli simalardan biri olup Bağdat'ın kuzeyindeki Zur şehrinde doğdu, 1826'da ise Şam'da vefat etti. Nakşibendi tarikatına yeni bir dinamizm kazandıran Bağdadi, yüzlerce halife yetiştirdi. Bağdadi'nin bu suretle siyasi üstünlüğünü kaybetmeye başlayan İslam dünyasına bir sonraki asırda filizlenecek uyanış hareketinin çekirdeğini ektiği belirtiliyor. Halidiye koluna bağlı Nakşiler, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Batı taklitçiliği zihniyetini frenlemek için çalışıp, İslam'dan uzaklaşma hareketi ile mücadele ettiler. Nakşibendilik, Osmanlı'ya ilk kez Fatih Sultan Mehmet döneminde girdi. Abdullahİlahi, Semerkand'a giderek Nakşibendi şeyhi Ubeydullah Ahrar'ın yanında tasavvuf eğitimi görüp icazet aldıktan sonra memleketi Kütahya'nın Simav ilçesine döndü. Bir süre sonra İstanbul'a yerleşen Abdullah İlahi öldükten sonra onun mürid ve halifesi Emir Ahmed Buhari, Nakşibendği yaymaya devam etti. Türkçe ve Farsça şiirleri olan Buhari'nin müridleri tarikatı Anadolu'nun birçok şehrinde yaydı. Nakşibendi Şeyhi Bursalı Lamii Çelebi ise, bazı şiirlerini Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Süleyman'a ithaf etti. Anadolu topraklarında Nakşibendğin en yaygın hale gelmesi, 19. yüzyılda Halidiyye kolu vasıtasıyla oldu. Bağdat ve Şam'da yaşayan Mevlâna Hâlid-i Bağdâdçok sayıdaki mürid ve halifelerinden bazılarını İstanbul'a ve Anadolu'ya göndererek tarikatı geniş kitlelere yaydı. Kaynak: www.sabah.com.tr