Savaşmayı sevmiyoruz !
Ssürekli yatağın altına süpürdüğümüz, amansız kaçtığımız bu sorunlar altında bir gün gelecek hepimiz ezileceğiz
Yok yok savaş çığırtkanlığı yapmayacağım.
Bir önceki yazımda ’’en güçlü sit-com karakterleri devletin
tepesinde’’ demiştim.
Hadi bakalım tam oradan farklı bir versiyonda devam edelim.
Kendimi takdir ettim bu cümleyi kurduğum için.
Şöyle ki:
En son Suriye semalarında uçak düştü mü/düşürüldü mü/ kasten mi/
değil mi/savaşa evet mi/hayır mı/zirvede ne konuşuldu diye tüm
twitter ahalisinin attığı twittleri, gözlerimi kocaman açmış büyük
bir titizlikle takip ederken…
Nihat Doğan tartışmaya dahil oldu/ mertlik bozuldu(mu?).
Sayın okuyanlar; savaşmak/savaşa girmek deyimlerinin anlamları
nasıl alt/üst oluyor, ciddiyet nasıl eriyor, canlı canlı
izliyorsunuz değil mi ?
En hassas/ en ciddi konularda Türkçe mizah baş köşede.
O kadar ’’ti’’ ye almaya alıştık ki gündemi, yarın
öbür/gün ölenin arkasından kimsenin kılının kıpırdamadığı günlerden
korkarım…
Nihat Doğan ’’savaşa evet’’ diyor ya, kafalar
bulandı.
Eee o da bir twitter fenomeni.
Arada bir doğru şeyler de söylüyor, kaçırmamak lazım diye
takipteyiz.
Tenis maçında sağa sola dönen kafalar misali, binlerce twitter
kullanıcısı, düşen uçakla ilgili haberlerdi/zirveydi/zart tı zurt
tu, diğer taraftan, Nihat Doğan’ ın uçsuz/bucaksız savaş görüşleri
arasında kilitlendi kaldı ! Yazık…
Necdet Yıldırım demiş ki; ’’savaşa girelim diyenlere bak.
Atilla Taş, Nihat Doğan, Erol Köse. Bunlarla Kurban Bayramı’nda
danaya bile girilmez’’(!)
Savaşa girmenin aptallığı ve saçmalığı, savaşa girelim diyenlerin
kimlikleriyle ne de güzel örtüşüyor deniliyor (ortak görüş).
Nihat Doğan tüm bu söylenenlere cevap vermekte gecikmiyor;
’’savaşa hayır/savaşmayacağım diye feveran edenlerin
attıkları twittleri Antalya, Çeşme, Reina v.s. beachlerden
attıkları tespit edilmiştir ’’.
Bu kara mizahı tam burada keselim…
Şu bir gerçek.
Türk milleti savaşı asla istemiyor.
Savaşmak düşüncesi dahi insanımızda büyük tedirginlik/korku
yaratıyor.
Kritik gündemlerin ardından, havada uçuşan komplo teorileri,
’’işte bizi savaşa sürükleyenlerin oyununa
geliyoruz’’ feryatları ortalığı inletiyor.
Savaşı kim ister?
Ama dikkatimi çeken;
Son dönemin Türkleri, savaş korkusunun ardında haklı davalarını
sürekli erteliyorlar.
Bu Avrupa Türk’lerinde de böyle seyrediyor (her anlamda savaşmak
konumuz).
Avrupa Türkleri, PKK korkusunun arkasında bölünmüş ve
’’bana dokunmayan bin yıl yaşasın’’ mantığı ile
birlik/beraberlikten bi haber ’’ben’’ odaklı,
tamamen asosyal, hakkını araması gerektiğinde eylemlerden
korkan/ürken/çekinen, en son askerliğin bir bedelle tamamen
kaldırılmasının ardından buna sevinen değişmeye yüz tutmuş bir
toplum.
Bu aslında asimilasyon değil de nedir ?
Gizli asimilasyon.
Diğer taraftan Ermeni soykırımı meselesinde de aynı olaylar vuku
buldu.
Avrupa’da kocaman bir Ermeni diasporası ve yine susturulmuş/susmayı
seçen,’’ bana ne ya 1915 olaylarından’’ diyen
gamsız Türkler.
Benim İnternet Haber’de yayınlanan ve içeriğinde
Hristiyan/Soykırım/Ermeni/Paskalya v.b. sözcükler geçen her yazım
’’Hristiyan gazete’’ adı altında bir sitede
arşivleniyor ve buna benzeyen birçok makaleler. Sözüm yok.
Sitede biraz gezindim. Köşe yazarlığı yapmak isterseniz vaftiz
olmuş olmanız şart.
Bize uyarlayalım…
Desek ki; Köşe yazarlığı için, sünnet şart/abdest almak şart/namaz
kılmak şart…
Yemin ediyorum; ilginç pankartlar ve şu sözde milliyetçi geçinen
kadınlarımız bir de bunun için çığırtkanlık yaparlar.
Anlamlı/anlamsız.
Şimdi ben bunu yazıyorum ya ! Bağnaz/yobaz durumuna da düşerim
biliyorum. Yaşamadım değil…
Ama tam anlatmak istediğim, hiçbir değerimizin arkasında
olmadığımız..
Dinimiz de buna dahil…
Savaşmayı sevmiyoruz. Ama hiçbir anlamda sevmiyoruz.
Kolaycılık/bananecilik hayat felsefemiz.
Sürekli devletin tepesindekileri eleştiren, ’’Vatan elden
gidiyor, ülkemiz parsel parsel satılıyor’’ diyenler…
Hey sizler!
Siz ülkeniz için, pankartlarla (bazen çok saçmaladığınız)sokaklarda
bağırmaktan, internet ortamında gerekli/gereksiz paylaşım yapmaktan
başka ne yapıyorsunuz?
Ben açıkçası uzaktan şunu görüyorum.
Ülkemizi yönetenlerle, yönetilenler arasında hiç fark yok.
Ama şöyle bir realite var ki; sürekli yatağın altına süpürdüğümüz,
amansız kaçtığımız bu sorunlar altında bir gün gelecek hepimiz
ezileceğiz.
Nihat Doğan’ı ciddiye almamazlık yapmayın.
O hepimiz…
O da önemli sit-com karakterlerinden.
Mizah’a devam…