Şehidin cebinden çıkan kanlı Kur-an...
Yüreğiniz ne kadar yanarsa yansın, canınız ne kadar acırsa acısın.. Evlat sahibi değilseniz, bir şehit ailesinin yaşadığı o tamirsiz, tarifsiz acıyı anlayamazsınız..
Yüreğiniz ne kadar yanarsa yansın, canınız ne kadar acırsa
acısın.. Evlat sahibi değilseniz, bir şehit ailesinin yaşadığı o
tamirsiz, tarifsiz acıyı anlayamazsınız..
Ne yaparsanız yapın, onların yürek çığlıklarını satırlara
dökemezsiniz. Tepelerinden bir kazan kızgın yağ dökseniz,
yüreklerindeki yangın kadar acı vermez.
Sabrın tükendiği, hatta sabrın sonun bile tükendiği bir ortamda
onlara sabır dileyemezsiniz..
Bu nedenledir ki, her şehit haberi sonrası ekranlara çıkıp, pozdan
poza girerek, artis artis barış söylemlerinde bulunanları çok
sahtekar bulurum. "Hadi üçümüz kamera karşısında buluşalım,
ülke kurtarıcılık oynayalım" diyenlerin hangisi bugüne
kadar çıkıpta, "Benim de şurada çocuğum şehit
düştü" demiş ki?
Ben henüz evlat sahibi olmamışken, yani daha toy bir genç iken bir
anne, yaşam tarzımı değiştiren şu soruyu yöneltmişti bana?
"E harfi ile başlayan 3 meyve say bana.. Fazla değil,
sadece 3 meyve ismi istiyorum.. Düşünmek için istediğin kadar süren
var. Araştır, bana yarın cevabını ver!."
Kitaplar, ansiklopediler, bilgelere sormalar falan..
Yok!
İki tanesinin cevabını buldum.. Elma ve Erik.
Ama üçüncüsünü bulamadım bir türlü..
Ertesi gün duyduğumda "Vay beee" diyeceğim cevabı
söyledi o anne:
"3 meyvenin ikisi Elma ve Erik.. Üçüncüsü ise
evlat!"
Televizyonlar "Dağlıca'da 8 şehit, 16 yaralı var"
haberini alt yazı olarak geçmeye başladığında yine o sözler çengel
gibi takıldı zihnime..
Yayın akışları değişti, "Bıçak kemiğe dayandı"
açıklamaları yapıldı. Yüzünü görmekten iğrendiğim sözde uzmanlar
yine ekranlarda koltuklara kuruldu ve bol bol nutuk attılar..
Nice zamandır hep aynı sahneyi izliyor, okuyoruz.
TV ve gazetelerde ilk gün, "Terör yine alçak yüzünü
gösterdi. Türkiye'nin yüreğine ateş düştü"
hezayanları...
İkinci gün "300 terörist kıstırıldı, PKK yuvaları
bombalanıyor" söylemleri..
Üçüncü gün..
Hadise'nin kalçası, Gülben'in selülitleri, Nadide'nin
göğüsleri.
Cankurtaranların, itfaiyelerin söndüremeyeceği yangının tam
göbeğinde bırakılıyor anneler, babalar, kardeşler, eşler ve
çocuklar..
Ta ki, o ölüm listelerine yeni şehit isimleri ekleninceye
kadar.
Kendi vatanımızda "Türk'üm" demeye utanır hale
geldik. "Gencecik yaşta vatan uğruna, toprak uğruna
katledilen bu çocukların kanı yerde kalmamalı" deyince
lanetlenir olduk.
Faşist olduk, ırkçı olduk, katil devletin ferdi olduk bir
anda...
"30 yıldır silahla çözülemedi be cahil. Diyalog kurulmalı.
Öcalan'la görüşülmeli" diyenler pervazsızca saldırıya
geçiyor artık.
"Tamam da, ne zaman ufukta bir ışık görünse, ne zaman barış
adına bir kıpırtı yaşansa, terör o zaman vuruyor bu
çocukları" diyecek oluyoruz, dedirtmiyorlar.
Yarına, yarınlara dair ne kadar umut, ne kadar hayal varsa onları
yerle bir etmek için kurulmuş bir sistem sanki...
Şunun adını artık koyalım..
Bu ülkede bölünmeden ve bölünmemeden yana olanlar diye iki kesim
var.
Gizliden gizliye, ince mesajlarla bölünmeyi destekleyenler aydın,
barışçıl ve halkların kardeşi..
Bölünmesin diyenler faşist, katil, ırkçı.
Bölünsün diyenlerin umudu Abdullah Öcalan. Karayılan, Bahoz
Erdal...
Ya bizim?
Ne kaldı elimizde bu umuda sıkı sıkıya bağlanmamız için..
Çok şey var çok...
Tüm dünya milletlerinin bir araya gelse bile asla kıramayacağı bir
umudumuz var..
Şükürler olsun ki...
Artık bu ülkede, şehit haberleri geldiğinde, golf oynamaya giden
kuvvet komutanları yok.
Artık bu ülkede, "PKK biterse bu durum AK Parti'nin
işine yarar. Öcalan'a söyleyin, harekete geçme emri
versin" diyen paşalar da yok...
Artık bu ülkede karakolu basılırken, askerleri tek tek
öldürülürken, heronların yayınladığı görüntüleri dev ekranda,
"Kara Şahin Düştü" filmini izler gibi keyifle
izleyen komutanlar yok.
Bu ülkede artık kendi askerinin güzergahına mayın döşeyen ve bunun
adına, "Olur böyle şeyler. Zaiyat canım" diyen
komutanlar da yok..
Artık bu ülkede kimse nöbette uyudu diye askerinin eline pimi
çekilmiş bomba verip onun parçalanmasını keyifle izlemiyor.
Yine şükürler olsun ki...
Artık bu ülkede askerinin ardından çocuk gibi ağlayan Genelkurmay
başkanı var.. Artık bu ülkede çocuklarının şehit düştüğü yere
yıldırım hızıyla gidip, teröristleri kıstıran askerlerinin başına
geçerek operasyonu yöneten bir Genelkurmay başkanı var.
Bir dönem içi boşaltılmaya çalışılan "Şehitlik"
kavramı bu ülkede yeniden en büyük sabır, en büyük inanç haline
geldi. Ülkenin her yerinden yine, "Vatan sağolsun"
nidaları yükseliyor.
Ve bunların hepsinden önemlisi..
Aşağıda yer alan fotoğraflara dikkatlice bakın..
Fotoğrafların bilgisini sizlere vereyim..
Sol baştaki fotoğrafta yer alan Kur-an'ı Kerim, bundan bir ay önce
şehit düşen bir askerin cebinden çıktı. Üzerindeki kan lekeleri,
şehidin kanı...
Hemen yanındaki bir şehit annesi.. Şehidinin kendisine getirilen
postallarının altını öpüyor ama gözünde bir damla yaş yok..
Hemen onun yanındaki fotoğraf bir lisede çekillmiş. Şehitlerine
saygı duruşu yapan 15-17 yaş arası çocuklar, adeta "Sırada
biz varız, geliyoruz" diye mesaj veriyor.
Ve son fotoğraf karesi..
Konyalı şehit Samet Bütün'ün annesi cenaze arabasına çıkıyor ve
oğlunun yanında gülerek, onurluca selamlıyor şehidi için
toplananları..
Bizi bin yıldır bir arada tutan ve haşre, mahşere kadar yine bir
arada tutacak olan duygu, umut bu...
Eğer bir yerlerde barıştan yana umudunu kaybeden kimseler var
ise...
Mehmetçiğin cebinden çıkan o Kur-an'ı Kerim'in hürmetine...
Yüreğine taş basan annelerin hatırına... Liseli çocukların umudunu
da kırmama adına... Gözünüzdeki korkunun yüreğinize inmesine asla
ama asla izin vermeyin.!
"Ne ana ne sıla ne yar hayali
Bir gör mehmetteki kükremiş hali
Kırpmadı gözünü yağmur misali
Mermi yedi havan yedi mehmedim
Can askerim..
***
Bu öyle bir iman öyle ihlaski
Secde eder cümle canlı ve bitki
Bir temmuz akşamı allah şahit ki
Şaha kalkmış vatan idi Mehmedim" türküsünü milli
marşı gibi haykıra haykıra şehadete giden şehitlerin yüce
anısına..
Umudunuzu kaybetmeyin...
Allah adına yemin olsun ki güzel günler çok, çok yakında!...