BIST 9.109
DOLAR 34,24
EURO 37,63
ALTIN 2.921,56

Serbest Katliam Cumhuriyeti

Türkiye’yi 12 Eylül’e götüren kanlı yoldaki en önemli kilometre taşları arasında “16 Mart Katliamı” da vardır.

16 Mart 1978 günü İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi önünde öğrencilerin üzerine tahrip gücü yüksel bir bomba atıldı. Öğrencilerden Abdullah Şimşek, A. Turan Öner, Baki Ediz, Hatice Özen, Cemil Sönmez, Hamit Akıl, Murat Kul öldürüldüler. Bu saldırıda 47 öğrenci de yaralandı.

Gazeteler olay için hazır manşeti kullandılar: Yine karanlık güçler!

Bu “karanlık güçlerin” kimlerden oluştuğu ise hiç soruşturulmadı. Özellikle, istihbarat güvenlik ve yargı birimleri bu olayı savsaklama konusunda birbirleriyle yarıştılar. Sonun da dava 33. yılında zaman aşımından düştü!

Can Dündar bu olayla ilgili olarak yaptığı belgeselde “karanlık güçlerin” tamamına yakınının devlet içinde yer aldığını ortaya koydu. Aslında karanlık güç değil de karanlık bir devlet söz konusuydu…

Mesela 7 Mart 1978’de İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Şükrü Balcı imzalı bir yazı İstanbul Üniversitesinde görev yapan polis birimlerine yollandı. O yazıda Özgün Koç önderliğindeki ülkücü öğrencilerin, solcu öğrencilere yönelik bir katliama girişecekleri haber veriliyordu. 

Bu yazıdan on gün sonra polisin dediği oldu. Öğrencilerin üzerine bomba atıldı!

Sonra ne oldu?

Toplum polisi Yahya Gergin bombayı atan Zülküf İsot’u görmüştü. Peşinden koşmaya başladı, yanında kendisi gibi polis memurları vardı. Yakalayabilirlerdi… Ama o sırada amirleri olan Komiser Muavini Reşat Altay, “durun” dedi:

-Koşmayın!

Polisler emre uydular koşmadılar, katil Zülküf ve arkadaşı kaçtı.

Reşat Altay katiyen görevi ihmalden yargılanmadı. Mesleğinde yükseldi, yükseldi, yükseldi. 1. Sınıf Emniyet Müdürü oldu. Tamamen “tesadüf” (!) eseri olarak Hrant Dink katliamı sırasında da (2007) Trabzon Emniyet Müdürü olarak görev yapıyordu.

Trabzon Emniyeti İstanbul Emniyeti’ne 17 adet “Hrant Dink öldürülecek” bilgisi yolladı, İstanbul Emniyeti de onları sümen altına salladı!

Sonunda Hrant öldürüldü. Güvenlik birimlerinin tümü “biz görevimizi yaptık” pişkinliği içinde kenara çekildi, üç tane çocuğu mahkemenin önüne attı.

Tıpkı 16 Mart 1978’deki rutin uygulama gibi… Bilgiler iç yazışmalarla birbirlerine iletiliyor. Herkes ellerini bağlayıp “katliamı” bekliyor. Cinayetler daire başkanlığı tarzında bir devlet yapısı var sanki?!!

Hepsi ayrıymış gibi gözüken parçaları bir araya getirince gayet net bir tablo ortaya çıkıyor:

Karanlık güç yok, yaptığı her kanlı eylemi özenle karartan büyük bir devlet var. Bir başka anlatımla şöyle de denilebilir:

Serbest Katliam Cumhuriyeti!