BIST 9.390
DOLAR 34,43
EURO 36,29
ALTIN 2.837,00
HABER /  MAGAZİN  /  KÜLTÜR VE SANAT

Satranç Oynayan Derviş

Şemsi Tebrizi'den Konfiçyus'a örnek insanlar silsilesi

Abone ol

Ali Ural, Doğu ve Batı'nın yüzyıllar geçse de hafızalarda canlı kalan önemli simalarının iç dünyalarında çıktığı gezintiye okurlarını da davet ediyor. Kimi zaman şiirsel dokunuşlarla yapılan bir sohbet de yanında. Bu yolculuk için bu kitabın kapağını açmanız yeterli.

Yazar Ali Ural, Şule Yayınları'ndan çıkan “” isimli kitabında, Doğu ve Batı'nın yüzyıllar geçse de adını tazelikle koruduğu önemli simalarının ruh dünyasına gezintiye çıkıyor. Bu yolculuk, kimi zaman 'garip' karşılanan bazı davranışların altında aslında bambaşka nedenlerin yattığını ispatlayan üç boyutlu bir gezi. Yazar, kimi zaman şiirsel dokunuşlarla yaptığı bu seyahatte, onları diğerlerinden bir adım öne çıkartan meziyetlerden ziyade; 'insan' denilen pencereden görmeye çalışıyor, eline aldığı her bir duygu yumağında: “Çerçeve içine almak insanı, ne müthiş! İnsanı insanda aramak ne derin yolculuk.

Yollar dev kağıt ruloları, ne tuhaf; boyadıkça değil, kazıdıkça derinleşiyor tablo! Her tablonun altından yeni bir tablo çıkıyordu.” “Bu yüzden” diyor Ural, kitabın önsözünde okurlarına seslenerek: “Duvarlarınıza astığım tablolar, Konfüçyüs'ün, Şems'in Dante'nin, Fuzuli'nin, Descartes'ın, Nasreddin Hoca'nın, Nietzsche, Bişr el Hafi, Leonardo da Vinci, Hallac-ı Mansur, Kafka'nın, Süfyan-ı Sevri'nin ya da Pablo Neruda'nın değil, sizin portrelerinizdir.” Haydi şimdi, bu portreleri kendi dünyalarında bir 'misafir' sıfatıyla ziyaret edelim ve bize ait tüm cümleleri yutarak sadece görelim:


ANLAŞALIM LA FONTAİNE SÖZ; SİZİ OKUYACAĞIM AMA; ÖĞRETMEYECEĞİM!
Ünlü Fransız düşünür Jean-Jacques Rousseau, insanın uygarlık tarafından değiştirilmemiş doğal halinin, pek çok açıdan daha üstün olduğunu düşünerek kaleme aldığı 'Toplumsal Sözleşme' öğretisinin, ileride 'modern demokrasi'ye temel oluşturacağını biliyor muydu? Kim bilir? 'İtiraf' ediyor Rousseau, 'Zamanın ahlakını gördüm de bu mektupları yayımladım. Keşke bunları ateşe atmak zorunda kalacağım bir devirde yaşasaydım' diyerek yozlaşmış bir toplumun kurbanı olarak tanımlıyor kendini. Belki de bu yüzdendi içten içe serzenişler göndermesi la Fontaine'ne: “Ah la Fontaine, masallarınla bizi kandırdın. Karga ile alay etmemizi isterken biz tilkiyi sevdik.

Ağustosböceğine kızmamızı isterken sen, biz karıncayı ezdik. Arslan bölüştürülecek şeyin hepsini kendine aldığında arslan oluverdik birden. Sivrisinek arslanı yere vurduğunda ise sivrisinektik. Sen bir dersi tatlılaştırmak için başvurmuştun bu yalanlara, biz ise dersi değil, yalanı bal eyledik. Sizinle anlaşalım la Fontaine! Ben kendi hesabıma sizi okuyacağıma, seveceğime ve masallarınızdan ders alacağıma söz verebilirim; ancak çocuklara bunları öğretmemi istemeyeceksiniz benden!” 'İtiraf' ediyor Rousseau, 'Zamanın ahlakını gördüm de bu mektupları yayımladım. Keşke bunları ateşe atmak zorunda kalacağım bir devirde yaşasaydım' diyerek yozlaşmış bir toplumun kurbanı olarak tanımlıyor kendini.


GEZDİĞİ DİYARLARDA DEĞİŞSE DE O, SENİN BEBEĞİN!
Eserlerinde her kahramanını kızgın bir harfle damgaladı: 'K'. 'Yazmak bir uyku, ölümden daha derin! Yüzbinlerce sahte duygular var içimde, korkunç duygular. Gerçek duygular açığa vurmuyorlar kendilerini, vursalar da yalnızca kırık dökük, pek güçsüz' diyordu Franz Kafka. Parkta yürüyor, kuş cıvıltılarının arasında önünü, oyuncak bebeğini kaybetmiş küçük bir kız kesiyor: Ağlama, bebeğin kaybolmadı! Yalnızca gezmeye çıktı, az önce konuştum onunla, sana mektup yazacağına söz verdi. Yarın aynı saatte burda ol. Kuş cıvıltıları kapanan yollarını yeniden açıyor. Adam çıkıyor parktan, mektubu getirmek için. Ertesi gün çocuk açıyor sevinçle zarfı. Haftalarca sürüyor bu yazışma. Ta ki, postacı hastalanarak bir başka kente gidene kadar. Ayrılmadan önce bir bebek hediye ediyor çocuğa: Artık mektup yazmayacak, kendisi geldi. Uzak ülkelerde başından geçenler biraz değiştirdiyse de onu, unutma, o senin bebeğin!


SEN BİR ZENCİSİN NEDEN MARANGOZ OLMUYORSUN?
Öğretmeni, 'avukat olmak istiyorum' dediğinde ona dönüp: Sen bir zencisin, niçin marangoz olmak istemiyorsun? demeseydi eğer... 4 amcasından sonra babası da öldürülmeseydi, kundaklanan evlerini itfaiye seyretmeseydi, yokluktan hindiba ağaçları haşlanıp önlerine konulmasaydı, 7 çocukla dul kalan annesi yatırılmasaydı akıl hastanesine, kardeşleri farklı ailelere evlatlık verilerek çil yavrusu gibi dağılmasaydı aile ocağı, sınıfına girerken şapkasını çıkarmadı diye 'dur' emri gelene kadar dolaşma cezası kesilmeseydi, okuldan atıldıktan sonra geceleri konser salonlarında ayakkabı boyamasaydı, Boston-Newyork tren hattında sandiviç satarken bir gün kendini Harlem'in batakhanelerinde bulmasaydı, çığ düşer miydi yüreğine, olur muydu Malkolm X? 'X' bilinmeyen; çünkü zencilerin bir soyadları bile yoktu, efendilerininkine tabiydiler onlar, dünya üzerinde bir varlıkları olmadığı gibi... “İnsanlar üzgün olduklarında bir şey yapmazlar, sadece dururlar; ama kızgın oldukarında her şey değişir” diyordu. Malkolm X, tek bilinmeyenli denklemi çözmüştü.