Yazdığı yazılarıyla yüzbinlerce insanı kahkahaya boğan Vatan'ın yazarı Selahattin Duman, bugün güldürdüğü insanları ağlatan bir yazı yazdı...
Abone olBir süredir Bodrum'da tatilde bulunan Vatan yazarı Selahattin Duman, ağır hasta babasını yazdı: Acıklı bir romanı aratmayan Duman'ın yazısı insanın yüreğini parçalıyor.... Geçmiş olsun dileklerimizle sözü Selahattin Duman'a bırakıyoruz... Firdevsi'nin Şahname'sindeki küçük karıncanın armağanı.. Bir haftadır ben, ben değilim.. Ne yazı geldi aklıma ne de benden yazı bekleyen birkaç sadık okurun merakı.. Denizin içinde balık kovaladığım o son Bodrum gecesinde dahi aklım suyun beş alt kulaç altındaydı.. Gözümü kendi sürüsü içinde, günün son lokmalarını atıştırmaya çalışan bir sarpa balığına dikmiştim.. Otuz kadar balık arasında en iri o görünüyordu.. En besilisi de.. Güneş kayboldu.. Gece karanlığı suyun altına geç çöker.. Başını sudan çıkarırsın, dışarısı karanlık.. Suya sokarsın.. Sanki kararmasına daha var gibi.. *** İnatla peşinden gittim sürünün.. Sinsice sokulmayı denedim.. Her seferinde biraz uzaklaştılar.. O sürünün başı gibi duran iri sarpa hâlâ iştahla kayaların üzerindeki bitkileri kemiriyordu.. Elinde zıpkınla dolaşan avcının kararlılığını anlamadan.. Avcı kararlıydı.. Henüz Firdevsi'nin Şahname'sindeki o cümleyi okumamıştı.. "Bir buğday tanesini taşımak için didinen karıncanın hayatı bile kendisi için çok değerlidir.." cümlesini.. Gece yarısı.. Kardeşimin telefonu, Bodrum sokaklarından taşan müziğin biraz uzağındayken geldi.. "Abi.. Babam ağır durumda.. Hastaneye kaldırdık.." Yakınları ileri yaşta olanlar hep böyle bir telefonun gelmesi gerilimiyle yaşarlar.. Bugün, yarın, belki biraz daha sonra.. Ama bu telefonun gelmesi kaçınılmazdır.. Düşünmesini bile ertelediğim o telefon sonunda geldi işte.. 89 yaşında bir doktor.. Belki de uzmanlık alanında Türkiye'nin yaşayan en eski birkaç doktorundan biri.. Benim babam.. Sınıf değiştirmeye müsait mesleğinden hiçbir avantajı olmamış, araba sahibi bile olamadan 90'ına dayanmış bir baba.. Televizyon seyretmeyi vakit kaybı saymış.. Sinema ile yakınlık kurmamış bir eski toprak.. Edebiyat, tarih, felsefe, astronomi gibi hobilerin arasında dolanıp durmuş.. Okumaktan bir saat dahi olsa usanmamış bir adam.. Tolstoy gibi toprağa aşık, Tolstoy gibi köylü.. *** Hastaneye ulaştığımda yatağındaydı.. Yatakta yalnız değildi.. Kolunda bulabildikleri her damara bir hortum bağlamışlardı.. Burundan mideye inen bir hortum daha vardı.. Mesaneye inen bir sonda, karın boşluğunda başka bir sonda.. Akciğerde toplanan suyun sebep olduğu hırıltılı soluklar arasında göz göze geldik.. Hatır sordum kendimi tutarak.. "Gecen nasıl geçti?" dedim.. Cevap verdi: "Şeb-i Yelda'yı muvakkit ile müneccim ne bilir.. / Müptelâ-yı gama sor ki geceler kaç saattir.." Acı istemiyorum.. Acilen ameliyat edilip, karındaki serbest sıvının temizlenmesi gerekti.. İtiraz etti.. Hocalar "Abi, üç gün içinde ağır durumlar ortaya çıkar.." dediklerinde "Üç gün bana yeter.. Yaşayacağım kadar yaşadım.. Acı çekmek istemiyorum.." diye diretti.. Yakınınızın, çok sevdiğiniz birinin kendine vade biçmesini seyretmek ne zormuş.. Ölümü hiç sallamadığını biliyordum ama bu kadar metin karşılamasına akıl erdiremiyordum.. Yalnız kaldığımızda "Ölümden zerre kadar korkmuyorum.. Ölüm hayatın sonu değildir, yeni bir başlangıçtır.. Buna bütün kalbimle inanıyorum.." diye beni toplamaya çalıştı.. İçime güven geldi.. Ölümü konuşabilirdik.. Zaten yanıbaşımızdaydı.. "Bak baba.." diye başlayıp hastanenin tatil durumundan, ameliyat şartlarına kadar anlattım.. "Tamam belki sen hazırsın ama karnında dolaşan serbest sıvı yüzünden ölüm rahatça gelmeyecek.. Yarın belki bilincin kaybolacak.. Üç günlük o kısa sürede acı çekeceksin.. Oysa ameliyata evet dersen belki acılı bölümü narkozda, ilaç etkisinde atlatacaksın.. Hem kim bilir.." *** O zaman "Tamam.." dedi.. Demesiyle birlikte yatağından kaptılar.. O nasıl bir telaştı? O nasıl sürrealist bir tabloydu? All That Jazz filminin ölümü müzikle karşılayan coşkulu finali gibi.. Annemi son kez kucaklamak isteyen kolları, müstahdemin koşturduğu sedyede açık kaldı.. Kardeşimi zor bela öpebildi.. Ameliyathanenin kapısında yetişip başını zor bela okşayabildim.. İnfaz mı yaptık.. Sonra bekleyişe girdim.. Kardeşimin telefondaki sesi "Abi odaya gelsene.." diye titrediğinde "Buraya kadarmış.." diye düşündüm.. Acilin kapısından girdiğimde omuzlarımda kendisine üç gün vade biçen bir babayı ameliyata zorlamanın ağırlığı vardı.. Üç gün üç gündür.. Durduğun yerden baktığında geri kalan ömrün yüzde yüzü.. Sanki elinden alıvermiş, infazına imza atmıştık.. O ağır ameliyatı atlattı.. 89 yaşa rağmen yoğun bakıma bile girmeden indi odasına.. O andaki rahatlamamı, sevinmemi anlatamam.. *** Suyun altında günün son lokmalarını yiyen sarpaya bir armağan olarak sunulan hayatını yaşatmamıştım.. Aynı şeyi babama yapmama talih engel oldu.. Hastanedeki odasında refakatçi olarak kaldığım bitmek bilmeyen Şeb-ı Yelda'nın içinde Firdevsi'nin o sözlerine rastladım.. Şimdi günlerimiz, saatlerimiz hastane odası ile Acil Servis kapısının karşısındaki kafeteryanın plastik sandalyeleri arasında geçiyor.. Çevremde aldıkları "hayat armağanını" ellerinden düşürmemeye çalışan onlarca insan var.. Emekli polis memuru Oktay Bey'le böbrek kanseri üzerinde bilgi alış verişi yapıyoruz.. Menenjit'in gözlerini kapattığı 30 yaşlarındaki Alpaslan ile kantinin bulanık görüntülü televizyonundan gelen sesler üzerine tartışıyoruz.. Alpaslan'ın gözleri görmüyor.. Maçın özet görüntüsündeki seslerden çıkarttığına göre Fener'den fazla umudu yok.. "Bu sene kesin şampiyon.." diye ben inatlaşıyorum.. Toprak Mahsülleri'nden emekli Zeki Bey'in eşine de kalbine taktıkları pil için verecek akıl bulduk.. "Cep telefonundan uzak dur.." Hallerim budur.. Yazı olayını bu yüzden unuttum gitti.. Bana biraz daha sabır gösterin.. Eninde sonunda normal halimize döneceğiz.. Bu arada elim değdiğinde "alıştığınız türden.." olmasa bile "armağan edilmiş hayatlara dair.." notlar göndereceğim sizlere ki.. Kendi armağanınızın kıymetini bilesiniz.. Kaynak: Vatan Gazetesi