BIST 9.673
DOLAR 35,27
EURO 36,70
ALTIN 2.968,48
HABER /  GÜNCEL

Sedat Peker'den ilk yorum

CHP Cezaevi İnceleme ve İzleme Komisyonu, Ergenekon tutuklularıyla karar sonrası görüşmelerini basınla paylaştı.

Abone ol

Manisa Milletvekili Özgür Özel, Malatya Milletvekili Veli Ağbaba, Muğla Milletvekili Nurettin Demir, CHP Erzincan Milletvekili Muharrem Işık'tan oluşan CHP Cezaevi İnceleme ve İzleme Komisyonu Üyeleri, Ergenekon Davası'nın son duruşmasından sonra tutuklular ile yapılan görüşmeler ile ilgili basına bilgi verdi.

Görüşmelerle ilgili açıklamalarda bulunan CHP Manisa Milletvekili Özgür Özel, Ergenekon Davası'nda verilen cezalardan sonra, kendilerinin de 30'dan fazla duruşmasını izlediğimiz ve 20'nin üzerinde cezaevi ziyareti gerçekleştirdiği davada 5 Ağustos'ta bir dönem kapanıp, yeni bir dönemin başladığını söyledi. Bu yeni süreçte tutuklu olanların, 5 Ağustos günü hükmen tutuklu durumuna geldiklerini bilirten Milletvekili Özel, "Gerekçeli kararın yazılması ve ardından doğrudan başlayacak Yargıtay süreci ile bu yeni dönem başlamış oldu. Bizler de bir sürecin bittiği ve yeni bir sürecin başladığı ilk günde Silivri Cezaevi'nde, CHP İzmir Milletvekili Mustafa Balbay, Gazeteci Tuncay Özkan, Malatya İnönü Üniversitesi Eski Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu, Genelkurmay Eski Başkanı İlker Başbuğ, Emekli Orgeneraller Hasan Iğsız ve Hurşit Tolon, İşçi Partisi Eski Genel Başkanı Doğu Perinçek, İstanbul Üniversitesi Eski Rektörü Kemal Alemdaroğlu ve Sedat Peker ile görüştük" dedi.

GENEL DEĞERLENDİRME

CHP Cezaevi İzleme komisyonu üyeleri karar sonrası tutuklularla yaptıkları görüşmelerle ilgili genel değerlendirmelerini şöyle aktardı:

"Ziyarette görüştüğümüz kişiler, bugüne kadar siyasi partiler içinde, kişisel değil, kurumsal ve organize tek desteğin geldiği CHP'nin bu ziyaretinden çok memnun olduklarını, ilk kez tutuklanan Kemal Alemdaroğlu da bu komisyonun varlığından haberdar olduğunu, ancak bu kadar erken bir ziyaret beklemediğini ve bunun memnuniyet verici olduğunu ifade etmişlerdir. Genel olarak görüşülen tüm isimler, davayı hukuk davası değil siyasi bir dava olarak gördüklerini ve bu yüzden kendilerini en kötüye hazırladıklarını söyledi. Ayrıca, bu davada adalet ve hukukun aranamayacağını, Özel Yetkili Mahkemeler'in, Sıkıyönetim mahkemelerinden ve Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nden çok daha hukuksuz yargılamalar gerçekleştirdiğini kaydettiler. Delillerin tartışılması gibi yargılamanın en olmazsa olmaz safhasının atlanmış olmasının başlı başına bir hukuk skandalı olduğunu, savcıların kin ve nefretle hazırladıkları iddianameyi, hiç taviz mütalaa olarak mahkemeye sunmayı kendileri için erdem gördüklerini ifade ettiler. İddianame ile mütalaa arasında savcıların lehe delil toplama görevini kesinlikle yerine getirmediklerini, 17 dosyanın birleştiği, 100 milyon sayfalık iddianamesi olan, okumaya kalkılsa ömürlerin yetmeyeceği bir davada bir tane bile lehe delil bulunamamasının ve dosyaya ilave edilmemiş olmasının savcılar tarafından gösterilen niyeti açığa çıkarttığını da aktardılar. Kin ve nefret ile görev yapan savcılara mahkeme heyetinin yargılama süresince olduğu gibi karar aşamasında da yürekten iştirakinin manidar olduğunu, çeşitli terör örgütleri için 6 yıl-3 ay uygulan cezanın artırılarak ve en üst sınırda uygulanmış olmasının anlamlı olduğunu belirttiler."

Tutuklularla yapılan görüşmelerin detaylarıyla ise şöyle aktarıldı:

MUSTAFA BALBAY:

Mustafa Balbay: 'Kararda hiçbir oran yok. Hiçbir matematik yok. Denge yok. Mütalaa kimine tam uygulanmış, kimine ise mütalaanın tam tersi uygulanmış. Yargılamada delillerin tartışılma aşaması atlandı. Aslında Danıştay cinayeti bir kez daha işlendi bu mahkeme salonunda. Ama daha ağır işlendi. Osman Yıldırım, tahliye edilince, verilen kararın hiç ciddiyeti kalmadı. Verilen kararların yorumunu Osman Yıldırım'ın tahliyesine bakarak anlayabiliriz. Bu kararı duyunca, hepimiz, 'Kalkın gidelim arkadaşlar ne oturuyoruz' noktasına geldik. Çünkü, Osman Yıldırım'a verilen ceza ölçülmüş, biçilmiş, hesaplanmış bir ceza. Bugüne kadar yattığı süreye denk gelen hesaplı kitaplı bir ceza. Osman Yıldırım Ergenekon Davası için yaratılmış birisi. Sadece bu dava için planlanmış, kurgulanmış birisi. Adeta bir AKP projesi.

BANA VERİLEN CEZA MATRUŞKA GİBİ

'Benim için, 'Balbay, suçu 2005'ten önce işlemiş' diyorlar. Ama ben yıllardır gazeteciyim. Yıllardır aynı anlayış ile gazetecilik yapıyorum. Şimdi yaptığım bu gazeteciliğin 2005'e kadar olan kısmı suç, 2005'ten sonrası suç değil. 2005'e kadar hükümeti devirmeye teşebbüs etmişim diğer zamanlarda etmemişim. Ama Balbay aynı gazeteci Balbay. Bana verilen ceza matruşka gibi. Benim için 4 suç verdiler ve her bir suçun içinden de 4 suçlu Mustafa Balbay çıkardılar. Yazdıklarımla hükümeti devirmeye çalışma suçundan 16 yıl, bu yazdıklarımı dayandırdığım belgeleri bulundurduğum için 9 yıl, bu belgelerin içindeki adı geçen kişilerle ilgili haber yapmaktan 7 yıl, buradaki kişilere ait verileri bulundurmaktan, yani kişisel verileri açığa çıkartmaktan da 2 yıl 8 ay ceza aldım. Gazeteci aynı gazeteci. Yapılan haber, yazılan kitap aynı. Suçun içinden suç, gazetecinin içinden suçlu çıkarıyorlar. Bilgisi, belgesi olmayan gazetecilik olur mu? Öyle yapılırsa, buna gazetecilik denir mi? Yargılanan benim gazeteciliğim ve mesleğimdir. Suçuma dayanak olan gizli belgeler, yazdığım kitaplarım. 'Irak Bataklığı'nda Türk Amerikan İlişkileri', 'Suriye Raporu', 'İran raporu', 'Devlet ve İslam' adlı kitaplarım. Mesela, 'Devlet ve İslam' isimli kitabımda kimseye hakaret yok. Belgelerle İslam'ı anlatmışım. Evet, içinde çok belge var, ama belgesiz bugüne kadar hiç kitap yazmadım. Bana verilen bu 4 ayrı ceza, bir gazetecinin olmazsa olmazları. Bu mantığa göre, dışarıda araştırmacı gazetecinin kalmaması lazım. Türkiye'de bir kitapçıya gitsen, 100'den fazla bu tarz araştırma kitabı bulunur. Eğer bu suç olsa dışarıda yazar kalmaz. Bu mantığa göre Uğur Mumcu 9 bin yıl ceza alırdı. Ama bu kitapların hiçbiri hakkında dava açılmadı. Bunlar gazetede dizi olarak yayınlandı. Şimdi, siz geçen haftalarda bir rapor yayınladınız. O yayınladığınız Tutuklu Gazeteciler Raporu'nu bu dava doğruladı. Çünkü benim tek suçum gazetecilik.'

ARINÇ'TAN ÖZÜR BEKLİYORUM

'Sayın Arınç demişti ya, 'Türkiye'de sadece gazetecilik yaptığı için hüküm giyen bir gazeteci varsa hem gidip elini öpeceğim hem de özür dileyeceğim' diye. Bayramda, bekliyorum. Elimi öpmesin ama hiç olmazsa bir özür dilesin. Çünkü bana sadece gazetecilik suçlarından ceza verdiler. Televizyonu açıyorsunuz. Çok farklı bir sürü kanal var ama tek sesli bir medya var karşımızda. 2006'ya kadar hakkımda suç delili olarak kabul edilen belgelere dayalı gazetecilik yaptığım için tam 4 kez ödül aldım. Şimdi ise aynı şeylerden 4 ayrı ceza aldım. Hangisi gerçek? 4 ödül mü, 4 ceza mı? 4 kez ödül aldım bu 4 ödüle karşılık da burada aynı gazeteciye 4 farklı suçtan 4 ceza verdiler. Plazalardaki hükümetin sesi olan gazeteciler, Başbakan'a methiye düzenler 4x4 jeeplere binerken bizim 4x4'ümüz de bu olsa gerek.'

TUNCAY ÖZKAN

Heyetin görüşme yaptığı Tuncay Özkan'ın izlenimleri ise şöyle: 'Kindar bir süreç yaşıyoruz. Bu mahkeme, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ni aldattı. Çünkü biz AİHM'e itiraz etiğimizde, bu mahkeme AİHM'e 'Tuncay Özkan'ın evinde silah, bomba ve mühimmat bulundu' diye bilgi verdi. Ama ben dün verilen karar ile bu suçlamalardan beraat ettim. Ama mahkeme AİHM'e yalan söyledi. Cumhuriyet mitinglerinden ağırlaştırılmış müebbet aldım. Bu mitinglere 6 milyon kişi katıldı. İzinli. Şikayet yok. Kimsenin burnu kanamamış. Demokratik hakkımızı kullanmışız. Bana, 'Sen mi yaptın?' dediler. 'Evet' dedim ve ağırlaştırılmış müebbet verdiler. Bana Ergenekon'dan ceza veremediler. Ayrıca, devletin gizli belgelerini bulundurmaktan 9 yıl ceza aldım. Bu belgeler Yeşil ve Susurluk Raporu ile ilgili belgeler. Geçmişte ise çalıştığım gazete o yıllarda bu belgeleri manşet yaptı ve bana gazetecilik ödülü verdi. 5 yıl bu gizli belgeleri yaymaktan ceza aldım. 2 yıl aldığım ceza ise, aslında bu mahkemenin ciddiyetini gösteriyor. Çünkü daha önceden Elazığ'da beni şikayet eden birisinin mahkeme dosyasını evimde buldurlar ve bu kişinin mahkemeye verdiği belgelerden 2 yıl cezalıyım şimdi. Aslında olan şu, Başbakan intikam aldı benden. Cumhuriyet mitingleri yaparak, o zaman Cumhurbaşkanlığını engellediğimi düşünüyor ve benden intikam alıyor. Beni, 5 yıl önce Kadir Gecesi tutukladılar. Bayramdan önce de cezamı verdiler. Bu kin ve nefretin sonucudur. Bana, 'Belge çıktı' diye ceza veriyorlar, Gazeteciyim, belgesiz olsam suçlu olurum. Çünkü asıl suç, belgesiz gazetecilik yapmaktır.'

FATİH HİLMİOĞLU

İnönü Üniversitesi eski Rektörü Fatih Hilmioğlu ise heyete şunları anlattı: 'Darbeye eksik teşebbüs suçundan 16 yıl ceza aldım. Bizi suçladıkları iki şey, 2003'te Jandarma Genel Komutanı'nı ziyaret, bir diğeri de Kent Otel'deki tesadüfi yemek. Düşünebiliyor musunuz, 10 general, 10 rektör yemek yiyor, 3 rektör ve 1 generale ceza veriliyor. 2003 yılında YÖK tasarısı tartışılırken, YÖK başkanının da içinde olduğu bir heyetle her yeri geziyorduk. Askeriyenin de 23 eğitim kurumu var. Onlar da söz konusu tasarının paydaşı. Her kuruma gittiğimiz gibi oraya da gittik. Biz 7 rektördük ve 10 general vardı. Şimdi bu toplantı örgüt toplantısı olarak değerlendiriliyor. 7 rektörden 3 sanık, 10 komutandan ise sadece Şener Eruygur suçlanıyor. Eğer ortada bir suç varsa hepsinin suçlanması lazım. Toplam 17 kişiyiz. 4'ü suçlanıyor, 13'üne kimsenin bir şey dediği yok. Bu nasıl eşitlik, bu nasıl adalet? Bir diğer suçlama ise 3 Mart 2004 yılında Kent Otel'de yenilen bir yemek. Ankara Ticaret Odası'nda bir panele katıldık. Panelde konuşmacıydım. Panelden sonra hep beraber Kent Otel'e gittik, yemek için. Orada da Mustafa Balbay rahmetli İlhan Selçuk ile yemek yiyormuş, masaları birleştirdik, bu yemek örgüt toplantısı oldu. Baştan hükmümüz verilmiş, 5 yıl boşuna yatmışız. Ayrıca, İnönü Üniversite öğrencilerini fişlemek suçundan cezalandım. Suçlama, 2003 tarihli, belgesi ise 2006'ya ait. Böyle bir şeyle ilgilim olmadığımı kanıtladığım halde bundan 7 yıl ceza verdiler.'

KEMAL ALEMDAROĞLU

İstanbul Üniversitesi eski Rektörü Kemal Alemdaroğlu, 'Tutuklandığımda duruşmaya gittim. TEM Karayolu'nu kesmişlerdi. Önce araba ile geldim, 'Giremezsin' dediler. 'Evladım, sanığım, girmem lazım' dedim. Zorla ikna ettim. Kapıda girişte bir sürü güçlük oldu. İtiş kakış, zorla içeri girdim. Daha sonra. 'Ayakkabını arayacağız, çıkarmazsan içeri sokmayız' dediler. Direndim, zorla içeri girdim. Giriş o giriş. Ben arkadaşlarıma saygımdan, onlara destek olmak için oraya geldim. Bu kadar insan duruşma izliyor. Ben ise tutuklanacağım diye duruşmaya gitmezsem nasıl yüzlerine bakardım? Suçlamalar hayali, cezalar gerçek. Bütün duruşmalara geldim. Kaçma şüphem yok. Ama bunlar beni tutukladılar. Çantam hazırdı, eşyalarım yanımdaydı. Bu davalar siyasi o yüzden Meclis'te bitmeli, çözüm yeri meclis. Ancak hiçbir pazarlığın tarafı yapılmayı kabul etmiyoruz' diye değerlendirmede bulundu.

DOĞU PERİNÇEK

Heyete 'Biz ayaktayız onlar yıkılacak' diyen Doğu Perinçek ise dava ile ilgili düşüncelerini şöyle aktardı: 'Bu mahkemenin kararları hiç umurumda değil. Mahkeme beni hayal kırıklığına uğratmadı. Bu mahkemeden hukuk adalet çıkmayacağını herkes biliyordu. Zaten bunlar bana ceza vermeseydi hayal kırıklığına uğrardım. CHP Cezaevi Komisyonu'nun dayanışması bizi mutlu etti. Mücadele yeni başladı. Her zamankinden daha güçlüyüz. Dün adalete saldırdılar, adaleti yıktılar. Vicdanları yerle bir ettiler. Ama bu böyle kalmaz. En kısa zamanda karşımızdakiler yıkılacak, biz ise dimdik ayakta duracağız. İşçi Partisinde olsun, Aydınlık'ta olsun, Ulusal'da olsun, TGB'de olsun öyle gençler, öyle kadrolar var ki, birini alsan yerine diğeri hazır, hiç kimsenin endişesi olmasın. Biz ayaktayız. Onlar yıkılacak.'

İLKER BAŞBUĞ

Emekli Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ise heyete şunları söyledi: 'Dava ortaya çıktığında tek ayaklıydı, darbeyi gerçekleştirecek ordu içinde birileri gerekiyordu. Askerleri de davaya ekleyerek Ergenekon örgütüne askeri bir kanat eklemeye çalıştılar. Başbakan'ın 'olur' ve Cumhurbaşkanı'nın onayı ile atandım. Özellikle son iki yıl sürekli beraber çalıştık. Kararla birlikte, Başbakan'ın atadığı bir Genelkurmay Karargahının Başbakanı yıkmaya çalıştığı iddia edilmiştir. Bu kararla Türk Silahlı Kuvvetleri bir terör örgütü olarak gösterilmiştir. Hükümeti devirmekle suçlanan karargahın beyni burada, ama hükümeti yıkma sürecine bazı komutanlıklar katılmıyor. Bu nasıl bir örgütse, neredeyse Genelkurmay karargahının hepsi bu terör örgütüne üye. Bazıları yönetici. Yöneticiler, hükümeti devirmeye çalışmaktan müebbet hapis cezası alıyor, terör örgütünün üyesi bazı komutanlar hükümeti devirme suçuna katılmıyor. Bu nasıl bir örgütse, bazıları örgüte üye ama hükümeti yıkmak istemiyor. Bazıları istiyor. Böyle suçlama, böyle ceza olur mu? Kararla, 'Başbakan, öyle bir adamı atamıştır ki hem Genelkurmay Başkanlığını yürütmüş hem de bir terör örgütünün yöneticiliğini yapmıştır' denmektedir. Bu durumun bin yıllık devlet geleneğine sahip Türkiye Cumhuriyeti'ne çok ağır bir hakarettir. Karar için söyleyecek sözüm yok. Böyle bir dava sebebiyle yargılanmak ve bu suçlamaların muhatabı olmak bile benim için cezaların en büyüğüdür. Kendimle ile ilgili kararı metanetle karşıladım ve oturarak dinledim. Osman Yıldırım'a verilen tahliye kararı sonrası ayağa kalkıp, alkışladım ve salonu terkettim. Ergenekon terör örgütünü eli kanlı bir terör örgütü olarak silah kullanan bir örgüt olarak ortaya çıkarmak için Danıştay davası kullanılmıştır. Osman Yıldırım'ın bu konuyla ilgili özel görevli olduğunu söylemiştir. Özel Yetkili bir mahkemenin hakkında müebbet verdiği bir şahıs başka bir özel yetkili mahkeme tarafından tahliye ediliyor, bunu hukuk ile hiçbir alakası yoktur. Danıştay saldırısı, Ergenekon örgütünün silah ve terör ile ilişkilendirilmesi amacıyla kullanılıp, bu şekilde örgütünün tamamlanıyor.

Genelkurmay başkanını terör örgütü yöneticisi tüm karargahı terörist ilan edenlere soruyorum. Bu utanç, İlker Başbuğ'un mu, onu atayan Başbakan'ın mı ve yapılan bu hakaret bana mı yoksa Türkiye Cumhuriyeti'ne mi? Burada Başbakan'a sorulacak hiç mi soru yok? Beni atayan Başbakan'dır, ataya ataya bir teröristi Genelkurmay başkanı olarak atamıştır. Kendi atadığı karargahın tamamı terörist, altı tanesi müebbetlik. Mahkemede son sözlerim sorumadı, verilebilecek en büyük cezanın idama eşdeğer bir ceza verilmesine rağmen 4 satırlık bir açıklama yapıldı. Bir gün gelir, bana sorulanlar Başbakan'a sorulabilir. Karardan bir gece önce de bir gece sonra da rahat rahat uyudum. Ama bu kararı verenlerin, rahat uyuyabildikleri düşünmüyorum. Mahkeme başkanının kararı okumaya başladığında, ses tonunu duydunuz mu? Sesi titriyordu. Bir süre sonra, okumaya devam edemedi. Bu nasıl bir davada olduğumuzu, durumun ciddiyetini ve herkesin bu davadaki, tarihi sorumluluk ve rolünü ortaya koyuyor. Mahkeme başkanı, 'Kararı ayakta dinleyeceksiniz' dedi. Birkaç kişi kalktı, sonra onlar da oturdu. Bu mahkeme bir Genelkurmay başkanını yargılayamaz. Onun yeri eğer yargılanacaksa Yüce Divan'dır. Bunun tüm hukuk otoriteleri söylüyor. Bu yüzden bu mahkemede savunma yapmadım. Böyle bir suçlama sebebiyle yargılanıyor olmak benim için cezaların en büyüğüdür. Beni yargılayamayacak olan bir mahkemenin karşısında savunma yapmam da kararın karşısında ayağa kalkmam da düşünülemez. Kararın kendisi ile ilgilenmiyorum. Ancak bu yargılama bana, Genelkurmay başkanına, Türk Ordusuna, Türkiye Cumhuriyeti devletine hakarettir, bunu kabul etmiyorum. Hukuk devletini ve hukukun üstünlüğünü koruyamadan, devletin ve ülkenin geleceğini koruyamaz sınız.' HASAN IĞSIZ

Müebbet hapis cezası alan Hasan Iğsız ise, 'Müebbet cezasına üzüldüm, ama şok yaşamadım. Başından beri belliydi. Dava kurgulandığı gün ceza kesinleşmişti. Ama hukukun geldiği nokta itibari ile hayal kırıklığına uğradım. Ailemin mahkeme salonuna alınmamasını hazmedemedim. İdama yakın ceza vereceksiniz ama ailemin yanımda olmasına izin vermeyeceksiniz. Bu durun ne hukukla ve insanlıkla bağdaşır bir yanı yok. Bu olsa olsa savaş hukukunda olur. Buna rağmen vicdanım rahat. Gece kafamı koyduğum gibi uyudum. Hukuk, demokrasi olmadan haksızlığa uğrayanlar nereye başvuracaklar. Tutukluğum yanlıştı, başvurduğum tüm yerler duvar oldu. Üçüncü yargı paketiyle tutukluluk devam ediyorsa, 'Her bir tutuklu için ayrı ayrı gerekçe yazılır' diyor ama bizim hakkımızda bir paragraf yazmışlar, herkese 150 kez aynı paragrafı okudular. Herkesin ayrı ayrı yüzüne okunması gereken gerekçeleri bu şekilde hazırlayan mahkeme Meclis ile, hukuk ile herkes ile dalga geçiyor' demektedir dedi.

HURŞİT TOLON

CHP Cezaevi Komisyonunun bir sorusu üzerine, 'Yukarıdan birileri darbe yapınca kimler yürür? Ordular yürür. Türkiye'nin en büyük ordusu Birinci Ordu yürür de İkinci Ordu yürümez mi? O zaman 2. Ordu Komutanı şimdiki Genelkurmay Başkanı. Bir ordu da bu kadar kişi darbe yapmaya inandırılamaz. Ordunun bir daha darbe yapmayacağı yönündeki en büyük katkının mimarı Başbuğ'dur. Ordunun işinin vatanı korumak, darbe yapmak değil. Bu kadar demokrasi vurgusu yapan bir Genelkurmay başkanının terör örgütü yöneticisi olarak suçlanması ve darbeye teşebbüs ile yargılanması çok hazindir. Her birini başbakanın atadığı cumhurbaşkanının onayladığı görevi törenle alıp teslim eden koca bir karargaha terörist denmişken, bizlerin değil o imzaların sahiplerinin yorum yapması gerekiyor. AİHM, uzun tutukluluklar ile ilgili verilen kararlarda çok ciddi çarpıtmalar var, Türkiye ile ilgili çok ciddi yanlış bilgiler söz konusu. Örneğin Can Çakmaoğlu'nun Balyoz'daki başvurusuna kararda delillerin değerlendirilmesi aşamasında, 'Bunlar tartışılmıştır' ifadesi var oysa mahkeme delilerin değerlendirilme aşamasını atladı. Adalet Bakanlığı, böyle çarpıtıcı bir bilgi gönderiyor olabilir. AİHM'deki Türk raportörlerinin yönlendirmeleri çok manidar' diye cevap verdi.

SEDAT PEKER

Terör örgütüne üyelikten 10 yıl ceza alana Sedat Peker ise, 'Diğer siyasi davalarda üyelik en alt sınırdan verilirken, bu davada hep en üst sınırdan ceza verdiler. Kelebek dosyasındaki bilgileri alıp aynı şekilde bir kez daha ceza verdiler. Bu hukuka, insanlığa aykırıdır. Tamamen benim üzerime yapışmış kötü ünden, Sedat Peker isminden dolayı bana bu ceza verildi. Benimle ilgili tek suçlama Güler Kömürcü ve Veli Küçük ile telefon görüşmem. Ancak bilinen biri olduğum için Ergenekon'a beni üye yaptılar. 2004 ten beri içerdeyim. Ama nasıl üyeyim ben anlamadım. 2004'ten bugüne kadar hiçbir ilişkim olmamış bu örgütle. Yargılanıyorum ama örgütten kimse ile görüşmemişim. Telefon etmemişler, beni aramamışlar. Ziyaret etmemişler. Mektup yazmamışlar. Bu nasıl vefasız bir örgütmüş böyle anlamadım. Nasıl bir örgüte üyeymişim ki 10 yıldır içeride yatırıyorum, bir üyesi telefon açmamış, bir üyesi mektup yazmamış, bir üyesi ziyarete gelmemiş. 10 yıl ceza aldım üyelikten. Ne vefasız bir örgütmüş bu Ergenekon. Veli Küçük, babamın arkadaşı idi. Babamın cenazesine geldi, orda karşılaşmamız suç sayıldı. Güler Kömürcü'yü benimle ilgili yaptığı haberden dolayı tanıyorum. Onun dışında bu örgütten bir tek insanla selamım tanışıklığım yok. Aslında verilen ceza, benim ismime verildi. Bilinen biri olduğum için bu ceza verildi. Normalde benim örgüt üyeliği dışında bir bağlantım bulunmadı. Ama, 'Sedat Peker dışarıda komutanlar, gazeteciler içeride demesinler' diye beni de içerde tutuyorlar. Külahlı, silahlı bilindiğimizden her şeyi yakıştırıyorlar. Adalet hukuk benim de hakkım değil mi? Tutuksuz yargılanıyordum Ergenekon'da. Diğer, cezamın bitimine 5 -10 gün kala Ergenekon'dan tutuklandım. Tutuklama gerekçem ortadan kalktı. Ama tutuklamaya devam ettiler. Kelebek Davası'ndan tutukluydum. Ergenekon'dan ise tutuksuzdum. Şimdi bu karar çıktı çünkü sembol isim olarak davada ismim anılsın istiyorlar.'

Açıklamada, emekli Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un askerin de Ergenekon Davası'na dahil edildiği anlattığı krokiye de ek olarak yer verildi.