Ses Kayıtları Guguk Kuşu ile Bülbül İlişkisini Anlatıyor!
Yakın zamana kadar itiraf ya da suçüstü olmadıkça yolsuzlukların, rüşvetin kanıtlanması neredeyse imkânsız gibi görünüyordu.
17 Aralıkta başlayan operasyonlar ve internette paylaşılan ses kayıtlarıyla birlikte rüşvetin, irtikapın ve hukuk dışı bazı gizli anlaşmaların da teknoloji sayesinde belgelenebildiğini görmüş olduk.
Arka arkaya internete düşen ses kayıtları ilk andan itibaren ülke gündeminin ilk sırasına oturdu.
Kötü oldu demek ne yazık ki mümkün olamıyor.
Hatta kamu yararına olduğu için iyi oldu bile denebilir.
Kötü olan o ses kayıtlarının internete düşmüş olması değil, kayıtların içeriği olan yolsuzlukların birileri tarafından yapılmış olmasıdır.
Bu nedenle kimin, nereden, nasıl servis ettiğinin pek önemi yok.
Kaldı ki ses kayıtları içerik olarak özel olmanın çok ötesindedir.
Özel olabilmesi için içeriğinin sadece muhataplarını ilgilendirmesi gerekir. Bu ise sadece Türkiye’de değil dünya çapında rekor sayılabilecek bir yolsuzluğu gözler önüne sermekte ve kamuyu direk ilgilendirmektedir.
Böylesine büyük bir yolsuzluğun özel olabilmesi mümkün müdür?
Hatırlayınız;
Geçmişte yine internet aracılığıyla servis edilen ve gerçekliği hala muğlak olan sex görüntüleri tamamen özel olmasına rağmen başbakan tarafından; “özel değil, genel genellll” diye değerlendirilmişti!
O gün başbakanın o etik dışı değerlendirmesini alkışlayanlar, bugün
Yolsuzluğun kanıtı olarak internete düşen ses kayıtlarının halkın içine düştüğü cehennemi ortamın sebebini de açıklaması bakından önemli bulup alkışlayabilecekler mi?
İşçinin, memurun, emeklinin zam taleplerine kulak tıkayan siyasetçiler; emeklilikte yaşa takılanların, SSK ve Bağ-Kur borçlarını ödeyemeyenlerin feryatlarına “devlet yönetmek çocuk işi mi Yunanistan mı olalım” şeklinde cevaplar vermekteydiler. Zor durumdaki halkın taleplerini karşıladıkları taktirde devletin maaş ödeyemeyecek duruma düşebileceğini söyleyip kulakardı ediyorlardı.
Oysa ses kayıtlarında telaffuz edilen rakamlar hiç de öyle olmadığını haykırıyor. Kayıtlara göre devletin kaynakları halkın sorunlarını çözmek için değil, birkaç hak tanımazın kasasına doğru akıtıldığı bariz şekilde görülüyor.
Sadece ses kayıtlarında telaffuz edilen rakamlar dahi halkın sorunlarını ortadan kaldırabilecek boyutta yazık ki.
Yağmalanıyoruz diye avazı çıktığı kadar bağıran muhalefetin uyarılarını dikkate almamak milletimize çok ama çok pahalıya mal olmuş gözüküyor.
Şayet ses kayıtları kamuoyuna yansımasaydı toplum mühendisliği harikası olan büyüyoruz algısı devam edecek, iktidar partisi her seçimde oylarını biraz daha artırarak yeniden gelebilecekti.Tabi yağmalar da aynı oranda büyüyecekti.
Toplum olarak durum muhasebesi yapmayı kendimize zûl saydığımızdan olsa gerek ülkeyi yönetenlerin her sözüne gözü kapalı inanarak bugünlere geldik.
Umulur ki halkın belli bir kesimi de en azından bundan sonra benzer hata içine düşmesin, haksızlıklar karşısında onurlu duruş sergileyebilsin.
Aslında halkın belli kesimini suçlamak da tam olarak doğru değil. Yıllardan beri süregelen psikolojik saldırılara karşı eğitimsiz kitlelerin mukavemet gösterebilmesi zor iştir.
Yıllardır yaratılan sahte algıya göre; ekonomi tavan yapmış, Türkiye büyümekteydi. Ülke şantiye haline gelmiş, hizmette çağ atlanmaktaydı. Bütün bunları başaran lider de ancak bir dünya lideri (!) olabilirdi ki nihayet ustalık döneminde diğer birçok vasfının yanına, hatta önüne dünya lideri unvanı da eklenmişti!
Yazılı ve görsel medya iktidar eliyle öylesine etkin kullanılmıştı ki; işsiz kalan işsizliğinin, iflas eden iflasının, geliri geçinmeye yetmeyecek seviyeye düşen fukaralığının sorumlusu olarak sadece kendisini görebiliyordu!
Halkın büyük bir bölümü;
“Öyle ya; sağımda solumda gökdelenler yükseliyor, neredeyse her mahalleye bir AVM konduruluyor, duble yollar yapılıyor, siyasilerin beyanlarına göre ülke ekonomisi ile birlikte kişi başına düşen GSMH artıyorsa sorun bende olmalı!” diye düşünüyordu.
İşte bu algı GEZİ ile yerle yeksan oldu!
Gezi ile birlikte anlaşıldı ki iktidar ne kadar büyük bir proje uygulamaya koyarsa o oranda büyük talan yaşanacak!
Üstelik talan sadece ekonomik de olmayacak. Doğal alanların tahribi ile uzun vadede çok daha büyük sıkıntılar da yaşanabilecek.
İşte bunun farkındalığı lokal sayılabilecek bir protestoyu ulusal çapta direnişe dönüştürdü.
Masum ve demokratik bir protestonun orantısız şiddetle karşılık bulması uyku halinde olan bir halkın suratında patlayan şamar etkisi yapmış ve daldığı uykudan uyanmasına, kapıldığı sahte cennet algısından kurtulmasına vesile olmuştu.
Artık sadece aksaklıkların farkında olan muhalif aydınlar değil, halk da durum muhasebesi yapmaya başlamış, içine düşürüldüğü çaresizliğin sorumlusunun kendisi olmadığını anlayabilmişti.
Halk; “Kişi başına düşen gelir artıyorsa benimki niçin azalıyor?” diye sorgulamaya ve cevap aramaya başlamıştı.
Ülke sathına yayılan GEZİ direnişinin, AKP – Cemaat ortaklığını gereksiz kılması neticesinde ikili arasında öküz ölmüş dostluk bozulmuştu. Hatta birbirlerini hasım olarak bellemiş, kılıçlar kınından çıkmıştı.
Böylece 17 Aralık 2013’de kamuoyuna yansıyan SES KAYITLARI ile birlikte aranan cevap da bulunmuş oldu;
İktidar örgütlenmiş ülkeyi adeta talan ediyordu!
Vatandaş ise kat kat fazla çaba harcamasına rağmen iki yakası bir araya gelmiyor, açlıkla cebelleşiyordu.
Halkın bu durumu tıpkı, guguk kuşu ile bülbül arasındaki emek sömürüsüne benzemekte.
Guguk kuşunun acımasız bir yöntemle bülbülü nasıl dadı olarak kullanıp sömürdüğünü merak ediyor musunuz?
O halde buyurun okuyun;
Bülbül, yumurtlama vakti geldiğinde yuvasının bakımını yapar ve yumurtalarını yuvaya bırakarak kuluçkaya yatar.
Tam da bu aşamada bir çift göz tarafından takip altındadır.
Guguk kuşu bülbülün her hareketini izlemekte, en uygun zamanı kollamaktadır.
Nasıl olsa kuluçka sürecinde karnını doyurmak için yuvasından belli aralıklarla uzaklaşması gerekecektir.
Ev sahibi kuş yuvasından ayrılmasıyla birlikte guguk kuşunun hain tuzağı devreye girer.
Bülbülün yumurtalarını yiyerek yuvaya kendi yumurtalarını bırakır. İki kuşun yumurtaları birbirine tıpatıp benzediğinden ev sahibi yumurtalarının değiştirildiğini genellikle fark edemez ve kuluçka yatmaya devam eder.
İlk yumurta yavaş yavaş çatlayıp guguk kuşu yavrusu kabuğundan çıktığı anda bile ev sahibi kuşun 3-4 katı iriliktedir.
Bülbül serçe büyüklüğünde, guguk kuşu yavrusu ise atmaca ile neredeyse aynı cüsseye sahiptir. Yavru henüz gözleri açılmamış olsa da yuvaya birden fazla yavru sığamayacağından içgüdüsel olarak diğer yumurtaları iterek yuvadan aşağıya düşmesini sağlar.
Bülbül çaresizce guguk kuşu yavrusunu doyurma çabasına girer. Normalden daha fazla avlanmak ve yavruya yiyecek taşımak zorundadır. Zavallı bülbül, kendi yumurtasından çıktığını sandığı için guguk kuşunu yuvadan uçuncaya kadar besler, karnını doyurmak için kendini paralar durur. Bazen bu sahteciliği daha ilk aşamada fark eden bülbüller de olur tabi. Böyle durumlarda doğal olarak yumurtaları reddeder ve yuvadan atarlar. Ancak bu bülbül için pahalıya mal olacaktır. Sürekli takip halinde olan ana guguk kuşunun saldırısına uğrar ve yuvası darmadağın edilerek cezalandırılır.
Ne dersiniz, akıllara durgunluk veren boyutlardaki yolsuzlukların yaşanmasına itiraz edenlere uygulanan antidemokratik uygulamalarla sizce de ilginç bir benzerlik yok mu?
Twitter : @tmrduran1