BIST 9.550
DOLAR 34,52
EURO 36,01
ALTIN 3.003,45
HABER /  MAGAZİN  /  KÜLTÜR VE SANAT

Sis ve Gecedeki MİT!

Bir MİT görevlisi yasa dışı bir aşka tutulursa neler olur... İşte mitolojik aşkın sinemaya uyarlanma öyküsü...

Abone ol
Nazım ALPMAN
İnternethaber-Yönetmen Turgut Yasalar yeni filmi Sis ve Gece’de bir MİT görevlisinin yasa-dışı aşkını anlatıyor. Filmde istihbaratçıların normal(!) yasa-dışılıklarına da tanık oluyorsunuz. Filmin omurgasını oluşturan yasa-dışı aşkın masumiyeti, onca kirin- pasın arasında seyircinin kalbini kazanıyor. Nefes almadan finale kadar sürüklüyor.

Mitolojik bir aşk hikayesi


Türkiye bugünlerde güvenlik güçlerindeki “iç çatışmalarının” boyutlarını tartışıyor. Kirli işlerde hangi kurumun ne kadar sorumluğu olduğu öğrenmeye çalışılıyor. Cuma günü vizyona girecek Sis ve Gece filmi, böylesi bir ortamda seyirciyle buluşacak. Epeyce tartışma yaratacak filmi yönetmen Turgut Yasalar ile konuştuk:


-Sis ve Gece nasıl aklına düştü?
Ahmet Ümit’in “Sis ve Gece”si ve “Kar kokusu” evimde okunmak üzere bekliyordu. Bir gün metroya bindim. Yeni çıkan Kukla romanıyla ilgili bir promosyon fasikül basmışlardı. 4. Levent’e giderken yol boyunca okudum. Sonra Taksim’e döndüm Kukla’yı aldım. Patasana’yı aldım. Şu sırayla yazılmıştı; Sis ve Gece, Kar Kokusu, Patasana ve Kukla. Sırayla hepsini okudum.

-Ahmet Ümit’le tanışıyor muydunuz?
Ortak bir politik geçmişimiz ve ortak arkadaşlarımız olmasına rağmen tanışmıyorduk. Aklım Sis ve Gece’de kaldı. Erden Akbulut aracılığıyla tanıştık, ona film projemden söz ettim. Tamam dedi. Sonra senaryo yazmaya ve para aramaya başladım. Herkes çok güzel proje dedi; ama paramız yok dediler. 3-5 ay sonra “hayır” cevabı geldi.

-Hayır cevabının ortak noktaları var mı? Çünkü hikayenin ortasında MİT bulnuyor.
Kimse “şu nedenle hayır diyorum” diye bir açıklama yapmadı. Genellikle paramız yok, bu işe yatırım yapamayız dediler. Prodüktörlük yapmak istemiyordum. Metnine ve yönetmenliğe konsantre olmak istiyordum. Ama başka çarem kalmadı, Kültür Bakanlığı’ndan aldığım krediyle filme başladım.
-Kaç günde çektin filmi? Mekân olarak nereyi kullandın?
-4,5 haftada İstanbul’da çektim. Tünelde boş bir mekân vardı. Orayı bulduk ve dekore ettik. Hastane ise Çapa’daki öğretmen okulu. Oradaki bir sınıfı muayenehaneye çevirdik. Bir de Gayrettepe’de Emniyet Müdürlüğü var.

-Gençliğinin Emniyet Müdürlüğü orası, vatanı bilmezsin sen değil mi?
-Birinci Şube… Vatanı bilmem; ama Gayrettepe’yi çok net hatırlıyorum, o merdivenleri çok inip çıktım. Kısmet orada film de çekmek varmış.

-Hiç düşünür müydün bir gün orada film çekerim diye?
-Hiç aklıma gelmezdi.

-Sen bir solcusun ve ilk filminden de, ait olduğun kesimi ön plana çıkarıyorsun. Şimdi ise karşı pencereden bakıyorsun. İstihbaratçılar var, polisler var, diğerleri ise dekor olarak kalıyor. Kahramanın da o taraftan. Bu değişimi nasıl okumalı izleyenler?
-Kahraman bir yargısızı infaz operasyonuna gözlemci olarak katılan ve sonunda da onun bedelini ağır ödeyen bir adam portresi var orada. Benim kahramanlaştırmaya çalıştırdığım biri yok orada. Yargısız infaz söz konusu olmasaydı, böyle bir şey olmazdı. Tüm film onun üzerine kurulu. Bugün geçerli, dün de geçerliydi. Romanın kurgusu böyleydi, ben ona çok sadık kaldım. Bir tek anlatım sırasını değiştirdim. 90–100 dakikaya sığacak bir şekilde kısaltılmıştır. Romanı sevmemin sebebi, çok iyi bir kurgusu, muhteşem bir finali ve şahane karakterler vardı. Onların hepsini hikâyeye taşıdım.

-Aktörlerini çok ekonomik değerlendirmişsin. Çok iyi oyuncular var ve rolleri çok kısa.
-Uğur da şöyle ifade eder; ben durdum Türkiye’nin en iyi oyuncuları önümden geçti. Hepsi çok iyi oynadılar. 6 kişi de ilk filmim Leoparın Kuyruğu’ndan gelmedir. Yetkin Devrim, Hakan Pişkin, Tardu Flordun, Ümit Çırak ve Murat Karasu. Uğur benim arkadaşım zaten.

-Film öyle bir zamana denk geldi ki. MİT’in bir takım karanlık işlere bulaştığı tartışılıyor gazetelerde, filmin içinde de böyle şeyler var. Bunları nasıl değerlendiriyorsun?
Tartışmalar, filme çok denk düşüyor. Sadece o değil, mesela orada bir azınlık vardır. Madam Eleni. Onu ürkütüp kaçırma meselesi vardır. Bunu Hrant Dink’e kadar götürebiliriz. O anlamda çok güncel bir film. 96’da geçmesine rağmen günümüzle paralellikleri olan bir film. Bu durum romanın gücünden geliyor.

-Bir de Türkiye’nin istikrarından, sürekli faili meçhuller ve yargısız infazlar. Ama ben, romanın içinde bütün bu katmanlar varken, aşk hikâyesini biraz ön plana çıkardım. Aslında bu bir aşk hikayesi.
-Yardımcı oyuncu rollerinde çok önemli isimler var. Oktay Kaynarca ve İlyas Salman gibi. Sen nasıl ikna ettin onları bu rollerde oynamaları için?
Oktay benim arkadaşım, çok severim. Burada bir polis rolü var gelip oynayacaksın dedim, önce hayır dese de sonra razı oldu. İlyas Salman’a ise senaryoyu bıraktım. O da oynamayı memnuniyetle kabul etti. 16 yıl sonra kamera karşısına geçti.

-Uğur Polat için neler söyleyeceksin?
-İyi ki Uğur olmuş diyorum. “Sedat” maskesini üstüne giydi ve film bitene kadar da çıkartmadı. Bazen bu adamın problemimi var diyordum. Muhteşem oynadı. Filmi başından, sonundan ve ortasından çektik ve Uğur o devamlılığı sağladı. MİTçiler gibi taş suratlı olmasını istedik. Fakat öyle anlarda öyle küçük mimikler yaptı ki, o acıyı yüzünde görüyoruz, o canını acımasını yüzünde görüyoruz. 128 plan var, Uğur da 126’sında var. Her gün beraberdik.

-Filmin seyirciyle buluştuğunda nasıl tepkiler bekliyorsun?
-İlk izleyenlerin pozitif reaksiyonları oldu. Olumlu eleştiri alacağına inanıyorum. Çok iyi bir senaryo yazdım. Ahmet Ümit’in de katkıları var. Çok iyi bir castingimiz (oyuncu seçimimiz) var. Görüntü yönetmeni Gökhan Atılmış’la oturup nasıl çekeceğimize dair konuştuk. Müziğimiz muhteşem, ışığımız çok iyi. Bütün bunlardan sonra kimsenin kötü eleştiride bulanacağını düşünmüyorum. Tam tersine çok pozitif eleştiriler alacağını düşünüyorum. //