Steven Spielberg, Amerikan tarihinin efsane okul çocuğu dolandırıcısını beyazperdeye taşıyor.
Abone olSabun köpüğü gibi güzel kokulu, saydam, parlak, üzerinden renkler yansıyan bir film "Sıkıysa Yakala". Ama ömrü kısacık! Patladığı anda büyüsü kaybolacak, bellekte pek iz bırakmayacak bir yapım. "Yapay Zeka" ve "Azınlık Raporu"nun üstüne tatlı niyetine izleyebileceğimiz "Sıkıysa Yakala" Steven Spielberg’ün filmografisinde önemli bir yere sahip olmayacak. Ama şu kısır haftalarda canlandırma sinemasına meraklı değilseniz tadını çıkaracağınız fazla film de yok... Kaldı ki "Sıkıysa Yakala" son derece elegan ve sürükleyici. Spielberg sinematografik gayretini altmışlı yılların atmosferini ve sinemasını başarıyla canlandırmaya yönelttiği "Sıkıysa Yakala"da içeriği de kibar hırsız, sevimli dolandırıcı tipine psikolojik derinlik kazandırarak zenginleştirmeye çalışıyor. Filmde tek "çuvalladığı" nokta da burası. Yine de yaşanmış bir olaydan uyarlanmış olması da ayrıca merak uyandırıyor. Her türde film çekebilen sinema zanaatkarlarından biri olan Spielberg, özel efektlerle bezeli, yönetmenlik becerisini cambazlık sınırına götüren, zorlu ve yorucu projelerin ardından kendini nostaljik bir set tatiline çıkarmış anlaşılan. Karanlık gelecek kehanetlerinden sıkılan "Indiana Jones" temelli Spielberg izleyicilerini ve özel efektlerden gına getirenleri yeniden cezbetmeyi amaçlamış. Anlaşılmaz biçimde beğenilen iki Oscar’lı Tom Hanks ve kariyerine gelecek vaat eden genç bir aktör olarak başlamışken genç kızlara çığlık attıran bir jöne dönüşen Leonardo DiCaprio’yu bir araya getirmesi de akıllıca tabii. Daha rüştünü ispatlamadan ABD’nin en namlı dolandırıcısı haline gelen Frank ile ilk karşılaşmalarında fena halde faka bastığı için onu yakalamayı kişisel sorun haline getiren ajan Hanratty arasındaki ilişki gitgide bir baba-oğul çekişmesine dönüyor. Ama filmin en inandırıcı aktörü asıl baba rolündeki Christopher Walken... Kısa bir kısmı Fransa’da geçen filmde Fransız sinemasının zarafetiyle göz okşayan usta aktrisi Nathalie Baye’in de bir rolü var: Nankör Fransız sürtük! Walken’ın canlandırdığı hayalperest kırtasiyeci, 2. Dünya Savaşı sonrası küçük bir Fransız köyünden "kurtarıp" Amerika’ya getirdiği Paula, adamcağız iflas edince hemen onun zengin avukat arkadaşıyla işi pişiriyor. Kutsal anne-fedakar eş olmak yerine Amerikan filmlerindeki bütün Fransız kadınları gibi fahişeliği tercih edince, oğlunun evden kaçıp dolandırıcılık yaparak anne-babasını yeniden birleştirmeye çalışmasına neden oluyor! Frank Abagnale Jr.’ın asıl motivasyonu karşı cins ve lüks yaşam kuşkusuz, çünkü vergi dairesinin ensesinden düşmediği babasına iyi bir hayat sağlaması mümkün değil. Sean Connery’nin canlandırdığı ilk James Bond’a, televizyon dizilerindeki doktor ve avukatlara özenen bir çocuk... Pratik zekası ve cahil cesaretiyle önüne geleni kandırmanın tadını çıkarıyor. Spielberg, Frank karakterine, deyimi affedin, anti-ödipal bir kompleks yüklemese çok daha sağlam bir yapıt izlemiş olurduk.