Cumhurbaşkanlığı adaylık başvurularının son günü olan 3 Temmuz haftasına girilirken, AKP’den; yargıya, yükseköğrenime ve Kürt sorununa yönelik 3 yasal düzenleme geldi. Zülfikar Doğan düzenlemeleri yorumluyor.
Abone olCumhurbaşkanlığı adaylık başvurularının son günü olan 3 Temmuz haftasına girilirken, AKP’den; yargıya, yükseköğrenime ve Kürt sorununa yönelik 3 kritik adım peş peşe geldi.
Sivil toplum kuruluşlarının, baroların, muhalefetin gösterdiği tüm tepkiye karşın, TBMM’den geçirilen 105 maddelik “Yargı reformu” paketi, Çankaya’dan hiç itiraz olmadan yürürlüğe girdi. Bu, “yeniden aday değilim” diyen Abdullah Gül’ün, Başbakan Erdoğan’a Köşk yolunda önemli bir kıyağıydı.
Yasayla, adli, idari ve yüksek yargıda, kapsamlı bir “yeniden kurgu” amaçlanıyor. Hükümetin, 17-25 Aralık sürecinden sonra, hedef tahtasına oturttuğu yargıda, artık “Özel Yetkili Hakim” (ÖYH) dönemi başlıyor. ÖYH’ler, her konuda tek başına (tutuklama, gözaltı, yakalama, soruşturma, takipsizlik vs.) karar verebilecek.
Tek hakim, tek yetkili olacak. Karara itirazlar da, bir üst mahkemeye değil, yine “özel yetkili” bir başka Sulh Hukuk hakimine yapılacak. ÖYH’ler “Yargı içinde, ayrıcalıklı Yargı Oligarşisi” konumunda olacak. Asıl, Yargıtay ve Danıştay’da büyük çaplı değişiklikler gündemde.
Dairelerin görevlerinin değişimi, Yargıtay Başsavcısı’nın değişimine kadar gidecek bir süreç başlayacak. İdari yargıda, idarenin eylem ve işlemlerinin yargısal denetimini güçleştirecek, iptal ve yürütmeyi durdurma kararlarının önüne geçecek değişiklikler yürürlüğe konuldu.
Bu düzenlemeler, İstanbul, Adana, Kars’ta, peş peşe küçük çocukların kaybolduğu, sonra tecavüz edilip öldürülmüş olarak bulunduğu günlerin hemen arkasından, TBMM’ye sevk edilmişti. “Tecavüz suçlarının cezalarının artırılması” gerekçesiyle, gündeme getirilmişti. Ama asıl hedef, belirttiğim gibi, Özel Yetkili Hakim sistemine geçiş, Yüksek Mahkemelerin (Yargıtay, Danıştay) kontrol altına alınması.
AKP, artık Köşk adaylığı kesinleşmiş durumdaki Başbakan Erdoğan’ı, Çankaya’ya hazırlarken, diğer yandan da, yargıda ileride ona sorun yaratabilecek dikenleri, engelleri temizliyor.
Benzer durum, Üniversiteler için de devrede. Türkiye Sağlık Bilimler Enstitüsü (TSBE) kurulması hakkındaki yasa tasarısıyla, tüm özel ve vakıf üniversitelerinin mütevelli heyetlerini belirleme yetkisi YÖK’e devrediliyor. Bu üniversitelerin mali ve idari denetimleri ağırlaştırılıyor.
YÖK’e, üniversite “kapatma” yetkisi veriliyor. Üniversiteden “atılma” yeniden devreye giriyor. Bilim adamlarının, üniversitelerin araştırma konularının belirlenmesi bile, YÖK’e ve Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanının inisiyatifine bırakılıyor. Doçentlik, Yardımcı Doçentlik gibi, akademik unvanların verilmesi, özerk Üniversiteler Arası Kurul’dan alınıp, YÖK’e veriliyor.
TSBE ile de tüm Tıp Fakülteleri, Üniversite hastaneleri, Sağlık Bakanının Mütevelli heyeti Başkanı olduğu, TSBE yetkisine alınıyor. Tıp Öğretim üyelerinin görev yeri, atama ve tayinleri, siyasal iktidar kontrolünde olacak. Araştırma konusunu seçme özgürlüğünün bile olmadığı, siyasi, idari, mali, baskıların arttığı bir Üniversite sistemi yaratılıyor.
Çözüm sürecine, yasal zemin oluşturulması amacıyla getirilen düzenleme tasarısında ise “Kürt sorununa çözüm” ya da “Kürt” sözcüğü bile geçmiyor. Başbakan ve Bakanlara, bürokratlara, MİT mensupları ve Müsteşarına, yasal zırh oluşturuluyor. Bu haliyle, tasarıdaki kimi maddeler, biraz da 12 Eylül darbecilerinin, kendilerini ileride “yargılanmaktan muaf” tutma amacıyla, 1982 anayasasına koydukları maddeleri andırıyor.
Tam da bu noktada, AKP’li Hüseyin Çelik’in Kuzey Irak’ta olası Bağımsız Kürdistan ilanına yeşil ışık yakması, Yargıtay Başsavcısı’nın Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi’ne onay vermesi bir tesadüf mü?
AKP, Başbakan Erdoğan için Köşk yollarını taş taş döşüyor!