Çünkü Sezer, Irak'a asker gönderme konusundaki tavrını 13 yıl önceden koyarak rengini belli etmişti.
Abone olIrak’a asker gönderme konusunda hükümet tezkereyle “yetki” almaya hazırlanırken, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in 13 yıl önceden tavrını koyduğu belirlendi. Sezer, Körfez Savaşı’nda Anayasa Mahkemesi üyesi iken dönemin iktidarı ANAP’ın TBMM’den aldığı asker gönderme kararının, Anayasa’dan kaynaklı bir yetkinin devri anlamına geldiğini savunarak, Yüksek Mahkeme’nin denetimine girdiğini kaydetti. Cumhurbaşkanı Sezer, Anayasa Mahkemesi üyesi iken 1990 yılında patlak veren Körfez Savaşı üzerine Türkiye’nin izlemesi gereken yasal süreci ilişkin net tavrını koydu. ANAP iktidarının Türkiye’nin bölgeye asker gönderebilmek amacıyla TBMM’den çıkardığı 107 ve 108 sayılı TBMM kararının dönemin anamuhalefet partisi SHP’nin iptal başvurusuyla götürdüğü Anayasa Mahkemesi, başvuruyu oyçokluğuyla reddetti. SHP’nin Anayasa’nın çeşitli maddelerine aykırılık iddiasıyla yaptığı başvurusunu reddeden Mahkeme kararında, TBMM kararlarının Yüksek Mahkeme’nin denetimi dışında olduğu Hükümete asker gönderme yetkisinin verilmesinin teknik bir konu olduğu kaydedilen Mahkeme kararında, “Hükümete verilen iznin kapsam ve amacını aşmamak üzere, diplomasiye ya da Türk Silahlı ‘Kuvvetlerinin harekatına ilişkin strateji ve taktiklerin geliştirilip uygulanmasının, Anayasa’nın 92. maddesi uyarınca TBMM tarafından, yasama organının yetkileri kapsamındaki işlem türlerinden biri olan ‘karar’ ile kendisine ‘izin’ verilmiş Hükümetin görevlendirilmesi, Anayasa’nın 117. maddesinin amacı doğrultusunda uzmanlık ve yönetim tekniğinin kaçınılmaz gereğidir” denildi. Mahkeme, SHP’nin yetki kararının “sınırsız yetki” yorumuna yol açacak muğlaklıklar oluşturduğunu savını da dayanaksız buldu. SHP’nin başvurusunun esastan incelenmemesi yönünde Mahkeme’nin çoğunluk oyuyla aldığı karara aralarında dönemin Başkanı Yekta Güngör Özden’in de bulunduğu üyeler Yılmaz Aliefendioğlu, Selçuk Tüzün ve Ahmet Necdet Sezer karşı çıktı. Sezer, karşı oy yazısında, TBMM kararıyla hükümete verilen yetkinin içerik yönünden Anayasa Mahkemesi’nin denetimi altında olduğunu savundu. Sezer, “savaş ilanına karar verme”nin Anayasa’da Meclisin yetkileri arasında sıralandığını belirtirken, yetkinin “doğru” kullanılmasının önemine I. Dünya Savaşı ve Kore’ye asker göndermeleri örnekleyerek anlattı. Sezer, “Nitekim 1961 Anayasası’na ilişkin Kurucu Meclis görüşmeleri incelendiğinde TBMM’ne yetki veren böyle ayrıntılı bir düzenleme getirilmesinde Osmanlı İmparatorluğu’nun 1. Dünya Savaşı’na yetkililerin çoğunun bilgisi dışında yalnızca birkaç kişinin kararı ile sürüklenerek kendisini bir oldu bitti içinde bulması ve 1950 yılında da Kore’ye asker gönderme kararının TBMM toplantıya çağrılmaksızın, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Millî Savunma Bakanı’nca verilmesi gibi olaylar etkin olmuştur” dedi. Sezer, Cumhuriyet anayasalarının tümünde savaş ilanı ve Silahlı Kuvvetler’in kullanılmasına karar verme yetkisi TBMM verildiğini anımsatırken, TBMM’nin tatilde veya ara vermede olması ve ülkenin silahlı bir saldırıya uğraması koşullarında söz konusu yetkinin Cumhurbaşkanı verildiğini kaydetti. Sezer, iktidarın TBMM kararıyla aldığı yetkinin Cumhurbaşkanının Anayasa’dan aldığı savaş ilanına ilişkin kararı da aştığını vurgulayarak, “Herşeyden önce Bakanlar Kurulu, TBMM’nin kendisine verdiği bu yetkiyi, yalnızca parlamentonun tatilde veya ara verme halinde değil, toplantıda olduğu sırada kullanabileceği gibi bu kararla Hükümete yalnız savaş ilanı değil onun yanında yabancı ülkeye asker gönderme veya ülkede yabancı asker bulundurma yetkisi de verilmektedir. Karar bu biçimi ile Anayasa’nın çok daha sınırlı olarak Cumhurbaşkanına verdiği bir yetkiyi daha genişletilmiş olarak Hükümete tanımaktadır” dedi. Yetki kararında belirsiz ifadelerin yer aldığına dikkat çeken Sezer, karşıoyunun sonuç bölümünde şöyle dedi: “Anayasa Mahkemesi’nin görev ve yetkileri Anayasa’nın 148. maddesinde gösterilmiştir. Buna göre; ‘Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İç Tüzüğü’nün Anayasa’ya şekil ve esas bakımından uygunluğunu denetler.’ Anayasa’da 85. maddesindeki yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına veya üyeliğin düşmesine ilişkin ayrık kural dışında TBMM’nin ‘karar’ türündeki işlemlerinin Anayasa Mahkemesi’nin denetimine bağlı olacağını belirleyen bir düzenleme bulunmamaktadır. Ancak Anayasa Mahkemesi’nin yerleşmiş görüşüne göre Yasama Meclisi’nce Anayasa’da öngörülenler dışındaki adlar altında ve başla yöntemler uygulanarak oluşturulan işlemlerin Anayasa Mahkemesi’nin denetimine bağlı olup olmadığının saptanmasında meydana getirilen metnin veya belgenin oluşturulmasında uygulanan yöntem kadar içeriğinin niteliği üzerinde durulması, değer ve etkisinin ortaya konulması ve bu metin veya belge, denetime bağlı tutulan işlemlerle eşdeğerde ve etkinlikte ise, denetime bağlı olduğunun kabul edilmesi zorunludur. O halde dava konusu yasama işleminin adı değil içeriği önemlidir. Eğer yasama işlemi karar biçiminde oluşsa dahi içeriği bir yasa veya içtüzük düzenlemesini ortaya koyuyorsa anayasa uygunluk denetimine bağlıdır. 1- Şu durumda yukarıda açıklandığı gibi 12.8.1990 gün ve 107 sayılı yasama işlemi TBMM Kararı adını taşımakta ise de içeriği yönünden, Anayasa’nın yalnızca TBMM’ne ve bazı sınırlı durum ve koşullarda da Cumhurbaşkanı’na verdiği 92. maddesindeki yetkileri Hükümete devretmektedir. 107 sayılı TBMM kararı bu içeriği nedeniyle Anayasa’nın 92. maddesini değiştiren bir yasa niteliğinde olduğundan Anayasa Mahkemesi’nin denetimine bağlıdır. 2- Anayasa, 7. maddesindeki yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine karşın, yasamanın yürütme organına kural dışı olarak kimi konularda yetki verebileceğini açıkça belirtmiştir. Bu ayrık durumlarda TBMM kendisine ait bir yetkiyi Bakanlar Kurulu’na ancak bir yasa ile devredebilir. 7.9.1990 gün ve 108 sayılı TBMM kararı adındaki işlemle Meclis, Anayasa’nın 92. maddesinin kendisine tanıdığı ve yalnızca kendisi tarafından kullanılabilecek yetkileri Hükümete (Bakanlar Kuruluna) devrettiğine göre 107 sayılı Karar da içeriği yönünden yasa niteliğindedir; ve bu nedenle Anayasa Mahkemesi’nin denetimine bağlıdır. Bu nedenlerle esasın incelenmesi gerekeceğinden çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.