Sekiz dakikaya neler sığmaz?
Ölümle yaşam arasında geçen 8 dakika ve Özgür Baştaş'ın yaşama dönmek için 5 yıldır sürdürdüğü inanılmaz mücadelesinin öyküsü
Abone olÖzgür Baştaş 17 yaşındayken hayatını değiştiren bir olay yaşadı ama o olayın belli bölümlerini hatırlamıyor. Hatırladığı tek şey okulda test çözerken gözlerinin birden karardığı ve bayıldığı... Arada kalan kısmı babası tamamlıyor: ‘Bana haber verdiklerinde işyerindeydim. Atladım arabaya aldım kızımı. Sakıp Sabancı’nın cenaze töreni için bazı yollar trafiğe kapatıldığı için hastaneye yetiştirebildim.’ Mithat Baştaş kızını hastane kapısının önüne getirdiğinde Özgür’ün nabzı atmıyor, nefes almıyordu.
Sekiz dakika içinde orada olması sayesinde doktorlar müdahale edebildi yine de. Beyin kanaması geçirmişti. Hayatından ümit kesilmişti. Solunum cihazına bağlandı. Apar topar ameliyata alındı. Ameliyattan sonra yaşama şansı yüzde 1 dendi. Yaşasa bile bitkisel hayatta olacaktı. Özgür ‘Doktorlar beni kaybedilmeye aday hasta olarak tanımlıyormuş. Hatta bunun için ameliyata bile narkozsuz almışlar. Ameliyattan çıktıktan sonra doktor ‘İlk kez ölü birini ameliyat ettim’ demiş bizimkilere’ diyor.
SU İÇMEK İÇİN UĞRAŞTI
İlk 72 saat çok zor geçti. Özgür 17 gün uyutuldu. ‘Ne kadar şansı var?’ sorusunu doktorlar, ‘Bundan sonrası Özgür’e kalmış. Ne kadar inatçıysa yaşama ihtimali o kadar yüksek ama çok inatçı olmalı’ diye yanıtladı. Ailesinin yüzü bir an olsun güldü çünkü kızlarının her daim inatçı olduğunu biliyorlardı. İhtimaller üzerine kurulan diyaloglara rağmen Özgür yaşamakla kalmadı yaşamın hakkını da vermeye başladı. Yutkunabilmesi için boğazına takılan cihazdan, midesindeki tüpten kurtuldu. Hoş bilinci dokuz ay sonra açılmıştı. Bilinçsiz dönemde tanınmayacak bir kızdı. Çünkü hırçın ve saldırganlaşmıştı. Babası Mithat Baştaç şöyle devam ediyor: ‘Acıyı hissetmiyordu. Kendine zarar veriyordu. Sonra bir gece benimle ilk kez bilinçli iletişime geçti ve her şey hızlandı.’
Baba Mithat Baştaş bir gece kızının yanında hastanedeyken ona yaklaşıp ‘Seni öpebilir miyim?’ dediğinde Özgür izin verdi. Sonra ona olanları, bütün yaşadıklarını hastane odasında anlattı.
Özgür uzun bir süre hiç konuşamadı, yürüyemedi. Bedenini kontrol edemiyor, çift görüyordu. Misal bir gece yarısı susadığında su dolu bardağı eline aldı. Her ağzına götürdüğünde üzerine döküyordu. İnat etti, defalarca denedi. ‘Bunu yapayım derken, kaç bardak su içtiğimi hatırlamıyorum ama başarmıştım’ diyecekti. Birçok şeyi yeni baştan öğrenmesi gerekecekti. İki buçuk yıl sonra ilk kelime ağzından döküldü. Kendisine alınan tekerlekli sandalyeyi bağışladı. Çünkü pes etmiyor, yürüyeceğine inanıyordu. Şimdi koltuk değnekleriyle idare etse de bir gün bunu yapacağını biliyor.
ÜNİVERSİTEYİ DE KAZANDI
Sadece bununla kalmadı Özgür. Beş yıl içinde kendini geliştirdi. Hep okudu, hep çalıştı. Üniversite sınavlarına girdi. Mütercim Tercümanlık Bölümünü kazanacak kadar da puan aldı. 8 Dakika’yı da o dönemde kaleme aldı. Gerisini ondan dinleyelim: ‘Yazmak hep vardı ama kalem tutamamak korkunçtu. Hala yazarken zorlanıyorum. O dönemde yazmak konuşmaktan kolaydı. Bilgisayarın başına geçtim. Harf harf düşündüklerimi yazdım. Bu kitapla hayata daha çok tutunuyorum.
Kendimi anlatmanın dışında, yapabildiğim bir şey bu! İlk zamanlarda bedenimle iletişime bile geçemezken şimdi geldiğim noktanın bir rüyanın gerçekleşmesi olduğunu biliyorum. Burada tek dayanağım da pes etmemek. Mesela bir yere gittim, bir ortama girdim. Ama olmaz, değil mi? Niye çünkü ben engelliyim. Çünkü engelliler pek evden çıkmaz, kitap okumaz, şarkı söylemez, televizyon izlemez, yeni çıkan bir filmi merak etmez. Niye kardeşim? Ot muyum ben? Hayır değilim. İddiaya varım, birçoğunuzdan da daha eğlenceliyim.’
Artık zamanın değerini çok daha iyi anladım
Artık zamanın değerini çok daha iyi anladığını da söyleyen Baştaş şöyle devam ediyor: ‘Benim hayatımın ortası hiç olmadı. Yaşadıklarımın hep en uçlarına gittim. Ama pek çok şeyi yaşayınca öğreniyorsunuz. Şimdi bildiğim tek şey yaşama tutunmak için bir nedeniniz olması gerektiği. Düşünsenize bir bardak suyu içebilmek için iki yıl çalışmanız gerekebiliyor. Omuzlarımda yük öyle ağır ki! Bazen olduğum yere çömelip öyle duruyorum. Sonra ayağa kalkıyorum , odama gidip aynaya bakıyorum şöyle bir. Bu gördüğüm ben miyim? Hayır! İnsan kendini görmek istediği gibi görebilmeli. Hemen makyaj yapıyorum. Üstümü değiştiriyorum. Takıp takıştırıyorum. Dudaklarıma koca gülümsememi yapıştırıp güne başlıyorum.’ (Özkan Güven)
Kitapla ilgili detaylar