BIST 9.550
DOLAR 34,54
EURO 36,01
ALTIN 3.005,46
HABER /  GÜNCEL

Seyit Rıza için otomobil farı

Zülfü Livaneli dönemin Emniyet Müdürü İhsan Sabri Çağlayangil'i ağzından Seyit Rıza'nın idam edildiği geceyi yazdı.

Abone ol

Seyit Rıza'yı bir an önce asmak için ertesini günü beklemeyip gece yarısını seçtiler. Hava zifiri karanlık olunca, otomobil farıyla ortamı aydınlatıp infaz işlemini gerçekleştirdiler.

Vatan gazetesi yazarı Zülfü Livaneli, bugünkü köşesinde İhsan Sabri Çağlayangil'in anılarına yer vererek Dersim tartışmalarına katıldı. Livaneli, Seyit Rıza'yı astıranın Atatürk'ten fazla Atatürkçüler olduğunu iddia ederek, İsmet İnönü'yü değil Celal Bayar'ı işaret etti.

Livaneli yazısında “Atatürk’ü sevmek ibadettir“ diyen dönemin başbakanı Celal Bayar ve sonradan Adalet Partisi hükümetlerinde bakanlık yapacak olan Emniyet Müdürü İhsan Sabri Çağlayangil'i idamın sorumlusu olarak gösterdi. Yazar Livaneli ardından İhsan Sabri Çağlayangil'in o geceye dair anılarına yer verdi:

BEYAZ DONLULAR SEYİT RIZA İÇİN AF İSTEYECEK

“(Ö) Aradan aylar geçti, Seyit Rıza ve çevresi yakalandı. Mahkemeleri sürüyor. İşte bu sırada Atatürk Diyarbakır’daki yeni yapılan Singeç (aslı Soyungeç Z. L.) Köprüsü’nü açmaya gidecek. Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmensüer Bey bana diyor ki;

‘Atatürk, Singeç Köprüsü’nü açmaya gidecek. Dersim hareketi bitti. Beyaz donlu (giysili) altı bin doğulu Elazığ’a dolmuş, Atatürk’ten Seyit Rıza’nın hayatını bağışlamasını isteyecekler. Beyaz donluların Atatürk’ün karşısına çıkmasına meydan vermeyelim.’

1937 yılında resmi tatil günü cumartesi öğleden sonra. Atatürk pazartesi günü Elazığ’a gelecek. Bizden istenenler ‘asılacak asılsın’ ve Atatürk’ün karşısına Beyaz Donlular çıktığı zaman iş işten geçmiş olsun. O dönemde Elazığ Valisi Şükrü Bey, Savcı Hatemi Senihi Bey, Emniyet Müdürü Sezerli İbrahim Bey, savcı yardımcısı arkadaşıydı.

Şükrü Sökmensüer, ‘Sivillerden, Emniyet Genel Müdürlüğünün siyasi şubesinden istediklerini al. Atatürk’ün istasyondan halkevine kadar korunması da size ait’ dedi. Başta Macar Mustafa olmak üzere altı kişi alıp yola çıktım. Trenle Elazığ’a vardım. Emniyet Müdürü İbrahim Bey’e gittim. Savcı için, ‘Kural dışı bir şey yapmaz, mümkün değil’ dedi.

Savcıya gittim. Durumu kendisine anlattım. Bu konuda Adalet Bakanlığından da bir şifre aldığını ama mahkemelerin cumartesi tatil olduğunu, tatilde ise sonuç almanın mümkün olmadığını bana bildirdi. Ve ekledi:

‘Ben de mahkemeleri etkileyemem.’

Oysa biz mahkemenin kararını Atatürk gelmeden evvel vermesini ve geldiğinde Seyit Rıza meselesinin kapanmış olmasını istiyorduk. Ben bunu halletmek için Hükümet tarafından buraya gönderilmiştim.

İKİ GÜNDE İDAM

Savcı yardımcısı hukuktan sınıf arkadaşım. Bana, ‘Sen valiye söyle bu savcı rapor alsın gitsin, ben senin istediğini yaparım’ dedi. Biz mahkemenin tatil günü işlemesini ve alınacak sonucun infazını istiyorduk. Savcı, rapor aldı. Arkadaşım vekil olarak savcının yerine geçti. Mahkeme hakimini evinde buldum. Gittiğimde mahkemenin aldığı kararı yazdırıyordu. Hakimle konuştuk. Kendisi kararı daktiloya çektirmekle meşguldü. Devir, CHP devri. Herkes çekiniyor.

Hakim bana, ‘Cumartesi mahkeme toplanmaz, ancak pazartesi günü mahkemeyi toplar, kararı veririz. Salı günü de idam hükümlerini yerine getiririz’ dedi.

O zamanlar dördüncü bölgede temyiz hakkı yok.

Abdullah Paşa, sıkıyönetim kumandanı olarak kararı tasdik edecek. O da, ‘yukarıdaki karar tasdik olunur’ demiş, basmış boş kâğıda imzasını. Yukarıya ‘Abdullah Paşa’nın idamı’ diye yazsanız kendisi asılacak. Hakime dedik ki:

‘Bu dediğiniz gün Atatürk geliyor. Maksat hasıl olmuyor ki.’

Hakim, ‘başkaca bir şey yapılamaz’ diyerek kestirdi attı. Ben de kendilerine sordum:

‘Sizin saat 17.00’den sonra davaya devam ettiğiniz olmuyor mu?’

‘Ooo, çok oluyor. Gün oluyor, dokuzlara onlara kadar çalışıyoruz,’ cevabını verdi.

OTOMOBİL FARIYLA İDAM SEHPASI AYDINLATILDI

“Eee, sondan beş saat ihlal ediyorsunuz da baştan beş saat ihlal etseniz, olmuyor mu? Yani pazar akşamı sahurdan sonra mahkemeyi açarız. Pazartesi günü 24.00’ten başlıyor, dedim.

Hakim: Elektrikler kesiliyor, dedi.

Ona da çare bulduk: Otomobil farları ile hapishaneyi aydınlatırız. Halkevi’ne lüksler koyarız.

Hakim bu defa; samiin (hazır bulunanlar, şahitler) yok, dedi. Ona da çare bulduk. Samiin de getiririz. Kaç kişi asılacak? Onu karardan önce söyleyemem, dedi.

Ama ekledi: Savcı 27 kişinin idamını istedi. Biz ona göre mi hazırlığımızı yapalım? Bilemem, dedi.

‘BENİ ASMAYA MI GELDİN?’

Ceza İnfaz Kanunu her asılanın ayrı bir yerde asılmasını, asılanların birbirini görmemesini emrediyordu. Bu şartı da yerine getirmeye çalıştık. Her meydana dört sehpa kurduk. Vali bir de çingene cellat buldu.

Gece 12.00’de hapishaneye gittik. Farlarla çevreyi aydınlattık. Mahkemenin 72 sanığı var. Sanıkları aldık. Mahkemeye götürdük. Çingene de geldi. Adam başına on lira istedi. ‘Peki’ dedik. Sanıklar Türkçe bilmiyor. Mahkeme kararı açıklandı.

Yedi kişi ölüm cezasına çarptırılmış, sanıklardan bazıları beraat etmiş, bazıları da çeşitli hapis cezaları almıştı. Kararlar okununca hakim ilamda idam lafını kullanmadığı ve ölüm cezasına çarptırılmaktan bahsettiği için verilen hükmü iyi anlamadılar. ‘İdam Çino’ diye bir vaveyla koptu.

Biz Seyit Rıza’yı aldık. Otomobilde benimle Polis Müdürü İbrahim’in arasına oturdu. Jeep jandarma karakolunun yanındaki meydanda durdu. Seyit Rıza, sehpaları görünce durumu anladı:

- Asacaksınız, dedi ve bana döndü:

- Sen Ankara’dan beni asmak için mi geldin?

Bakıştık. İlk kez idam edilecek bir insanla yüz yüze geliyorum. Bana güldü. Savcı namaz kılıp kılmayacağını sordu. İstemedi.

Son sözünü sorduk.

- Kırk liram ve saatim var. Oğluma verirsiniz, dedi.

Bu sırada Fındık Hafız asılıyordu. Asarken iki kez ip koptu. Ben Fındık Hafız asılırken, Seyit Rıza görmesin diye pencerenin önünde durdum. Fındık Hafız’ın idamı bitti.

Seyit Rıza’yı meydana çıkardık. Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu. Ama Seyit Rıza, meydan insan doluymuş gibi sessizliğe ve boşluğa hitap etti:

- Evladı Kerbelayime, bê gunayime, Ayıvo zulimo, Cinayeto, (Evladı Kerbelayıh. Bi hatayıh. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir.) dedi.

Benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap rap yürüdü. Çingeneyi itti. İpi boynuna geçirdi. Sandalyeye ayağı ile tekme vurdu, infazını gerçekleştirdi. Oğlu yaşında bir subayı öldürecek kadar katı yürekli olan bir insanın bu mukadder akibetine acımak zor. Ama ihtiyarın bu cesaretini takdir etmekten kendimi alamadım. Asabım çok bozuldu. Emniyet Müdürüne;

- Ben üşüdüm, otele gidiyorum, dedim.”