Savaş Ay, yazıyor: "Pir panik ve telaş.. İnsanlar feryatlar kopararak kendilerini dışarı atıyorlar; 'Yanıyoruz yanıyoruz, içeride çok insan var' diye bağıranlar vardı.."
Abone olSabah Gazetesi yazarı Savaş Ay'ın köşe yazısı... Öğle üzeriydi önce bin yıllık dosttum Fatih Aksoy, ardından da "Büyü" filminin yapımcısı kardeşi Faruk Aksoy aradı: Savaş galaya gelmeni hepimiz çok istiyoruz. Gel sürprizlerimizi de gör, filmimizi de. Hem çok hoş bir sinemacılık yarattık hem de büyülü bir atmosfer yarattık gala için. - Gelmeye çalışacağım. Hayırlı olsun diyorum şimdiden. - Öyle kuru kuruya hayır dilemekle olmaz gelmelisin mutlaka. Daha sonra hep beraber gidip eğleneceğiz bütün ekip. - Tamam mutlaka geleceğim söz. Akşama doğru Ergun Babahan'ın odasında bir grup yazar toplanmış lafa dalmıştık. O sırada aklıma geldi ve ekip arkadaşlarımı arayıp; "Sizi fırlayın gidin ben az sonra geleceğim" dedim. Gerçekten de biraz daha laflamanın ardından bitti mini toplantımız. Saate baktım ve filmin başlama saatinin iyice yaklaştığını görerek daha hızlı hareket etmeye başladım. Bu arada telefon açıp muhabirimiz Onur'u aradım ve tüm söyleşileri yaptığının haberini aldım. Kalabalığı yarıp, içeri girdim Az sonra Dolmabahçe' den aşağı inen yoldaydım. Tam sinemanın kapısına geldim ki korkunç bir telaş, panik karşıladı beni. İnsanlar akın akın ve feryatlar kopararak kendilerini dışarı atıyorlar; "Yanıyoruz yanıyoruz, içeride çok insan var" diye avazlanıyorlardı. Kalabalığı yararak içeriye hamle yapmak istedim. İlk aklıma gelen kameramanım ve muhabir arkadaşımın ne durumda olduğuydu. O kadar çok insan akın halindeydi ki içeriye girmek mümkün olmuyordu. Derken yandaki küçük bir kapının açıldığını görüp eğilerek içeri daldım. Gördüğüm manzara dehşet vericiydi. Merdivenlerden aşağı düşercesine inen, yuvarlanan insanlar, birbirleriyle el ele tutuşup güç almak isteyenler, neredeyse önündeki yanındakini çiğnercesine atak yapan insanları seçebiliyordum . İçerinin zifiri karanlığı ana giriş kapısına düşen dış mekan ışıklarıyla loştu ama renkli ışıkların ortaya koyduğu o siluetler yüzlere korku mimikleri iliştiriyordu. Ciğeri yakan bir duman!.. Hemen ardımdan ellerinde irice fenerleriyle birkaç güvenlikçinin girdiğini gördüm. Hep birlikte avazımız çıktığı kadar "Panik yapmayın. Paniğe kapılmayın, kimseye bir şey olmayacak" diye bağırmaya başladık ama nafileydi. Seçebildiğim kadarıyla Kahtalı Mıçı ve Küçük Emrah'ı gördüm o kalabalık arasında. Sesimi duyuramadım bir türlü. Ardından itfaiyeciler doluştu içeriye. Yoğun bir duman genzi ciğerleri yakan harap eden bir duman bir koku. Dayanılmaz olursa çıkarım deyişlerim ve kendimi 2 katta buluşumu hatırlıyorum bir tek. Derken hemen hemen herkesin binayı tahliye ettiğini anlıyoruz. İçeride 56 itfaiyeci, yüzleri kapkara olmuş 34 güvenlik ve bazı sinema görevlileriyle ben kalmışım. El fenerlerini bir noktada toplayıp aralara bakma kararı alıyoruz. Genç güvenlikçi bağırıyor hepimize: - Salonlara tek tek bakmamız gerek. Bayılan, dumandan düşüp kalanlar varsa mahvoluruz. Hep birlikte salonla girip araştırmaya başlıyoruz. İlk girdiğimiz yerde baştan sona kontrol ve tek kişi yok şükür ki - Ancak ikinci girilen yerde koltuklar arasına düşmüş iki kadın görüyoruz. Telaşla hamla ediyor moraya itfaiyeciler. İri kıyım bir başka güvenlikçi de yardımlarına gidip karga tulumba hallerde kucaklayıp taşıyorlar onları. Aynı salonda bir sıra arkada bir genç kızı görüyorum ben de sırtladığım gibi alıp orta yere getiriyorum onu. Yarı baygın durumda. Ağzının kenarın siyah bir sıvı sızıyor. Uzman itfaiyeci "Telaş etmeyin. İslenmiş tükürük o" diyor. Ve kızı bu kez o kucaklayıp indiriyor aşağıya. Daha sonra gördüğümüz bir salon daha boş çıkıyor. O arada İtfaiye daire başkanı yayında ekipleriyle geliyor. Oksijen maskeleri takılı. Zaman zaman bize diyorlar ki biz de temiz hava alalım. Başımın dönüp midemin bulandığını hissediyorum. İçim çekiliyor sanki. Tam sendelerken bir polis memuru kolumdan tutup doğrultuyor beni. - Savaş abi sen çıksan artık durumun kötü görtünüyor. - İleride bir tepe ışığı görüyorum. Bir kamera geliyor bize doğru. Yaklaşınca görüyorum ki Kanal D gece sorumlusu İhsan ve kameramanıymış onlar. İhsan halimi görünce telaşlanıyor. - Savaş Abi, Nasılsın abi. Bir şeyin yok değil mi abi? Bir şeye ihtiyacın var mı abi? - Onu görünce kuvvet geliyor bana. - Bir şeye ihtiyacım var. Çekimini çabuk bitir ben de bir anoıns yapayım senin kamerana. Sonra alırım bantı. Tam bir kardeşlik örneği gösteriyor sevgili İhsan ve mikrofonunu bana devredip 23 dakika çekim yapmama olanak tanıyor. O anda aklıma geliyor ve atv haberi müdürü Murat Demirel'i arıyorum. - İçerdeyim Murat ne yapabilirim? - Abi kapat hemen yayına bağlayacağım seni. İçinden 3 say konuşmaya başla. - Ve arıyorlar ardından. Hem kendi gözlemlerimi anlatıyor hem de İtfaiye daire başkanıyla röportaj yapıyorum. Gördükleri anlatıyorum; "İşte burada tutuştuğu söylenen dekor perdeleri. simsiyah olmuşlar ama gerçek renkleri kırmızı. Burada da henüz tam erimemiş dev boyutlu mumlar var. İddiaya göre bu mumlar tutuşturmuş perdeleri. Ardından birileri atılıyor kafa Hayır dekorlardan değil yüklenen elektrikten kısa devre yapıtı ve kablolar tutuştu. Ardından sıçradı alevler diyor. Dışarı çıktığımda Olay yeri inceleme ekibinin fotoğrafçısını gördüğümde çok sevindim. Çünkü onun makinasıyla fotoğraf çektirip daha sonra o kareleri alabilirdim. Sağolsun beni kırmadı adeta Felluce'ye dönmüş olan ortamda pekçok fotoğrafımı çekti. Yaklaşık bir saat kadar kalmıştım içerde daha fazla dayanamayacığımı anladım. Yavaş yavaş dışarı doğru süzüldüm. Ancak tam karşımda TGRT ekibi duruyordu beni görünce önce çok telaşlanıp yanıma koştular iyi olduğumu anlayınca çekime başladılar. Ardından sayısız meslektaşım gelip hem geçmiş olsun dileğinde bulundu peşi sıra da sorular sorarak durumu öğremeye çalıştılar. Yani hem haber yapmış hem de bizzat haber konusu olmuştum. Yüksel'i görünce şükrettim O sırada telefonum çaldı. Arayan yöneticilerimizden Alev Abi'ydi (Er). Şöyle dedi: "Geçmiş olsun ama artık televizyonlara canlı yayın söyleşilerini kesip gazeteye gelsen de oturup köşeni değiştirsen daha iyi olur. Maden ocağından çıkmış hallerde geldim Yazıişleri'ne. Halimi görünce çok korkacaklar sanıyordum ama Yüksel Aytuğ ve Atilla Dorsay'ın yanında benim durumum çok hafif kalıyordu." Yazı: Savaş AY Kaynak: Sabah Gazetesi