Dünyanın dört bir yanından mimarlar İstanbul'a geldi. Mimarlar şehrin iki farklı yüzünü gördükçe hayretler içinde kaldılar. Mimar Jaime Larner de bunu kelimelere döktü.
Abone olMimarlık denince akla ilk gelen isimdir Sinan. İstanbul’daki 22. Uluslararası Mimarlık Kongresi’ne de damgasını vuran büyük usta, dimdik ayakta duran eserleriyle adından sıkça söz ettirdi. Ona hayran olan isimlerin başında ise Uluslararası Mimarlar Birliği Başkanı Jaime Lerner geliyor. Kongrenin ardından Zaman’la birlikte İstanbul’u havadan inceleyen Lerner, şehrin iki yüzü arasındaki farkı ortaya koyarken Sinan’a atıf yapıyor.
Yenikapı’dan kalkan helikopter, Sultanahmet ve Ayasofya üzerine geldiğinde iki elini birden kaldırarak şu sözleri söylüyor: “Muhteşem Sultanahmet. Elimi uzatsam minarelerine değecek neredeyse... Ben İstanbul’un sembolü olarak Ayasofya’yı göstermiştim, yanılmışım.” Tarihî yarımada ve Boğaz’dan sonra İstanbul’ un arka semtlerine yol alırken ünlü mimarı bir suskunluk kaplıyor. “Bu binaları, Sinan’ın torunlarının yaptığına beni kimse inandıramaz.” derken, pilottan rica ediyor: “Lütfen beni Taksim, Ortaköy ve Sarıyer civarına götür.”
Uluslararası Mimarlar Birliği (UIA) Başkanı Jaime Lerner, İstanbul’a hayran kaldı. Önceki gün sona eren 22. Uluslararası Mimarlık Kongresi için İstanbul’a gelen Jaime Lerner ile dün İstanbul’u havadan gezdik. Yenikapı’dan kalkan helikopterimiz Sultanahmet üzerine geldiğinde ünlü mimar, gördüğü manzara karşısında adeta büyülenmişti. Pür dikkat Sultanahmet Camii’ni ve Ayasofya’yı inceleyen Lerner, iki elini birden kaldırarak “Muhteşem Sultanahmet. Kubbeleri, görkemi, mimarisi olağanüstü. Elimi uzatsam minarelerine değecek nerdeyse...” diyerek hayranlığını ifade etti. Ayasofya, Topkapı Sarayı, Yeni Cami, Galata Kulesi üzerinde uçarken de, Lerner benzer sözler söylüyordu. Dolmabahçe Sarayı üzerine geldiğimizde ise Boğaz’ın manzarası karşısında adeta büyülenmişti: “Bu gördüğüm manzara gerçek olamaz. Rüyadayım galiba. Bu rüya hiç bitmese keşke...”
Tarihî yarımada ve Boğaz’dan sonra Lerner ile İstanbul’un arka semtleri Bayrampaşa, Gaziosman-paşa, Esenler ve Bağcılar üzerine geldik. Ünlü mimarın rüyasından uyanma vakti gelmişti. Biraz önce gördüğü hayal şehir ile bu çarpık yapılaşmanın aynı kent olup olmadığını ironik bir biçimde sorarak, “Bu binaları, Sinan’ın torunlarının yaptığına beni kimse inandıramaz.” dedi. Biraz önce sevincinden kabına sığmayan, hayranlıkla etrafına bakan mimar gitmiş; yerine, kafasını önüne eğip konuşmayan, yorum yapmayan bir başkası gelmişti. Bu manzaraya daha fazla dayanamamış olacak ki pilottan tekrar Taksim, Ortaköy ve Sarıyer’e götürmesini rica etti. Belki gördüğü kötü manzarayı unutmak istiyordu...
Aslında Lerner’e “Helikopterle İstanbul turu yapmak ister misiniz?” şeklinde sorduğumuzda, arabayla gezmeyi tercih edeceğini belirtmişti. Nedense helikopter fikri ona pek cazip gelmemişti. Ama ısrarımızı kıramadığı için bir saatlik bir İstanbul turuna ‘evet’ dedi. Tarihi eserleriyle göz kamaştırıcı, doğal manzarasıyla büyüleyici bir kent üzerindeki turumuz bittikten sonra, dünya mimarlarının üstadı kabul edilen Lerner’e, İstanbul’u nasıl bulduğunu sorduk. Tek kelimeyle cevap verdi: ‘Büyüleyici’. Kendisini en çok neyin etkilediği sorusunu ise şöyle cevapladı: “Tabii ki Sultanahmet Camii. Daha önce Kadir Topbaş’a İstanbul’un sembolü Ayasofya olmalı demiştim. Ama yanılmışım. Başkana buradan çağrıda bulunuyorum: İstanbul’un simgesi kesinlikle Sultanahmet Camii olmalı. İstanbul ile ilgili başına ‘en’ gelen bütün kelimeler Sultanahmet olmalı. Ben daha önce bu kadar etkileyici bir yapı görmedim. Minareleri, bu minarelerden okunan ezan sesi... Hepsi, çok güzel bir armoni oluşturuyor. Niye hâlâ sembol aranıyor bu kente? Hem de bulutlara değen minareler, bu minarelerden yükselen ezan sesi varken!”
Dünyanın en güzel kenti: İstanbul
İstanbul gökyüzünden nasıl görünüyor?
Kendimi rüyada zannettim. Yeryüzündeyken de bu kent çok etkileyiciydi. Ama şimdi söyleyecek şey bulamıyorum. İstanbul fantastik, çok etkileyici ve renkli. Zengin bir tarihi, kültürü var ve hepsi uyum içinde. Camiler tarihi, yüksek binalar ise şehrin modern tarafını temsil ediyor.
Tarihi yarımadayı, Boğaz’ı gezdik. Bayrampaşa ve Gaziosmanpaşa’yı gördük. Aynı kentte bu kadar derin uçurumun olması sizi şaşırttı mı?
Sultanahmet’i, Süleymaniye’yi, Ayasofya’yı, Boğaz’daki yalıları yapan insanlar mı yaptı bu yapıları. Bunların Mimar Sinan’ın torunları olduklarını düşünmek istemiyorum. Kent ile ilgili çok hata yapılmış. Bütün bunlara rağmen kentin tarihi kimliği korunmuş.
Helikopterden bakınca, İstanbul’un eski ve yeni semtleri hemen fark ediliyor.
Evet; tarihî, modern ve fakir yerler diye üçe ayırabilirim şehri. Fakir bölgelere de mimarinin girmesi lazım. İyi mimari için her zaman çok para gerekmez. Kötü binalar çok; ama işin sevindirici tarafı, tarihi doku korunmuş. İstanbul, Avrupa’daki birçok şehirden daha iyi durumda.
Bir Mimar Sinan daha gerekli herhalde bu şehre...
Mimar Sinan, çok büyük bir sanatçı. Bir besteci gibi, bir ressam gibi böyle mimarlar, birkaç yüzyılda bir gelir dünyaya.
Tarihi yarımadadaki yapılaşma sizce bir tehdit oluşturuyor mu?
Bir şehirde dokunulmaması gereken şeyler vardır ve bunlardan birincisi tarihtir. Başka uygarlıklar, sizi sizden uzaklaştırmak istediklerinde, özellikle işgaller sırasında bozar şehrin dokusunu. Modernleşmek güzel; ama geleneksel olanla uyum içinde olmalı yeni yapılar. Hemen dokunulmazlık ilan edilmeli. Tarihinize sahip çıkın.
İstanbul’un en büyük sorunu sizce ne?
Trafik.
Bir çözüm öneriniz var mı?
Toplu taşıma. Tramvay, metro, otobüs, hepsi uygulanabilir; ama tramvay daha iyi. Çünkü, tramvay yapmak metro kadar uzun sürmüyor ve daha ucuz.
Tramvay hattı kurmak için geç kalınmadı mı?
Bir defa İstanbul’da taşıtlar aynı alanda rekabet ediyor. Farklı alanlarda ve hatlarda çalıştırılmalı. Aynı hatta hem otobüs, hem tramvay, hem minibüs, hem vapur kullanmak yerine, çeşitli taşıtlar, farklı güzergâhlarda yoğunlaştırılmalı. Trafik her şeyin aynı noktaya yoğunlaşmasından oluyor. Kadir Topbaş’ın bu problemin üstesinden geleceğine inanıyorum.
İstanbul için bir öneriniz var mı?
İyi bir kent istiyorsak, çocukları eğitmekle işe başlamalıyız. Ben bütün projelerimi çocuklar üzerine kuruyorum. Çocuklar okulda kendi şehirlerini çizmeli, yarışmalar yapılmalı. Çünkü çizerlerse daha iyi anlar ve saygı gösterirler. Büyük yapılanmalardan önce küçük sorunlar çözülsün. İnsanlara kendi şehirlerine saygı duymak öğretilmeli. Sadece trafik ışıklarını öğretmek okulda çok yetersiz. Şehri öğretmeliyiz. Böylece şehir geleceğe kalabilir.
Hegel, mimariyi klasik ve romantik diye ikiye ayırıyor. Sizce İstanbul’un en klasik ve en romantik mimarisi hangisi?
Benim ‘en’le başlayan bütün sorulara vereceğim cevap bundan böyle Sultanahmet Camii’dir.
İstanbul’a mimari açıdan yaklaştığımızda diğer şehirlerden farkı?
Şehir 25 yüzyıllık bir mimariyi barındırıyor. 7 tepeli bu şehirde neler yapıldı üst üste. Bu şehir mimari açıdan en iyisi diyemem. New York çok iyi. Oradaki kaosu seviyorum. Paris hazırlanmış, gösteriye çıkarılmış. Uğraş verilmiş düğüne hazırlanmış bir gelin gibi. Güzel bir elbise giymiş, saçları, makyajı yapılmış. Rio natürel bir güzelliğe sahip. Doğası var. Londra daha ayrı. Roma’da her köşede tarih var. Yaşlı, yüzü kırışmış; ama güzel bir kadın. İstanbul’un güzelliği ise göz kamaştırıyor. Ama bu güzelliği tanımlayamıyorum. Masallardaki prensesler gibi güzel ve gizemli. Ama sesini duyuramamış.
Haber: Abdullah Kılıç - Jülide Karahan
Kaynak: