BIST 9.368
DOLAR 34,48
EURO 36,18
ALTIN 2.960,32

Şimdi size bir olay anlatacağım...

Size kısa bir şey anlatacağım. Son dönemde yaşanan pek çok olumsuzluğu anlamamızı kolaylaştırabilir.

Evet, size kısa bir şey anlatacağım. Son dönemde yaşanan pek çok olumsuzluğu anlamamızı kolaylaştırabilir.

Meşhur Cumhurbaşkanlığı uçağı.

Bir dış gezi için havadalar. Cumhurbaşkanlığının ekibi, davetli gazeteciler, iş adamları, bürokratlar.

Cumhurbaşkanına hayli yakın bir gazeteci, eğilip uçaktaki birini gösteriyor çaktırmadan. Fısıldıyor, "Bu adama zerre güvenmem" diyerek "ne işi var uçakta", "beş para etmez" demeye getiriyor.

"İki kişilik bir fısıldaşmayı sen nereden bilebilirsin ki" diye sorsanıza.

O iki kişiden birinden elbette!

Cumhurbaşkanının cevabı aynen şöyle: "Daha iyisini bulun getirin ona görev verelim."

Bu cevap "Cumhurbaşkanı bürokratın en iyisi olduğunu söyleyerek sahip çıkmış" şeklinde okunabilir.

"Daha iyisini bulsak onu görevlendirirdim" şeklinde de okunabilir.

Gazeteci, bağlamı ortaya koyarak, Erdoğan'ın ikincisini kastettiğini söylüyor.

Şimdi.

Eğer gazeteci haklıysa, ki kuvvetle muhtemel haklı. Konuyu açalım.

Devlet ve de Hükümet iktidarını bürokrasi üzerinden kurar.

Erdoğan ve arkadaşları iktidara geldikleri 2002'den itibaren "cemaat"le birlikte ülkeyi yönettiler.

Erdoğan'ın liderlik yeteneği, meydan okuyucu niteliği ona beklemediği kadar büyük bir başarı getirdi. Ne var ki kendi gibi düşünen bir nesil/bürokrasi henüz ortada yoktu.

Peki ne vardı? "Gülen Cemaati"nin 40 yıldır yetiştirip devletin kilit noktalarına taşıdığı bir başka nesil.

Polisler, yargıçlar, savcılar, maliyeciler, akademisyenler, bir iddiaya göre askerler... "Cemaat" yoluyla yurtdışı eğitimliler.

Sonra dediler ki yurt dışında eğitim görenler, yurt içinde eğitim görenlere göre daha hızlı yükselsinler.

Yükseldiler.

Cemaat mensupları "amir", diğerleri memur oldular. Şüphesiz ki liyakate uygundu durum. Değilse bile uyduruldu.

Ne zamanki cemaat, Erdoğan'ı hedef almaya başladı. Sonuçları hepimizin gözleri önünde oldu.

Cemaat mensupları, "devlet içinde devlet" olmaya kalktı diyemeyiz, oldular zaten.

Erdoğan duruma geç uyanıp ekranlarda, birlikte çalıştığı Genelkurmay başkanının tutuklanmasını doğru bulmadığını söyleyip, sözü dinlenmediğinde bürokratik kontrolün kendisinden cemaate geçtiğini de anlamış oluyordu.

Ocak 2013'te Akşam gazetesinde, "Erdoğan o açıklamalarında samimi" içerikli bir yazı yazmıştım.

"Devlet içinde devlet" kabul edilemez olduğundan Hükümet, cemaat bürokratlarını görevlerinden aldı. Bir kısmı kaçtı. Bir kısmı kızağa çekildi. Çoğu geri planda beklemedeler.

Onlardan kalan boşluklar ise "bir şekilde" dolduruldu. Liyakatin yerini "güven" aldı. Bu da çok şüpheli.

İşte, Ankara katliamı"ndan, dış politika yanlışlarına kadar ne varsa Hükümeti sıkıntıya sokan, sebebi bu süreçtir.

Erdoğan da durumun farkındadır.

NOBEL MESELESİ

Sadece muhalif oldukları için ya da bilgi sahibi olmadıklarından bir kısım insan, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Nobel, siyasi bir ödüldür" lafını diline dolayıverdi.

Bu konuda ben, Cumhurbaşkanı gibi düşünmüyorum. Cumhurbaşkanı benim gibi düşünüyor diyeceğim.

Sene 2006. Yazmışım: "Nobel bir pazarlama faaliyetidir." Ve Nobel'in ortaya çıkış amacını anlatmışım.

Mart 2015'de de yazmışım:

"Ne zaman Nobel ödülü konuşulsa. Kafamda Nobel ödüllerinin kiri belirir. Kirli olmasalar, Yaşar Kemal dururken Orhan Pamuk'a verilir miydi, der hayıflanırım."

Nobel ödülleri şöyle işler: Bilim ödüllerindeki itibar, siyasi ve edebi ödüllerdeki kirliliği kamufle eder. Nokta.

OKURA NOT

Millet nasıl her gün sayfa sayfa yazı döşeniyor? Birbirlerine nasıl canhıraş sözcüklerle saldırıyorlar anlamış değilim.

Gündem benim üzerime kabus gibi çökmüş, değil yazı yazmak parmak oynatasım gelmezken...

Her yanımız ölüm kusarken.

Canım Ankara'm "katliam" gibi kara bir sözcükle anılırken.

Mafyaya polis koruması verilmesindeki akıl dışılık yaşanırken.

O mafya bu ülkenin en çok okunan köşe yazarının evine çaya giderken.

Minicik bedenler soğuk denizlerde, üçer beşer ölmeye devam ederken.

GATA yakınlarında oturan anne-babamı her ziyaretimde hastaneye giren ambulansların, ve çıkan cenaze araçlarının sayısını sayamaz olmuşken.

Değil yazmak, konuşmak bile gelmiyor içimden. O nedenle yazı aralarım uzuyor. Pardon.

HERŞEYLERİ VAR DA...

Çocuk Esirgeme Kurumu'nda "efendilik eğitimi" verilecekmiş. İyi anne-baba olma, görgü kuralları vs.

Oysa Çocuk Esirgeme, çocukları çocukluklarının son çağında sokağa bırakıveriyor.

İş garantileri yok. Aile bağları yok. Korunaksız. Savunmasız.

Hayatta kalmak için suç işlemeye meyilli değiller. Mecbur kalıyorlar.

Bundan sonra. "Efendilik eğitimi"yle yetinmeyip, "ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler" eğitimi de versinler.

Gerçeklerden ne zaman bu kadar koptuk biz?

YERİ GELMİŞKEN

Nobel'e değer görülen Prof. Dr. Aziz Sancar "Benim ne Facebook'um, ne de Twitter'ım var" demiş.

Geçenlerde biri bana "Twitter'da sizi takip ediyorum" demesin mi?

Birilerinin "sosyal", benim "asosyal" dediğim medyada yokum. Şimdilik olmayı da düşünmüyorum.

AKLIMDA KALAN

Bir politik ilkellik ya da soytarılık gösterisi: Almanya'da 80'i aşkın milletvekili, 150 kişinin doluştuğu bota binmişler. Son teknoloji can yeleklerini de takmışlar. Kıyıya da bir o kadar kamera dizmişler. Efendim, mültecilerin neler yaşadığını anlayacaklarmış ki, adil kararlar verebilsinler. Pes ki ne pes! Empati duygusundan yoksunluk, taklit aracılığıyla öğrenme ilkel insan davranışı olarak öğretilmemiş miydi bize? Zekayı en alt seviyede kullananlar gördüklerini taklit ederler falan... Saçmalığın daniskasını Almanya parlamentosundan izledik.