Sezer, sokağın dilini bilmemek ve her olaya sadece hukukçu gözüyle bakmakla eleştiriliyor.
Abone olÇankaya’nın yargı makamı değil siyaset yeri olduğunu söyleyenlerin sayısı da her geçen gün artıyor. Geçtiğimiz hafta darbe tartışmaları ayyuka çıkmış, ‘demokratik hukuk devleti’ne yönelik tehditler kapalı kapılar ardından sıyrılarak aleni ifade edilmeye başlamıştı. Çoğu temenni ve tahrikten ibaret bu spekülasyonlara herkes konumuna uygun tepkiler verdi. Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki hiyerarşik yapıyı alt üst etmeyi planlayan bu haberleri Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök karargahta düzenlediği basın toplantısında lanetledi, hükümet de aynı hassasiyeti gösterdi. 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de kurumların görevlerini hatırlattı.
Demokrasinin rafa kaldırılacağı ihtimalinin seslendirildiği bir ortamda sessiz kalan tek makam Cumhurbaşkanlığı oldu. Hukukçu kimliğiyle bu iddialara çok net ve kesin şekilde karşı çıkması beklenen Sezer’in küçük kelimelerle yaptığı değerlendirmeler arada kaynayıp gitti. Çok hassas bir dönemden geçerken devletin başı olarak vereceği tepkiler çok önemliydi, ama kayda değer bir şey söylemedi.
Ahmet Necdet Sezer’in ‘demokratik hukuk devleti’ vurgusunu daha Anayasa Mahkemesi Başkanı iken yaptığı biliniyor ve takdir topluyordu. Sezer’in köşkte dış krizde ortaya koyduğu ‘meşruiyet’ arayışının benzerini iç krizde de göstermesi bekleniyordu.
Susurluk kazasının henüz hafızalardaki tazeliğini koruduğu günlerdi. Yaşanan yolsuzluk ve hırsızlıklarda en çok siyasetçiler suçlanıyor, milletvekilleri ve politikacılar en az güvenilen kişiler olarak gösteriliyordu. Türkiye’nin düze çıkması için sunulan önerilerin başında, mevcut siyasilerden kurtulma yer alıyordu. Süleyman Demirel de o dönemde cumhurbaşkanlığının son günlerini yaşıyordu. 57. Hükümet, Demirel sonrası için isim ararken herkese bir bahane bulunuyor ve sözkonusu adayların hiçbirinin cumhurbaşkanlığı yapamayacağı öne sürülüyordu. İktidar partileri DSP, MHP ve ANAP kendine yakın bir adayı seçtirmek için mücadele ediyordu. Ortalıkta dolaşan hiç bir isimde uzlaşma sağlanamayınca, Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer gündeme gelmişti. İyi bir hukukçu olarak tanımlanan Sezer’in bu makama gelmesiyle birlikte Türkiye’deki hukuksuzluğun sona ereceğini düşünenlerin ve bu makamın siyasilerden kurtarılmasını isteyenlerin desteklediği fikir kamuoyundan da iltifat görmüş, Sezer Meclis’in büyük çoğunluğu tarafından cumhurbaşkanı seçilmişti. Artık Türkiye’nin bir hukuk devleti olacağından ve Çankaya ile iktidar arasında yetki kavgasının biteceğinden kimsenin şüphesi kalmamıştı. Çünkü Sezer Anayasa Mahkemesi başkanıyken yaptığı konuşmalarda cumhurbaşkanlığının yetkilerinin azaltılmasını ve sembolik bir makam haline getirilmesini istemişti. Bu düşüncelerinin üzerine hukukçu kimliği de oturtulunca ideal cumhurbaşkanının bulunduğu zannedilmişti.
Yılda bir market alışverişi
Sezer’in seçildiği günlerdeki halk desteği de oldukça yüksekti. Kamuoyu yoklamaları halkın yüzde 70—80’inin Sezer’i desteklediğini gösteriyordu. Bu desteği verenlerin yelpazesi de oldukça genişti. Sağcı—solcu, inanan—inanmayan neredeyse her kesimden büyük destek vardı. Cumhurbaşkanlığının ilk günlerinde özel işleri için sivil arabayı tercih etmesi, şehir içi gezilerde polis eskortu istememesi, kırmızı ışıkta durması, market alışverişleri yapması kendisinin daha çok sevilmesine neden olmuştu. Kimseye haber vermeden İstanbul’a giderek bir kitabevinden alışveriş yapması ve yapılan maaş zammını reddetmesiyle toplumdan kopuk olmayacağının sinyallerini vermişti. Ancak zamanla sadece hukukçu olmanın devleti yönetmek için yeterli olamayacağı ortaya çıktı. Sezer’in iktidarın icraatlarıyla ilgili tasarruflarında cumhurbaşkanı gibi değil de Anayasa Mahkemesi başkanı gibi davrandığını düşünenlerin sayısı gittikçe arttı. İlk market alışverişinin ardından ancak bir yıl sonra alışverişe çıkması da başlangıçta oluşan sempatinin azalmasına neden oldu. Kenan Evren, Turgut Özal ve Süleyman Demirel’in aksine Çankaya’yı halka kapattı. Demirel döneminde heyet akınına uğrayan Çankaya Köşkü, Sezer’le birlikte bu işlevini kaybetti. Demirel gün içinde yüzlerce insanla tokalaşırken, Sezer’in günlük programları bir ya da iki kabulü geçmedi. Bazı günlerde ise tek bir kabul bile gerçekleştirmedi. Cumhurbaşkanlığının resmi sitesi “www.cankaya.gov.tr”de Sezer’in son bir yılda gün gün ne yaptığıyla ilgili bilgiler var. Rastgele 5 ayrı günü seçtiğiniz zaman olağan görüşmeler dışındaki kabullerin sayısının üçü bulmadığını görüyorsunuz. Eski cumhurbaşkanlarının aksine basın toplantıları düzenlemeyen, gazetecilerle röportaj yapmayan Sezer, hukuk ağırlıklı oluşturduğu danışman kadrosu aracılığıyla Çankaya’nın görüşlerini kamuoyuna aktarıyor. Bu nedenle pek çok gazete ve televizyon eskiden olduğu gibi Çankaya’da muhabir bulundurma ihtiyacı hissetmiyor.
Süleyman Demirel cumhurbaşkanlığı süresince 120 binden fazla vatandaşla tokalaşmıştı. Bu da ortalama yılda 20 bin, ayda 1666, günde ise 55 kişi demekti. Görev süresince yaklaşık 1 milyon kilometre yol katetmiş, günde ortalama 375 kilometre gitmiş, gününün bir saati ise hep uçakta geçmişti. Türkiye’nin bütün illerini dolaşmış, sokaktaki insanların sorunlarıyla birebir ilgilenmişti. Kenan Evren bile asker kökenli olmasına rağmen kendisini Çankaya’nın içine kapatmak yerine il il dolaşmayı ve halkla miting ve toplantılar vasıtısıyla buluşmayı tercih etmişti. Üniversiteleri dolaşmış, girişimcileri ziyaret etmişti. Devletçi gelenekten gelen Evren dahi halkçı olmayı başarmıştı. Turgut Özal ve Süleyman Demirel ise siyasetçi kimlikleriyle sokağın nabzını tutmaya devam etmişlerdi.
“Yüzünüze hasret kaldık”
1961 Anayasası’nda yetkileri çok fazla olmayan cumhurbaşkanı, 82 Anayası’yla birlikte neredeyse icra organının başı hükümet kadar yetkiyle donatılmıştı. Seksen öncesi cumhurbaşkanlarının sokakla diyalog içinde olup olmamaları ülke yönetimi için çok mühim değildi, şimdi ise durum farklı. Oysa Sezer, memleketi Afyon’da meydana gelen depreme bile birkaç gün sonra gitmişti. Geçtiğimiz haftalarda Bingöl’de yaşanan deprem faciası sonrası hükümet ve muhalefet anında çıkarma yaptığı halde Sezer ancak altı gün sonra kamuoyundan yükselen seslere kulak verdi. Hürriyet yazarı Emin Çölaşan, Sezer’in Afyon’daki depreme gitmemesini eleştirdiği yazısında, “Türk milleti Çankaya’da sadece Anayasa Mahkemesi hakimi yani hukukçu kimliği ile değil insancıl yönüyle de ikamet eden bir cumhurbaşkanı görmek istiyor” diyerek Sezer’i şöyle eleştirmişti: “Cumhurbaşkanı ilk seçildiği günlerde arkasında büyük bir halk desteğine sahipti. Ama dikkat ediniz, bu desteği giderek yitiriyor. Toplumdan kopuk, insancıl duygulardan epeyce uzak, sosyal ilişkileri olmayan, sadece kendi ortamında yaşayan ve çok zorunlu olmadıkça yerinden kımıldamayan bir cumhurbaşkanı. Bütün hayatı böyle geçmiş.” Medyada Çölaşan gibi düşünenlerin sayısı gün geçtikçe arttı. Bunlardan biri de Sabah Gazetesi Başyazarı Erdal Şafak’tı. Şafak “Yüzünüze hasret kaldık” dediği Sezer’e şunları söyledi: “Cumhurbaşkanı Sezer üçüncü yılına giren görev süresi boyunca Cumhuriyet Bayramı ve 10 Kasım törenleri dışında ne zaman halkın içine karıştı ki... Türkiye halkla iç içe cumhurbaşkanlarını zaten bir Atatürk’le gördü, bir de uzun bir aradan sonra Özal’la... Çıkın biraz. Moral verin biraz. Verin ki biz de cumhuruyla iç içe bir halk olmanın tadını çıkaralım.” Taha Akyol ise Sezer açılmalı diyor ve şunları söylüyor: “Sayın Sezer’in artık sırf ‘kanun adamı’ gibi değil, cumhurbaşkanı olmanın gerektirdiği alan genişliğiyle konulara bakması, Çankaya’yı topluma ve dünyaya açması gerekiyor. Sezer’in artık ‘açılması’ gerekiyor. Her ‘tek disiplinli düşünce’ ufuk darlığı yaratır. Hukukla birlikte ekonomi, siyaset, sosyoloji, diplomasi, tarih gibi disiplinler de önemlidir.”
Hukuk yetmedi!
Sezer’in ilk günlerde YÖK ve memur kararnameleriyle ilgili tutumu alkış almıştı. Ama zamanla her olaya sadece hukuk penceresinden bakarak karar vermesi yeni sorunları da beraberinde getirdi. Kendisini seçen iktidar partileriyle çatışmaya girdi ve Şubat 2001 krizinde rolü olduğu yönünde kamuoyunun belli kesiminde kanaat oluştu. MGK toplantısında bürokratların önünde başbakanı azarlaması ve anayasa kitapçığını fırlatmasıyla başlayan süreçte cumhurbaşkanının aynı zamanda siyaset bilmesi ve idarecilik yeteneğine sahip olması gerektiği gerçeği ortaya çıktı. Kendisi de bir hukukçu olan ve ismi cumhurbaşkanlığı için gündeme gelen Hüsamettin Cindoruk da Çankaya’daki kişinin mutlaka siyaseti bilmesi gerektiğini söylüyor; “Orası siyasi bir kurumdur. Dünyanın her yerinde iyi siyasetçiden cumhurbaşkanı seçilir. Oraya gelen kişinin siyasetçilerle geçmişi olmalı biraz, onları tanımalı, bazılarına hatırı geçmeli. Gerektiğinde çağırıp konuşabilmeli.” Cindoruk’a göre bu özelliklerden hiçbiri Sezer’de yok; “Çankaya bugünkü şekliyle bir denetim organı niteliği kazandı. Yönetim organı olmaktan çıktı. Seçimden önce ‘ikinci bir anayasa mahkemesi kurulur’ diye uyarmıştım. Sadece hukuk kurumlarından geldiği için başka türlü düşünmesini beklemek zor. Orası kamusal alan değil, siyasal alandır. Bu makamdan beklenen, tarafsız karar vermesi ve hakem olmasıdır. Ben çok devletçi olduğunu sanmıyorum. Ama çok katı anayasacı.”
“Perspektifi evrensel değil”
Sezer’in cumhurbaşkanlığı için ismi gündeme geldiği zamanlarda rezerv koyanlardan biri anayasa hukukçusu Prof. Dr. Mustafa Erdoğan’dı. Sezer’in iyi hukukçu olup olmadığıyla ilgili elde objektif veri olmadığını, dolayısıyla Sezer’in iyi hukukçuluğunun tartışmalı olduğunu yazan Erdoğan, Sezer’le birlikte Çankaya’nın devlet makamı haline geleceğini ve onun halkla haşir neşir biri olmayacağını belirtmişti. Öngörülerinin büyük kısmı doğru çıkan Erdoğan’a Sezer’in cumhurbaşkanlığı süresince verdiği kararların iyi bir hukukçu olup olmadığını gösterip göstermediğini sorduk. Aldığımız cevap “Sezer aşağı yukarı ortalama bir Türk hukuk uygulayıcısının vasıflarına sahip. Tipik bir pozitivist. Resmi ideoloji kalıplarının dışına çıkan bir evrensel hukuk perspektifine maalesef sahip değil. Esasen böyle bir beklenti gerçekçi de olmazdı” şeklinde oldu. Erdoğan diğer öngörüleriyle ilgili sorularımızı da şöyle cevapladı: “O tipik bir ‘devlet adamı’. Tabii ki bu onun kararlarına da yansıyor. Çankaya baştan beri milletin değil ‘devlet’in makamı olmak üzere tasarlanmıştı. Bu makam Özal’ın cumhurbaşkanlığı dönemi dışında hiçbir zaman topluma devletten daha yakın olmadı. Çankaya’da inisiyatif 1993’ten itibaren ‘devlet’e geçmiştir. Sezer bu devlet inisiyatifini güçlendirmiştir.”
Çankaya’ya yeni misyon
Hükümet ile cumhurbaşkanı arasında 3 Kasım seçimlerine kadar devam eden hukuk tartışması bu tarihten itibaren yerini ideolojik bir rekabete bıraktı. AK Parti’nin tek başına iktidara gelmesiyle birlikte doğan boşlukta Çankaya’ya da yeni bir misyon yüklendi. Sezer’in inisiyatifi dışında olsa bile artık Çankaya iktidar karşısında resmi ideolojinin hassas olduğu konuların savunulduğu bir makam haline geldi. Atama kararnamelerinin imzalanması sorun oldu. Kadrolaşmada eski hükümete gösterilen hoşgörü AK Parti’den esirgendi. Sezer önemli makamlara atanacak kişilerin çoğunu geri çevirirken, çıkarılan yasalarla ilgili düşüncelerinde kamuoyunda yükselen seslere göre karar vermeye başladı. Medyanın desteklediği yasalara onay verirken, gazetelerin karşı çıktığı yasalar bir kez daha görüşülmek üzere Meclis’e gönderildi. Oysa aynı Sezer Anayasa Mahkemesi başkanlığı döneminde cumhurbaşkanının yetkilerinin azaltılmasını istiyordu. AK Parti iktidarının onaylanması için gönderdiği 593 atama kararnamesinden 103’ünü çeşitli nedenlerle geri çeviren Sezer 210 kararnameyi de imzalamadan bekletmeye devam ediyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ise durumdan şikayetçi. “Bizden önceki hükümetlerin yaptığı atamaların Çankaya’dan dönme oranı yüzde 2—4 iken bizim dönemimizde bu oran yüzde 29” diyor Erdoğan. Gazeteci—Yazar Etyen Mahçupyan, Sezer’in 3 Kasım seçimleri sonrası CHP’li yönünün fazlasıyla öne çıktığını söylüyor ve eskiden hükümetle Çankaya arasındaki sorunun hukuki olduğunu, şimdi ise ideolojik bir arka planı bulunduğunu belirtiyor; “Türkiye siyasetindeki sıkışmalar Sezer’in kendisine atfetmediği bazı misyonlar yükledi. Daha dengeli bir siyasi yapı olsa daha başarılı bir cumhurbaşkanı olurdu. Ancak belirli işlevleri otomatik olarak taşımak durumunda kaldı ve laikçi bakışını bir şekilde seslendirdiği noktalar oldu. Hepimizin refleksleri var, sıkıştığımız zaman ani kararlarda o reflekslere kayarız. Sezer’in de CHP’li bir refleksi var ve en büyük handikapı da bu. Biraz katı; siyasi nüanslardan bihaber görünüyor. Ama öte yandan bu tartışmaları yaşamamız için de gerekli bir cumhurbaşkanı.”
Sezer’in ‘derin CHP’li’ tarafı affettiği mahkumların kimliğinde de ortaya çıkıyor. Cumhurbaşkanlığı döneminde af yetkisini her ne kadar Adli Tıp raporları doğrultusunda kullansa da mahkumların daha çok DHKP—C ve PKK’lı olması eleştiri konusu oluyor.
Siyasi partiler farklı düşünüyor
Sezer’le ilgili siyasi partilerin görüşleri de birbirinden farklı. MHP ve CHP Sezer’in yeni konumunu desteklerken, ANAP ve DYP eleştiriyor. ANAP Genel Başkan yardımcılarından Nesrin Nas “Cumhurbaşkanının temel görevlerinden biri devletin kurumları arasında koordinasyonu sağlamaktır. Bunu sağlamak konusunda çok çekimser davrandığını görüyoruz. Özellikle Irak savaşı öncesi meşruiyetin kaynağı olarak Meclis’i değil de BM Güvenlik Konseyi kararını işaret etmesi doğru bir yaklaşım olmadı. Bunun ötesinde zaman zaman kanunları hukukun kendisi gibi yorumlama eğilimi gösteriyor. Son dönemde muhalefet görevi üstlenmiş gibi bir izlenim var, bunu da doğru bulmuyorum” diyor.
MHP Genel Başkan Yardımcısı Ercüment Konukman ise Sezer’i desteklediklerini söylüyor; “Durup dururken cumhurbaşkanlığı müessesesinin tartışmaya açılmasının zamanı değil. Son günlerdeki veto tartışmalarından öyle anlaşılıyor ki cumhurbaşkanına bazı yetkilerin verilmesinde fayda var. Türkiye’nin menfaatleri bazen hukukla paralel gider, bazen hukukun da önüne geçebilir. Bazı vetolarını keşke yapmasaydı dediğimiz oluyor. Bir cumhurbaşkanı her zaman halkın içine, sokağa çıkmamalıdır. Ama Sezer’in halkla bütünleşmek için gayret içinde olduğunu ve halkımız tarafından sevildiğini biliyoruz.”
DYP Genel Başkan yardımcılarından Oğuz Tezmen de Sezer’in halktan kopuk bir görüntü sergilediğini söylüyor; “Siyasi bir kişiliği olmadığı için halktan ve siyasetten kopuk gibi görünüyor. Bizim geleneğimizde halkla kaynaşma, halk içinde olmak vardır. Cumhurbaşkanlığının bir güvence unsuru olması gerekiyor. Keyfi uygulamaları hükümete karşı kontrol altında tutacak, güvence unsuru olacak bir makam olarak görüyoruz orasını. Ama dünya görüşü ve kişisel bazı yaklaşımlarının da veto ve kararlarındaki etkisini görmek mümkün.”
AK Parti’nin siyasi ve hukuki işlerden sorumlu genel başkan yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat ise Sezer’in kendisini yanılttığını ifade ediyor; “Bir hukukçu kişiliği bulunması ve Anayasa Mahkemesi başkanıyken cumhurbaşkanının yetkilerinin daraltılması yönünde beyanatları bulunması nedeniyle oyumu ona kullanmıştım. Oysa şimdi beni hayal kırıklığına uğrattı. Milletin başkanı olabilmek, halkla özdeşleşmek, halkın düşünce ve yaşantısını paylaşabilmektir. Yoksa sadece bir gösteriş olarak kırmızı ışıkta durmak, fileyi alıp pazara gitmek halk adamı olmak için yetmiyor. Bu durumda siz halk olabilirsiniz ama cumhurbaşkanı olamazsınız. Çünkü onun ıstıraplarını, hissettiklerini hissedebilmeniz lazım. Cumhurbaşkanı diğer üç erki gözetmek zorunda, onların uyumlu ve iyi çalışmasını sağlamak durumundadır, yoksa kösteklemek durumunda değildir.”
CHP Sezer’i sonuna kadar destekliyor. Çoğu konuda aynı fikri savunuyor. Adana Milletvekili Tacidar Seyhan da Sezer’in şu anda CHP’nin idealindeki cumhurbaşkanı tipine çok yakın bir yerde durduğunu söyleyerek; “AKP’nin bize icraat yaptırmıyor yaklaşımı doğru değil. Laik, demokratik bir devletin cumhurbaşkanına yakışır bir görüntü ve duyarlılık sergiliyor” diyor.
Sezer’in sokaktan kendisini soyutlamasını eleştiren partiler onu tek parti iktidarı karşısında bir güvence olarak algılarken, Meclis dışı güçler de Çankaya’ya aynı misyonu yüklüyor. Ahmet Necdet Sezer ise isteyerek ya da istemeden bu görevi üstleniyor. Bu durum hem cumhurbaşkanının hukukçu kimliğiyle tezat oluşturuyor, hem de ekonomik ve siyasi krizlere davetiye çıkarıyor. Geçtiğimiz hafta yaşanan ve asker sivil yetkililer arasındaki gerginlikte de Sezer ortada yoktu.
Kaynak: