Evet, size kısa bir şey anlatacağım. Son
dönemde yaşanan pek çok olumsuzluğu anlamamızı
kolaylaştırabilir.
Meşhur Cumhurbaşkanlığı uçağı.
Bir dış gezi için havadalar. Cumhurbaşkanlığının ekibi,
davetli gazeteciler, iş adamları, bürokratlar.
Cumhurbaşkanına hayli yakın bir gazeteci, eğilip uçaktaki birini
gösteriyor çaktırmadan. Fısıldıyor, "Bu adama zerre
güvenmem" diyerek "ne işi var uçakta", "beş para
etmez" demeye getiriyor.
"İki kişilik bir fısıldaşmayı sen nereden bilebilirsin
ki" diye sorsanıza.
O iki kişiden birinden elbette!
Cumhurbaşkanının cevabı aynen şöyle: "Daha iyisini bulun
getirin ona görev verelim."
Bu cevap "Cumhurbaşkanı bürokratın en iyisi olduğunu
söyleyerek sahip çıkmış" şeklinde okunabilir.
"Daha iyisini bulsak onu görevlendirirdim"
şeklinde de okunabilir.
Gazeteci, bağlamı ortaya koyarak, Erdoğan'ın ikincisini
kastettiğini söylüyor.
Şimdi.
Eğer gazeteci haklıysa, ki kuvvetle muhtemel
haklı. Konuyu açalım.
Devlet ve de Hükümet iktidarını bürokrasi üzerinden kurar.
Erdoğan ve arkadaşları iktidara geldikleri 2002'den itibaren
"cemaat"le birlikte ülkeyi yönettiler.
Erdoğan'ın liderlik yeteneği, meydan okuyucu niteliği
ona beklemediği kadar büyük bir başarı getirdi. Ne var ki
kendi gibi düşünen bir nesil/bürokrasi henüz ortada yoktu.
Peki ne vardı? "Gülen Cemaati"nin 40 yıldır
yetiştirip devletin kilit noktalarına taşıdığı bir başka nesil.
Polisler, yargıçlar, savcılar, maliyeciler,
akademisyenler, bir iddiaya göre
askerler... "Cemaat" yoluyla
yurtdışı eğitimliler.
Sonra dediler ki yurt dışında eğitim görenler, yurt içinde
eğitim görenlere göre daha hızlı yükselsinler.
Yükseldiler.
Cemaat mensupları "amir", diğerleri
memur oldular. Şüphesiz ki
liyakate uygundu durum. Değilse bile
uyduruldu.
Ne zamanki cemaat, Erdoğan'ı hedef almaya
başladı. Sonuçları hepimizin gözleri önünde oldu.
Cemaat mensupları, "devlet içinde devlet"
olmaya kalktı diyemeyiz, oldular zaten.
Erdoğan duruma geç uyanıp ekranlarda, birlikte çalıştığı
Genelkurmay başkanının tutuklanmasını doğru bulmadığını söyleyip,
sözü dinlenmediğinde bürokratik kontrolün kendisinden cemaate
geçtiğini de anlamış oluyordu.
Ocak 2013'te Akşam gazetesinde, "Erdoğan o
açıklamalarında samimi" içerikli bir yazı yazmıştım.
"Devlet içinde devlet" kabul edilemez
olduğundan Hükümet, cemaat bürokratlarını görevlerinden aldı. Bir
kısmı kaçtı. Bir kısmı kızağa çekildi. Çoğu geri planda
beklemedeler.
Onlardan kalan boşluklar ise "bir şekilde"
dolduruldu. Liyakatin yerini "güven" aldı. Bu da
çok şüpheli.
İşte, Ankara katliamı"ndan, dış politika yanlışlarına kadar ne
varsa Hükümeti sıkıntıya sokan, sebebi bu süreçtir.
Erdoğan da durumun farkındadır.
NOBEL MESELESİ
Sadece muhalif oldukları için ya da bilgi sahibi olmadıklarından
bir kısım insan, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Nobel, siyasi
bir ödüldür" lafını diline dolayıverdi.
Bu konuda ben, Cumhurbaşkanı gibi düşünmüyorum. Cumhurbaşkanı
benim gibi düşünüyor diyeceğim.
Sene 2006. Yazmışım: "Nobel bir pazarlama
faaliyetidir." Ve Nobel'in ortaya çıkış amacını
anlatmışım.
Mart 2015'de de yazmışım:
"Ne zaman Nobel ödülü konuşulsa. Kafamda Nobel
ödüllerinin kiri belirir. Kirli olmasalar, Yaşar Kemal dururken
Orhan Pamuk'a verilir miydi, der hayıflanırım."
Nobel ödülleri şöyle işler: Bilim ödüllerindeki itibar, siyasi
ve edebi ödüllerdeki kirliliği kamufle eder. Nokta.
OKURA NOT
Millet nasıl her gün sayfa sayfa yazı
döşeniyor? Birbirlerine nasıl canhıraş sözcüklerle
saldırıyorlar anlamış değilim.
Gündem benim üzerime kabus gibi çökmüş, değil yazı yazmak parmak
oynatasım gelmezken...
Her yanımız ölüm kusarken.
Canım Ankara'm "katliam" gibi kara bir sözcükle
anılırken.
Mafyaya polis koruması verilmesindeki akıl dışılık
yaşanırken.
O mafya bu ülkenin en çok okunan köşe yazarının evine
çaya giderken.
Minicik bedenler soğuk denizlerde, üçer beşer ölmeye devam
ederken.
GATA yakınlarında oturan anne-babamı her ziyaretimde hastaneye
giren ambulansların, ve çıkan cenaze araçlarının sayısını sayamaz
olmuşken.
Değil yazmak, konuşmak bile gelmiyor içimden. O nedenle
yazı aralarım uzuyor. Pardon.
HERŞEYLERİ VAR
DA...
Çocuk Esirgeme Kurumu'nda "efendilik
eğitimi" verilecekmiş. İyi anne-baba olma, görgü kuralları
vs.
Oysa Çocuk Esirgeme, çocukları çocukluklarının son çağında
sokağa bırakıveriyor.
İş garantileri yok. Aile bağları yok. Korunaksız.
Savunmasız.
Hayatta kalmak için suç işlemeye meyilli değiller. Mecbur
kalıyorlar.
Bundan sonra. "Efendilik eğitimi"yle
yetinmeyip, "ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler"
eğitimi de versinler.
Gerçeklerden ne zaman bu kadar koptuk biz?
YERİ GELMİŞKEN
Nobel'e değer görülen Prof. Dr. Aziz Sancar "Benim ne
Facebook'um, ne de Twitter'ım var" demiş.
Geçenlerde biri bana "Twitter'da sizi takip
ediyorum" demesin mi?
Birilerinin "sosyal", benim
"asosyal" dediğim medyada yokum. Şimdilik olmayı
da düşünmüyorum.
AKLIMDA KALAN
Bir politik ilkellik ya da soytarılık
gösterisi: Almanya'da 80'i aşkın milletvekili, 150
kişinin doluştuğu bota binmişler. Son teknoloji can yeleklerini de
takmışlar. Kıyıya da bir o kadar kamera dizmişler. Efendim,
mültecilerin neler yaşadığını anlayacaklarmış ki, adil kararlar
verebilsinler. Pes ki ne pes! Empati duygusundan yoksunluk, taklit
aracılığıyla öğrenme ilkel insan davranışı olarak öğretilmemiş
miydi bize? Zekayı en alt seviyede kullananlar gördüklerini taklit
ederler falan... Saçmalığın daniskasını Almanya parlamentosundan
izledik.