Ertuğrul Özkök'ün, 12 Eylül darbesi güzellemesine yakın arkadaşı Serdar Turgut'tan yanıt geldi. Turgut, darbe anılarını anlatarak soruyor: Bunu nasıl savunurum?
Abone olÖzkök'ün darbenin gerekli olduğunu ve toplumu rahatlattığını iddia ettiği yazısının ardından Serdar Turgut, kendisinde iz bırakan anlatıyor.
Yazı: Serdar Turgut
Kaynak:
Ertuğrul Özkök iki gün önce 12 Eylül 1980 darbesi üzerine çok cesur bir tavır alan yazı yazdı. Hem kabul edeni çok olacak hem de karşı koyacağı bol bulunan bir yazıydı bu. İyi yazarların tüm yazıları böyle olmak zorundadır. İyi yazarın her yazısı sevgi ve nefreti aynı anda üzerine çekmek zorundadır, hatta bu iyi yazının olmazsa olmaz koşuludur bile diyebiliriz. Benim çok sevdiğim Amerikalı büyük yazar Philip Roth, her yazısının bu iki tepkiyi tetiklediğini bildiğinden ‘aynı zamanda hem sevilip hem tepki gördüğümden kendimi hem bir edebi konum belirlemek hem de bunun ahlaki yönünü savunmak durumunda hissettim’ demiştir.
Özkök de o yazıda almış olduğu cesur tavrın ahlaki boyutunu tartışmaya teşvik edilmelidir. Çünkü kendisi 12 Eylül darbesini savunmak gibi zor görülen bir işe girişmiştir. Türkiye, tarihiyle yüzleşmekten sürekli kaçınıyor o yüzden de geleceğini tam tanımlayamıyor. Özkök bir önemli dönüm noktası hakkında net tavır alarak siyasi uzantısı enteresan olabilecek bir yolda adım atmıştır. Tavrına katiyen katılmamakla birlikte tavır netliği nedeniyle kendisini kutluyorum ve en azından bana bu konuyu tekrar düşünme ve tartışma vesilesini açtığı için teşekkür ediyorum.
İlk önce bazı kabul ettiğim noktaları koyayım ortaya. Doğrudur, popüler kültür, 12 Eylül darbesini topluma huzur getiren operasyon olarak algılamıştır, darbeciler de bütün konuşmalarında meselenin bu boyutunun halkla ilişkilerini başarılı bir şekilde yapmışlardır. Darbe, sokaktaki çatışmayı durdurmuş ama toplumdaki acıyı katiyen durduramamış, bilakis daha da artırmıştır. Tarihimizin o dönemine bakarken meseleleri neden ya darbe ya da kaos olarak düşünmek zorundayız, neden hem daha önceki Türkiye’ye de darbeye de aynı anda karşı olamayız diye bakamıyoruz, anlayamıyorum. Çünkü bir tanesini seçmek zorunda kaldığımız takdirde tarihi algılamamızda ve geleceği kurmakta yanlışlar yapmaya doğru gidiyoruz gibi geliyor bana. Ne demek istediğimi dönemden iki acı anımı anlatarak örneklemeye çalışayım.
O günlerde Türkiye iyice karıştığında ben Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde asistan olarak çalışıyordum. Evet solcuydum ve taraftım. Bir gün fakültenin bahçesinde Hakan adlı öğrencim yanıma yaklaştı ve ‘hocam sizinle görüşmek için pazartesi yanınıza gelebilir miyim’ dedi. ‘Gayet tabii’ dedim ve pazartesi için sözleştik. Sonra aradan bir gün geçti, yanlış hatırlamıyorsam bir cumartesi günüydü ve evdeydim. Radyodan haberlerde Hakan’ın fakültenin bahçesinde vurulup öldürüldüğünü duydum. Acı yüreğime gömüldü.
Sonraki anım ise huzurun sağlanmasından sonraya ait yani darbe olup bitmişti. Bir gün ders veriyordum, polis ve askerler içeriye girdiler ve adam toplamaya başladılar, onları nelerin beklediğini çok iyi biliyordum. Bir ay sonra aynı salonda dolaşarak ders anlatıyordum, baktım daha önce götürülen grup içinde olduğunu bildiğim bir kadın arkadaş arkada oturuyordu. Hemen yanına yaklaştım. ‘Hoş geldin kardeş’ nasılsın diye sordum korkarak ve korktuğum da başıma geldi. O güzel suratlı olduğunu hatırladığım kız çökmüş, bir on yıl yaşlanmıştı en azından ve gözleri çukurlaşmıştı. O ne yazık ki devletin işkencesinden geçmiş olan kuşağın üyesi olmuştu. Şimdi sevgili Özkök’e sormak istiyorum; o acıları bilen bir insan olarak ben 12 Eylül’e nasıl destek verebilirim? Sen de öğretim görevlisiydin, tanıdığın bildiğin rejim tarafından yıkılmış tek bir öğrencin bile olmadı mı? Ben Hakan’ın ve ismini bilmediğim ama suratını hatırladığım o kızın acısını hâlâ hissediyorum, o yüzden de 12 Eylül darbesi hakkında toplumda huzuru vurgulayan bir bakış açısı olduğunu bilmekle birlikte o darbenin savunulmasını katiyen kabul etmem. İki acıya karşı olmak ve bu duyarlılığı yaşatmak bizleri iyi insan olarak tanımlayacaktır, ben o dönemde hapishanelerde vücudu çürüyen, sakat kalan, deliren o kadar fazla sayıda insan tanıdım ki, vicdanım öyle bir yaralandı ki bu devlete güvenimi öyle bir kaybettim ki, belki de duygusal düşünüyor olabilirim. Sevgili Özkök, anladığım kadarıyla 11 Eylül’ü 12 Eylül’e bağlayan gece sabaha karşı kendisini toplumdan soyutlamış ve vicdanını koruma altına alıp dış etkilere karşı kapamış. Bu yüzden sadece 11 Eylül’ü hatırlatıp 12 Eylül darbesine destek verebiliyor.
Ben kendimi bu şekilde korumayı hiç beceremedim, o nedenle duygularım sürekli iniş çıkış yaşar ve de vicdanım nedeniyle kendimi sürekli yıpratırım. Şimdi ‘keşke diyorum keşke ben de 12 Eylül sonrasında yaşadıklarımı hiç yaşamamış olsaydım da huzuru kolay bulsaydım.’