BIST 9.390
DOLAR 34,43
EURO 36,29
ALTIN 2.837,00
HABER /  GÜNCEL

Sendikalarda dönen büyük dolaplar

Trilyonların döndüğü sendikalarda, işçiler aidatlarının akıbetini öğrenemez. Saltanata karşılık darbelere destek verilir. Bu ilginç sözler 24 yıllık sendikacı Mehmet Tıraş'a

Abone ol

Radikal'den Neşe Düzel 24 yıllık sendikacı Mehmet Tıraş ile konuştu. Sendikaların iç yüzünü anlattı. İşte çarpıcı tespitler... Avrupa Birliği'ne üye olabilmek için uğraşıyoruz. Avrupa'da bizi aralarında görmek istemeyenlerin sesleri de yükseliyor bu arada. Bunlara kızıyoruz. Birçoğuna kızmakta da haklıyız. Ama, bizi istememelerine kızarken, neden 'istenmeyen bir toplum' görüntüsü verdiğimizi de merak etmeliyiz herhalde. Bunun için sadece siyaseti değil, artık toplumun bütün kurumlarını yavaş yavaş mercek altına almalıyız. Örneğin, toplumdaki sosyal adaleti ve özgürlüğü sağlayacak en önemli kurumların başında 'sendikalar' gelir. Peki, sendikalar gerçekten sosyal adalete yardımcı oluyor mu? Çalışan kesimin ve toplumun özgürleşmesi için çaba gösteriyor mu? Sendikacılarla devletin, siyasetçilerin ilişkileri ne? Sendikalarda toplanan para ne oluyor? İşçinin çıkarına mı kullanılıyor? Bunları yirmi dört yıllık sendikalı işçi Mehmet Tıraş ile konuştuk. Türkiye Birleşik Komünist Partisi'nde ve İnsan Hakları Derneği İzmit Şubesi'nde bir dönem görev yapan Mehmet Tıraş, Petrol Ofisi'nde dolum işçiliğinden geçen yıl emekli oldu. Tıraş'ın 'Küreselleşen Dünyada Özgür Birey, Zengin Toplum', 'Tabularımız, Korkularımız' adıyla yayımlanmış iki kitabı var. Kaç yıl işçilik yaptınız? 24 yıl, altı ay. Kaç yıldan beri sendikalısınız? İşe girdiğimden itibaren sendikalıydım. Petrol Ofisi'nin İzmit'teki madeni yağ, gres tesislerinde dolum işçisi olarak çalıştım. Geçen yıl emekli oldum. Sendikalı olmanın hayatınıza kattığı avantajlar neler? Örgütlülükle tanışıyorsunuz. Toplu hareketin içinde bulunuyorsunuz. Bu hayatınıza dayanışma ve paylaşma fikrini katıyor. Kamu İktisadi Teşekkülleri'nde çalışanların yüzde 80-90'ının eğitim düzeyi ilkokuldur. Mesela ben imam-hatip ikiden terkim. Sekiz yıllık eğitime göre, biz ilköğretimi de bitirmemiş durumdayız ama KİT'lerdeki çalışma sisteminden ötürü bizim çok büyük ekonomik avantajlarımız var. Ne gibi büyük avantajlar bunlar? Diğer yerlere göre çok az çalışıyorsunuz, çok ücret alıyorsunuz. Ben sekiz saatlik bir işgününde 137 dakika çalışıyordum. Çünkü dört kişinin yapması gereken işi, biz on altı kişiyle dönüşümlü yapıyorduk. Günde 137 dakika çalışarak, bir üniversite rektöründen 70 dolar daha fazla para alıyordum. Hatta ilkokul diploması olmayıp da üniversite rektörlerinden 150 dolar daha çok maaş alan işçiler de vardır. Bunlar işçilere iş dağıtan kısım sorumluları olarak 'formen' kadrosunda gözükür ve çok daha avantajlıdırlar. Çünkü mesai yaparlar. KİT'lerde mesai çok para tutar. Şu anda Tüpraş'ta cumartesi, pazar mesaiye giden 300 milyon lira para alıyor. Maaşlar KİT'ten KİT'e farklı mı? Devlet üretme çiftliklerinde maaşlar pek fazla tutmaz ama Karayolları, Devlet Su İşleri, Tüpraş, Petkim, İgsaş gibi kamu kuruluşlarında çıplak maaşlar 1.5 milyardan az değildir. Mesela Tüpraş'ta 20 yıllık bir işçi ikramiye hariç ayda 2.5-3 milyar lira arasında maaş alıyor. KİT'lerde bir de iş garantiniz var tabii. Ben 24 yıllık iş hayatımda, işe gelmedi diye atılan bir işçi hiç görmedim. 22 yıl işte yan yana olduğum biri, hiç çalışmadan emekli oldu. Bir partide yöneticilik yapıyordu. İşe gelirdi, çalışmazdı. Ortalıkta dolaşır, istediği zaman da giderdi. Siyasi iktidara yakın olanları, belediye meclisi üyesi, parti delegesi olan KİT işçilerini çalıştıramazsınız. Bir keresinde iktidar partisinin delegesi olan bir işçi, müdüre, 'Sen benim kim olduğumu biliyor musun? Soluğunu Van'da aldırırım senin' dedi. Müdür de bir daha o bölüme hiç uğramadı. Müdür de siyasi olarak atanmış biri zaten. Çalışmayan işçilerin sayısı çok mudur KİT'lerde? Tabii. KİT'ler siyasal yerlerdir. KİT'ler için siyasilerin arpalığı deniyor, doğrudur. Sendikalara gelince... KİT'lerde çalışan işçilerin sendikası yoktur. KİT'lerde devletin sendikası var. KİT'lerde işçiler referandum yoluyla sendikasını seçmiyor. Devletin belirlediği sendikalar, o KİT'te yetki sahibi oluyor ve işçi o sendikaya üye olmak zorunda kalıyor. Mesela devlet, 12 Eylül'den önce DİSK'i hiçbir KİT'e sokmadı. Belki bir, iki istisna vardır. Devlete rağmen sendikacılık yapamazsınız. Devletin ideolojisinin yanında yer alırsanız ihya olursunuz. Devletin söylemine karşı çıkarsanız imha edilirsiniz. Kürt sorununa değindi diye, Petrol-İş Sendikası'nın başkanı Münir Ceylan'ın sendikacılığı bitirildi, hapse girdi. Konu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne gitti ve devlet Ceylan'a tazminat ödemek zorunda kaldı. Peki siz sendikanıza aidat ödediniz mi her ay? Tabii ama aidatı ben kendim ödemiyorum ki. Aidatlar, bordroda kesiliyor. Buna da 'çek-of' deniyor. İşçi, kendisinden sendika için ne kadar üyelik aidatının kesildiğinin pek farkına varmıyor. Halbuki Türkiye'de bir işçi, ayda bir gün sendikasına çalışıyor. Eğer sendikacı bir banka hesabı verse ve işçi her ay sendika aidatını buraya yatırsa, işçi cüzdanından çıkan bu paranın hesabını sorar. Ama bu çek-of sistemiyle para kendiliğinden sendikanın kasasına giriyor. Sendikacı da ikna etmek için işçinin fabrikasına bile uğramıyor. Bu çek-of sisteminin kaldırılmasını isteyen hiçbir sendikacı oldu mu bugüne dek? Sendikacılar bu sistemin kaldırılmasına karşı. Hatta bir yönetici bana, 'Kalkarsa sendikacılık biter. Kimse aidat ödemez' dedi. 12 Eylül'den sonra Kenan Evren, 'Bu işçiyi sömürüyor' deyip çek-of'u kaldırmak istedi. O zamanki Türk-İş Başkanı, 'Sokağa dökülürüz' diye itiraz etti. Evren, '1982 Anayasası'na destek verirseniz kaldırmam' dedi ve Türk-İş bu Anayasa'yı destekledi. Siz işçi olarak sendikaya ödediğiniz aidatların nasıl harcandığını kontrol edebildiniz mi peki? Hayır. Ben, işçilik hayatımın 22 yılını buna verdim ama aidatların sendikalarda nereye gittiğini öğrenemedim. Sendikalı bir işçi, bağlı olduğu sendikanın harcamalarını denetleyemez. Paraların nereye harcandığını öğrenemez. Bu ülkede vergi ödeyenler vergilerinin harcanmasını nasıl denetleyemiyorsa, işçiler de ödedikleri aidatları denetleyemiyor işte. Bir işçinin sendikasını denetleyebilmesi için sendika içi demokrasinin çalışması lazım. Hiçbir konfederasyonun ya da sendikanın aylık yayınında sendikanın gelir ve giderleri belirtilmez. İşçi, sendikacıların maaşlarını da bilmez. Paraların nereye harcandığını öğrenmek isteyen bir işçi nelerle karşılaşır? Paranın hesabını soran işçi pek yoktur. Çünkü başına ne geleceğini bilir. Ben tehditle çok karşılaştım. Bir sendikacı çizmeyi aştığımı söyledi bana. Bazı yöneticiler, 'Kongrede konuşmasın, sopayı yer' diye haber gönderdi. Senin ödediğin parayla evini geçindiren adam, seni tehdit ediyor. Bu bir çetedir yahu! Çete sadece Çakıcı ya da Peker demek değil ki. Her sektörün, her meslek grubunun kendi çetesi var. Futbolun içerinde de var, sendikanın içinde de çete var. Ben sendikaya bireysel olarak başvurdum, ödediğim aidatların nasıl harcandığını görmek için mali denetim raporunu istedim. Alabildiniz mi peki? Petrol-İş Mali Sekreteri Adnan Özcan , 'Biz genel kurul kararı gereği işçilere böyle bir bilgi veremeyiz' dedi. Bu konuyu işyerime taşıdım. Herkes korktu. Çünkü tehdit ediyorlar. Sizi hemen, devletin belirlediği düşman kategorisi içine sokuyorlar, devletin düşmanı ilan ediyorlar. Mesela kongrede paraları gündeme getirdim, beni konuşturmadılar. Beni destekleyen dini bütün bir arkadaşım vardı. Paraların hesabını sorduk diye onu irticacılıkla, beni de PKK'lılıkla suçladılar. Ben hayatımda PKK'ya sempati duymadım. Ama size Hizbullahçı ve PKK'lı dediklerinde yol alamazsınız ki. İşin garip tarafı sendikalardaki muhalefet de mali konuları dile getirmez. Bütçeyi tartışmaz. Niye? Çünkü kendisi başa geldiğinde buradaki rantı o da kullanacak. Sendikalarda o kadar büyük rakamlar dönüyor ki... Bu paraları kullanmanın hesabını yapıyor muhalefet de. Trilyonlar dönüyor sendikalarda. Ben işçilik hayatımda sendikaya sadece kendi ödediğim aidatın miktarını söyleyeyim, siz gerisini hesap edin. Sadece ben, ayda ortalama 20 dolardan toplam 4 bin 920 dolar aidat ödemişim. Çok uğraştım, bu paraların nereye gittiğini öğrenemedim. Sonunda sendikacı beni, emekliliğime altı ay kala işten attırdı. Sendikalardaki paraların nasıl harcandığını sadece merkez yöneticileri biliyor. Devletin bu paraları denetleme yetkisi var ama devlet konunun üstüne gitmiyor. Siz hiç bugüne kadar yolsuzluktan yargılanan bir sendika başkanı biliyor musunuz? Oysa bir yerde denetim yoksa, orada yozlaşma doğaldır. Niye devlet bu paraları denetlemiyor? Ne gibi bir çıkarı olabilir? Sendikalar, 12 Eylül'e, 28 Şubat'a destek veriyorlar. 12 Eylül'den sonra kurulan askeri vakıflara para yardımı yapıyorlar. Sivil toplum örgütlerinin nerede görülmüş darbeleri desteklediği? Sivil toplumun evrensel tanımı, devlete rağmen oluşmuş, askerden arınmış, özgür bireylerden meydana gelmiş örgütlü toplumdur. Ama bizde, özellikle KİT'lerdeki sendikacılar, siyasi partilerle de büyük bir uyum sağlarlar. KİT'lerde en iyi sözleşmeler seçim dönemlerinde yapılır. 90'larda Mesut Yılmaz başbakanken biz yüzde 140 zam aldık. KİT'lerde verimlilik diye bir şey yoktur. Köylü temiz buğdayını tüccara, bitlisini TMO'ya verir. İşçiler özel sektörde gösterdiği performansı kamuda göstermez. Çünkü özelde rekabet vardır, ancak başarırsa bir yere gelir. KİT'lerde ise rejimle ve siyasi iktidarla uyumlu olduğun sürece işin garantidir. Bu sendikacılık sistemi siyasetçinin de, devletin de işine geliyor. Özal bir dönem sendikacılarla çatıştığında, sendikalarda biriken paraları kastederek, 'Bana fonları konuşturtmayın' dedi. Sendikalar bunun üzerine sustu. Bir sendikacının yaşama standardıyla bir işçinin yaşama standardı arasında farklar var mıdır? Çok büyük fark var. Lüks içinde yaşıyorlar. İşçiden farklı yerde oturuyorlar. Yazlıkları, kışlıkları var. Kaliteli arabaya biniyorlar. Mesela Petrol-İş'te bir sendikacı maaş artı, altı ikramiye alır. Arabası, benzini, telefonu bedavadır. Ayrıca çok yüksek yolluk, harcırah alır bunlar. Avrupa'da böyle bir sendikacı saltanatı yok. Türkiye'de sendikacılık geçim kapısı olmuş. Zaten bunlar işçilikten değil, sendikadan emekli olurlar. Sendikacılık bizde meslek olmuş. Avrupa'da meslek değil midir? Değildir tabii. Avrupa'da sendikacılık hizmettir. Orada sendikacılar fiilen işyerine bağlıdır. Bizimkilerin ise işçilikle alakası yok. Türk-İş, Hak-İş ve DİSK'e bakın, 20, 30, 40 yıllık profesyonel sendikacılar göreceksiniz. Türk-İş'e bağlı Sağlık-İş eski başkanı Mustafa Başol 35 yıl sendikacılık yaptı. Arada milletvekili oldu, sonra tekrar sendikacılığa döndü. Ben 24 yıl, altı ay çalıştım, 40 milyar lira emekli ikramiyesi aldım. Ama bir sendikacı, üç yılda 55 milyar lira aldı. Çünkü sendikacılar üç yılda bir 'hizmet ikramiyesi' adı altında para alıyor. Bu paralar, Türkİş'te çok büyük rakam tutuyor. Petrolİş'in merkezindeki 15-20 yıllık üç sendikacı, bugüne kadar beş kez hizmet ikramiyesi aldı ve her birinin aldıkları ikramiye 200 milyar lirayı buldu. Aynı denetlenemeyen yapı Hak-İş ve DİSK'te yok mu? Hak-İş ve DİSK'te de aynı sendikacılık sistemi var. Türk-İş'in dikkat çekmesinin nedeni kamuda örgütlenmiş ve devletle özdeşleşmiş olması. Devlet, üniversiteleri YÖK'le nasıl denetliyorsa, Türk-İş'le de ülkedeki işçiyi denetliyor. Siz hiç demokratik anayasa talep eden, darbecilerden hesap sorulmasını, Kürt sorunun çözümünü, yargının bağımsız olmasını, faili meçhul cinayetlerin aydınlatılmasını, Kıbrıs'ta çözümü isteyen bir sendikacı gördünüz mü? İşçi sendikaları Susurluk'un da üstüne gitmedi. Çünkü Susurluk derin devletin fotoğrafıydı. 12 Eylül'den önce idamla yargılanan bazı DİSK yöneticileri, o dönemde 28 Şubat'a destek verdi. Bir işçi, sendika yöneticisi olmak isterse neler yapmak zorundadır? Sendikaların kurullarında yer almak için delege olmak zorundadır. Delege olmak ise çok zordur. Delege sistemi 12 Eylül'den sonra getirildi. Eğer merkeze geldiyseniz, bu delege sistemi olduğu sürece sendikanın yönetimini pek kaybetmezsiniz. Çünkü paranın musluğu elinizde. 200 trilyon nakit parası olan sendikalar var. Tes-İş, Türk Metal-İş gibi... Bu parayı elinde tutan seçim kaybedebilir mi? Sendikalar, işyeri temsilcilerini toplantı adıyla sık sık tatil yörelerinde, Kıbrıs'ta beş yıldızlı otellerde ağırlar. Delegeleri de zaman zaman toplantılara götürürler. Türk-İş, Hak-İş ve DİSK hepsi böyle. Her isteyen işçi delege olmak için harekete geçebilir mi? Geçebilir ama seçilemez. Seçilmek için şubeyle, merkezle ve işverenle ilişkisi çok iyi olmalıdır. Mesela Petrol-İş 35 bin üyeli ama 250 delegeyle genel kurul yapıyor. Bu 250 delegenin 48'i profesyonel sendikacı. Her sendikacı üç delege avladığı zaman kongreyi kazanıyorsun. Sendikalarda genel başkanlar kongreyi sadece kendi içlerindeki çatışmadan ötürü kaybeder. Sendikalardaki trilyonlar nasıl değerlendiriliyor, bilginiz var mı? Bu paralar üye aidatlarından geliyor. 12 Eylül'le birlikte elektrik, enerji, petrol, yol gibi işyerlerinde artık grev olmuyor. Dolayısıyla paralar birikiyor. Bu paralarla sosyal tesisler yapılıyor. Bu paralar faize yatırılıyor. Böylece toplumun her kesimiyle büyük pazarlık gücüne sahip olunuyor. Eski Türk-İş Başkanı Bayram Meral, geçen yıl Kanal 7'de Ahmet Hakan'a, "Ben 3 Kasım'da CHP'den milletvekili seçildiğimde, Yol-İş'in 150 trilyon nakit parası vardı. Gelenek gereği genel başkanlar ayrılırken ona bir hediye alınır. Ben hediyeyi kabul etmeyince, sendika yönetimi buna karşılık işsiz olan oğlumu 5 milyar brüt maaşla sendikada işe aldı" dedi. Türkiye'deki sendikaların Avrupa Birliği'ne uyum sağlayabileceğini düşünüyor musunuz? Ya uyum sağlayacak ya da bitecek. AB ülkelerinde böyle sendikacı saltanatı yok. Orada topladığın aidatı üyene açıklıyorsun, harcamalarını belgeliyorsun. Ama bizdeki sendikacı, bir işçinin 25 yılda aldığı parayı, üç yılda hizmet ikramiyesi adı altında alıyorsa, bu sistemin değişmesini ister mi? AB'ye karşı çıkmalarının nedeni bu. Olay parada düğümleniyor. Bu tür sendikacılığın biteceğini bildiklerinden AB'yi istemiyorlar. Yoksa bir sivil toplum örgütü, çalışan kesim için daha özgür ve yaşam standardı daha yüksek bir yapıya karşı çıkar mı? Benimle konuşup bunları anlattığınız için başınızın derde girebileceğini düşünüyor musunuz? İsmet İnönü, 'Namuslular, namussuzlar kadar cesur olmalıdır' diyor. Demokrasi mücadelesi verenlerin yolunun üstünde her zaman tehlike vardır ama bu beni korkutmuyor. Benim yayımladığım iki kitabım var, şimdi üçüncüsünü yazıyorum. Düşüncelerimi açıklıyorum ben... Neşe Düzel/Radikal