BIST 9.550
DOLAR 34,54
EURO 36,01
ALTIN 3.005,46
HABER /  GÜNCEL

Şen'den hakaret gibi laf

Ali Şen, Türkiye Gazetesi'ndeki röportajda tabiatı ve hayvanları sevdiği halde Aziz Yıldırım'ı sevmediğin söyledi

Abone ol

Ali Şen Aziz Yıldırım hakkında: `Benim, Yıldırım’ın gidip gitmemesi umurumda değil... F.Bahçe umurumda, çok umurumda... Tribünler onu zaten gönderecek...Bırakması kendi kararıyla değil onun, tribünler gönderecek onu... F.Bahçe taraftarı son derece sabırlı, yutkunan bir taraftardır...` dedi. Ne olacak bu F.Bahçe’nin ve Yıldırım’ın hali? Bir defa şunu hemen söyleyeyim... F.Bahçe’ye bir şey olmaz. Onu gerçek sevenler varken, onun için yapmayacağı hiç bir şey olmayan neferler varken F.Bahçe’ye hiç bir şey olmaz. Çünkü olmasına asla müsaade etmeyiz. Haa Aziz Yıldırım’a gelince... Ben insanları çok seviyorum. Bu güne kadar dargın olduğum, sevmediğim için selam vermediğim kişiler ya ikidir, ya üç... Ben, gördüğünüz gibi, tabiatı çok seviyorum. Çiçekleri, bitkileri, hayvanları... Hele hayvanlara karşı olan sevgim inanılmaz boyutta... Ve ben insanları çok seviyorum. Dostlarımı çok seviyorum. Amma... Ben, bu kadar hayvanı, tabiatı ve insanları seven Ali Şen olarak, Aziz Yıldırım’ı sevmiyorum. F.Bahçe’nin bu günkü durumuna gelince... Yaptıkları en iyi transfer antrenör... Daum, Türk futbolcusunun düşünce tarzını bilir. Türk futbolcusunun kaytaracağı zamanı bilir. Türk futbolcusunun, performansının nasıl yükseltileceğini bilir. Antrenörler futbola öyle sanıldığı gibi tesir etmezler. Bilemediniz, yüzde beş veya on... Ama Daum, futbola tesir eden en büyük orandaki hocadır. Yalnız, Daum’un F.Bahçe’de başarılı olabilmesi için Aziz Yıldırım kendisine ne söz vermişse onu yerine getirmesi gerekir. Daum’a verilen sözler yerine gelmezse, Daum isyan eder ve işte o zaman yollar ayrılır. Çünkü Daum kime söz vermişse, yerine getirir. --Geçen seneler, gelen hocalar, ellerindeki kaliteli futbolculardan ne yazık ki istedikleri randımanı alamadı ve bu yüzden başarı yakalanamadı. Daum da bu modaya uyar mı? Geçen sene bu aylarda F.Bahçe’de iki tane yıldızlardan kurulu onbir vardı. Ben o zamanlar demiştim ki, Beşiktaş şampiyon olur, G.Saray ikinci... Bana o zaman her kafadan bir itiraz gelmişti. Nasıl olur Ortega var, bu kadar yıldız var siz nasıl olur da Beşiktaş’ı şampiyon ilan edersiniz diye tepkilerle karşılaştım. Çünkü ben, baştaki antrenörü tanıyordum, bu takımdaki yıldızları kaynaştırmayı becerebilecek bir hoca bulunamadığını düşünüyordum. Onu görememiştim. Aziz Yıldırım, bu ambiyansı yapamadı, yapamazdı zaten... Aslında Lorant fena bir antrenör değildi, ama arkasında desteği yoktu. Galip geldiği maçtan sonra bile gitmesi konuşuldu hep... Hele beraberlik ve mağlubiyetlerde toplu halde karşısında duruldu. Bu şartlar altında F.Bahçe’de kimse çalışamazdı. Yani Lorant’a destek yoktu. Lorant’a yardımcılarından bile destek yoktu. Başkandan destek var gibi gözüküyordu, aslında o da yoktu. Bu takımda Oğuz’a da haksızlık yapıldı. O, F.Bahçe’ye gelebileceği en kötü zamanda geldi. Keşke gelmeseydi... Oğuz, Denizli gittiğinde “Ben onunla gelmedim” deyip, hatalarının en büyüğünü yaptı. Bu takımda bir menecer yok. Başkan aynı başkan... Aziz Yıldırım futbolu bilmiyor, futboldan anlamıyor, futbolcuları tanımıyor, futbolcuların, bu güne kadar sevgisini alamamış biridir o... Şimdi Daum, bütün bunları toparlar, Türk futbolunu her yönüyle çok iyi bilen biri olarak, bu takımda başarılı olur. Çünkü o, Türk futbolunun eksiğini biliyor, fazlasını biliyor, iyi insanla kötü insanı ayırabiliyor. Bu yüzden diyorum ki, F.Bahçe bu sezon şampiyon olur. Tekrar söylüyorum, Daum’a verilen sözler yerine getirilirse gerçekleşir bu şampiyonluk... --Sizin başkanlık dönemlerinizde hep hocaların işine müdahale ettiğiniz, takım kurduğunuz ve ilk onbirleri yaptığınız söylenir. Bu ne derece doğru? Parreira’yı biz 1995 yılında aldık. Brezilya’yı Dünya Şampiyonu yaptıktan 10 ay sonra ben bu ünlü hocayı F.Bahçe’ye getirdim. G.Antep’ten Boliç’i almıştık. İlk 5 maçta Boliç bir maç tam, iki maç hiç oynamadı, iki maçta da sonradan girdi. Boliç’i Levent’teki evime çağırdım. Önümüzdeki beş maçta sen 90 dakika oynayacaksın. Kendi kalene gol de atsan, seni antrenör oyundan çıkarmayacak. Müdahale mi bu? Evet müdahale... Yani ben, Brezilya’yı dünya şampiyonu yapmış bir hocanın oynatmadığı futbolcuya diyorum ki, sen 5 maç doksan dakika oynayacaksın. Seninle ondan sonra konuşacağım. Boliç’i uğurladım, kamptan Parreira’yı getirdim eve... Boliç’e söylediklerimi aynen ona aktardım. Parreira’ya dedim ki, “Bana sen ne karışıyorsun deyip, çekip gidebilirsin. Benim Boliç’in oynatılmasını istemem bir rica değil, bir talimattır” dedim. Ben her şeyi göze almıştım. Çalımı yapacaksan, sonucuna da katlanmaya hazır olacaksın. Parreira güldü... “Sizi çok seviyorum ama Boliç konusunda yanılacaksınız” dedi... Ertesi gün F.Bahçe-Altay maçı var. F.Bahçe: 3 Altay: 1, iki gol Boliç... Haftaya Samsun’a gittik. Samsun: 0 F.Bahçe: 3, üç gol de Boliç... Dönüş uçağında Pareira geldi yanıma oturdu: “Başkan sen bana niye 100 bin dolar veriyorsun ki, bu işi sen daha iyi biliyorsun” dedi. Bizim dostluğumuz işte Parreira ile bu kadar büyüktür. Yine Trabzonspor maçı öncesi Dedeman Oteli’nde kadroyu konuşuyoruz Pareira ile... Bana “Aykut ve Bülent’le çıkacağım forvette...” dedi. Sen bu düşüncedeysen, ilk 30 dakikada skor aleyhimize 3-0 olur dedim. “Peki ne yapayım” dedi. Boliç’i koyacaksın dedim. “Ya yine mi Boliç” dedi. Ben Şenol Güneş’i tanıyorum. Sen Boliç’i oynatırsan Şenol da Cengiz ve Osman’ı Boliç’in başına diker. Bir de kaleciyi düş... Sekiz kişiye karşılık sen on kişi ile oynayacaksın. Bütün bunları benimle konuşuyor adam... Çünkü bana güveniyor. Ben Stankoviç’e de, Raush’a da karıştım. Sadece Rıdvan’a karışmadım. Çünkü o Türk futbolcusunu biliyor, tanıyor. Nasıl ki benim, sahada tozluğunu ikide bir çeken futbolcunun, bir gece önce yaşantısına dikkat etmediğini, bu yüzden tozluk çekerek aklı sıra dinlenme zamanı ayarlamasını ben de bilirim, Rıdvan’da bilir. --Yıldırım da müdahale ediyor mu acaba? Ettiği ortada işte... --Başkanlığınız sırasında, futbolculara yaklaşımınız nasıldı? Benim için futbolcuyu çok iyi motife eden başkan derler. Doğrudur. Ben futbolcunun her türlü yaşantısı ile ilgilenirim. Onun maç havasında olup olmadığını kendi usullerimce kontrol ederim. Sorunları varsa, bunları aşacak çareleri anında üretirim. Bazı futbolcu vardır, sevgilisinden ayrılmış, karısıyla problem yaşamıştır. Bu gibilerin motive olmaya ihtiyaçları vardır. Motive olmaya hazır futbolcuyu, kendi usullerimizle maça hazır hale getiririz. Bu zannettiğiniz gibi Vatan-Millet-Sakarya olayı değildir. Sizin basın içinde de çok iyi gazeteciler var, ortalar var, aptallar var. Bu futbolcularda da, yöneticilerde de, teknik direktörlerde de aynıdır. Çok iyiler hangi kısımda fazlaysa, onlar işi götürüyor. Onun için şampiyonluğa oynayan takımlar bellidir. Hangisi iyi yönetiliyorsa o şampiyon olur. Biz 1996 yılında şampiyon olduk, o futbol takımının maliyeti bugün yapılanların yüzde onu bile değil... Ben Okocha’yı 3,5 milyon marka aldım. En çok para verdiğim adam Kostadinov’du. 1,5 milyon dolar... Tayfun’u aldık 250 bin marka... Atkinson’a bir dolar vermedim. Aston Villa’dan alırken bu futbolcuya dedim ki, “Bana 10 gol at sana 500 bin dolar vereceğim.” Atkinson’u başından atmak için çırpınan yaşlı kulüp başkanı, bu futbolcudan kurtulmak için Allah’a yalvarıyordu o günlerde... Çünkü Atkinson bir trafik polisini dövmüş. Ben de o zaman santrfor arıyorum, dünyanın her tarafını araştırıyorum, hepsi çok pahalı... Gream Taylor dedi ki, “Atkinson’u al derdin bitsin. Ama o öyle bir adamdır ki, soyunma odasında canı sıkılır bir futbolcuya, idareciye bir tane çakar. Bunu ancak sen oynatırsın.” Ben de neden diye sorduğumda, “Sen de en az o kadar delisin” dedi. Gordon da, “Atkinson, İngiltere’deki en büyük santrfordur” dedi. Ve ben onu aldım, havalimanındaki karşılama törenlerini hazırlattım ve Atkinson o muhteşem karşılamadan müthiş etkilendi ve ben ilk adımı atmış oldum, onu kandırma yolunda... Altı ay topa vurmamıştı o zamana kadar Atkinson... Onu birkaç gün sonra aldım Londra’ya götürdüm. Atkinson aslında Jamaikalı... Anne babası, bizim Zeytinburnu’nun gecekondu semti gibi bir yerde oturuyor. Ben anne babasını da yanıma aldım, İngiltere’nin en pahalı mağazasına gittik. 12 bin paundluk alışveriş yaptırdım. 2500 paundluk mobilyalı dört odalı ev kiraladım, bir yıllık da kirasını peşin verdim. Yani ben Atkinson’u 50 bin paunta kiraladım. Ve bu Atkinson’u Parreira’nın eline teslim ettim. Morali düzelen, büyük ilgi gören Atkinson, öyle bir çalışmaya başladı ki, hocası bile hayret etti. Antrenmanlara bir saat önceden gelip, bir saat sonra bırakmaya başladı. Bir G.Saray maçından önce, kendisini kenara çektim. Bizim Adnan’ın üstü açık bir spor Mercedes’i vardı. 25 dakikada üç gol at, arabayı al dedim. Biliyorsunuz, Atkinson 21. dakikada durumu 3-0 yaptı. Arabayı da kaptı. Ve o Atkinson, Trabzon’a, Beşiktaş’a, Samsunspor’a attığı peş peşe 10 gol, bize 14 puan getirdi. Bana hep hayati goller attı Atkinson... Ben 4-0 veya 5-0’dan sonra gol atan futbolcuları pek dikkate almazdım. Bizim Oğuz öyle atardı işte... Bana 2-0’lık, veya 2-1’lik maçta golü kim attı o futbolcu lazımdır. Ben futbolculara hep sorardım. Hani derler ya “Ali Şen müthiş motive eder” diye... Ben futbolcuya derdim ki, örneğin bir G.Saray maçı öncesi, “Sen G.Saray’a karşı kaç maç oynadın?” Hatırlamıyorum... Hatırlayacaksın ama... Karşında kim var? Santrfor Hakan var... Hakan Şükür’den kaç gol yedin? Galiba... Galiba olmaz... Bileceksin... Ben Hakan Şükür’den kafayla bu kadar gol yedim, sağ ayağıyla bu kadar gol attı, sol ayağıyla bu kadar... Ben her maç öncesi fuftbolculara sorardım. Mesela İlker’e... Vanspor’la oynuyoruz... Karşında kim oynuyor... Bilmiyorum... Yoo bileceksin... F.Bahçe’de oynayan bir futbolcu, savunmadaki, orta sahadaki rakiplerinin tanımalıdır. F.Bahçe’nin sağ beki, karşısındaki sol açığın, fuleli mi koştuğunu, nasıl çalım attığını, çabuk mu, sert mi, olduğunu bilecek. Benim bu soruları soracağımı bilen futbolcular da, derslerini iyi çalışır, karşı takımın meziyetlerini öğrendikleri için, ve biz çok az para harcayarak kurduğumuz takımla 84 puanla şampiyon olduk. Sadece iki mağlubiyetimizle... --Kulüp başkanlarının ağırlığı nedir Türk Futbolu’nda? Bakın F.Bahçe Kulübü başkanı bir şey diyorsa, yerine gelecektir. Örneğin “Merkez Hakem Komitesi gidecek” demişse gidecektir. Ben Ahmet Güvener’in çok iyi bir insan olduğunu biliyorum. Ama zamanında bazı yanlış hakem kararları yüzünden gidecek dedim. Ağzımdan gidecek diye bir kelam çıktı... Gitti.... Futbol Federasyonu Başkanı gidecek dedim... Gitti... Şenez Erzik’i çok severim ama ona da zamanında gidecek dedim gitti. Bizim Aziz Yıldırım da Haluk Ulusoy için gidecek dedi... Gitti... Ama nereye? Yemeğe... Aziz Yıldırım Haluk Ulusoy’u nereye gönderebilir ki? Önce kendi durumuna bir baksın. Ne adayım ne de muhalefet Ben, F.Bahçe’nin zor günlerinde, kendi isteğimle değil, tribünlerin çağrısıyla geldim hep... Ben muhalefet değilim. Ben aday da değilim. Bu gün ben, Aziz Yıldırım yönetimini beğenmiyorum, başarısız buluyorum ve bunu da açık söylüyorum. Ben F.Bahçe’de hiç bir zaman başkan olayım anlayışıyla gelmedim. İki defa geldim, ikisi de olağanüstü kongre ile... 12 Nisan 1981 yılında geldiğimde beş maç kalmıştı. F.Bahçe küme düşme tehlikesi içindeydi. Bunu bazı kesimler hâlâ, “Ali Şen F.Bahçe’yi az daha küme düşürüyordu” diye boş konuşur. Biz bu küme düşen takımı kupaya boğduk, almadığımız kupa kalmadı. 28-30 yıl bu kulüpte hep Ali Şen vardır. İşler kötüye gitti mi Ali Şen, başarısızlık oldu mu Ali Şen... Ali Şen hep kurtarıcı olarak görülmüştür. Ama artık yeni yüzlerin ortaya çıkma zamanıdır. Ali Şen’in arkasına sığınanların da ortaya çıkma zamanıdır artık... Onun için biz bu toplantıları muhalefet olsun diye değil, eski dostların, hakiki dostların biraraya gelip hasret giderdikleri toplantılar olarak yapıyoruz. Yönetimlerde beraber olduğum ne kadar arkadaşım varsa, ben İstanbul’a geldiğimde hep organize olur, kucaklaşırız. Biz bu toplantılarda tabii ki F.Bahçe’yi de konuşuyoruz, AKP’yi de.. Bazen de Saddam nerde diye soruyoruz, fikir yürütürüz. Saddam’ın nerede olduğu konusunda fikir birliğine varamıyoruz ama, F.Bahçe’nin kötü yönetildiği konusunda hepimiz hem fikir oluyoruz. Ülke ekonomisi iyi mi kötü mü bir türlü karar veremiyoruz. Saddam nerde, öldü mü, yoksa Irak ta mı bilemiyoruz. “F.Bahçe nasıl” diyoruz. Anında karar veriyor ve kötü yönetildiğine dair hem fikir oluyoruz. Onun için bizim yemekli toplantılarımız, muhalefet toplantıları değil, durum değerlendirmesi yaptığımız sohbet ve hasret giderme toplantılarıdır. Yalnız bir şey var... Aziz Yıldırım dedi ki “Benden sonra çıkan başkan adayı yok... Aday çıkarsa da kucağında bombayı bulur.” Bombayı bulacak olsa da, en az 7-8 gönüllü var. Şu bilinsin ki, bu kulüpbe, Aziz Yıldırım’dan çok iyi başkanlık yapacak olan isimler var. Aziz Yıldırım’ın F.Bahçe’de çok ciddi yönetim yanlışları oldu. Sevgisizliği oldu. Yarın başkanlığı bıraktığı zaman, Aziz Yıldırım’ın yanında dostu kalmayacaktır. Sevgisizliğin, dostluğun olmadığı yerde, vefa asla olmaz. Bir defa iyi insan değilseniz, sevgiyi ve dostluğu bir arada tutamazsınız. Hep duyuyorum... Foto muhabirlerine, muhabirlere başkan Yıldırım hakaret ediyormuş. Bunu bana bazı arkadaşlar bizzat söyledi. Ne demek bu yahu... Ben bir gazetenin spor yöneticisi olacağım ve benim muhabirime birisi hakaret edecek. Yerle bir ederim! Muhabir ekmek parası için sesini çıkartmıyor diye, müdürleri sessiz kalmamalı... Bir de şu TSYD Kupası’na değinmek istiyorum. Bana kalırsa bu kupa, mutlaka oynanmalı... Bu kupanın herkese faydası var. Futbolu sevdirme yönünden faydası var. Ama Aziz Yıldırım, TSYD Turnuvası’na katılmıyor, neden... Yenilmeyeyim diye... Böyle korkaklık olmaz... Yıldırım’ı tribünler gönderecek Benim, Yıldırım’ın gidip gitmemesi umurumda değil... F.Bahçe umurumda, çok umurumda... Tribünler onu zaten gönderecek... Bırakması kendi kararıyla değil onun, tribünler gönderecek onu... F.Bahçe taraftarı son derece sabırlı, yutkunan bir taraftardır... Her kredinin bir limiti vardır... Bu sene şampiyon olmak mecburiyeti var. Eğer ilk 6 maçta 10 puan alınırsa, Aziz Yıldırım’ı kimse kurtaramaz bu alemde... Aziz Yıldırım görev yapmıştır F.Bahçe’de... Aziz Yıldırım benim dostum değildir... Sadece F.Bahçe başkanıdır... Tekrar söylüyorum... Herkes zeki olamaz.. Herkesin kültürlü olmasını bekleyemeyiz... Aptal olacak, kültürsüz olacak, arada dangalak olacak toplumda... Bu her kültürde var... Ben bir kavga ortamında bulunmam... Benim kimi seveceğimi, kimi sevmeyeceğime kimse karar veremez benden başka... Ben sevmediğim insanın cenazesine bile gitmem... İmam soracak... “Nasıl bilirsiniz...” Nasıl iyi bilirim? Adamı zaten sevmezdim, bir de cenazesine gidip yalan mı söyleyim?