Hürriyet'ten Ertuğrul Özkök Başbakanlığa soyunan Mustafa Sarıgül ile sohbet etti. Çok iddialı konuşan Sarıgül hedeflediği oyu ve milletvekili sandalye sayısını bile açıkladı
Abone olEMİNİM siz de benim gibi şu sorunun cevabını merak ediyorsunuzdur. Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül’ün CHP içinde başlattığı hareket başarılı olabilir mi? İsterseniz bu soruyu biraz daha cesur biçimde sorayım. ‘Acaba Sarıgül, merkezin Tayyip Erdoğan’ı olabilir mi?’ Geçen gün Sarıgül’le biraz sohbet ettim. Karşımda hırslı, iddialı, kendinden emin bir siyasetçi vardı. Söze çok iddialı şu cümlelerle başladı: ‘Söke söke genel başkanlığı alacağım. CHP kurultayından sadece bir genel başkan değil, aynı zamanda ülkenin başbakanı çıkacak.’ YÜZDE 46 OY İddiası sadece kurultayla ilgili kalmıyor. Bir adım daha ileri gidip şunu söylüyor: ‘CHP’nin tarihte alabileceği en yüksek oyu ben alacağım.’ Hedefini de hiç sansürlemeden açıklıyor: ‘Yüzde 46 oy, 380 sandalye.’ Tabii her siyasetçinin bir iddiası vardır. Bazısı daha ölçülü, bazısı daha az ölçülü. Ama bildiğim bir şey var. ‘Hırs’, siyasetin katalizatörüdür. O bakımdan Sarıgül’ü çok iyi motive olmuş görüyorum. ‘Büyük CHP ailesini uyandırmaya geliyorum’ diyor. CHP ile ilgili eleştirileri var. ‘İktidar adayı olmayan bir parti, muhalefet partisi de olamaz. Benim partim bugünkü haliyle bırakın iktidar adayı olmayı, muhalefete bile aday değil. Türkiye’de bir muhalefet boşluğu var.’ Kendisinin, ‘dipten gelen dalga’ olduğunu söylüyor. CHP ile halk arasında örülen suni duvarları yıkacağını anlatıyor. Dikkat ediyorum, kullandığı her cümlede, en güçlü günlerindeki Demirel’in iddialı ve halkçı çizgileri var. Mesela, ‘Anadolu’da ve İstanbul’da çalmadık kapı, sıkmadık el bırakmayacağım. Bu halk, benim çağrıma mutlaka cevap verecektir’ diyor. Buraya kadar söyledikleri sadece onun iddiasını ve hırsını yansıtan sözlerdi. Ama şu analizi daha objektif değil mi? ‘Bugün Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği mücadelesinde en büyük destek aldığı partiler, Avrupa’nın sosyal demokrat ve sosyalist partileri. Ama Türkiye’yi AB’ye İslami kökenli bir parti taşıyor. Çünkü sosyal demokratlar iktidarda değil. Bu tarihi bir çelişki değil mi?’ Ona göre bu süreçte Türkiye’de, ‘İnançlara saygılı, çağdaş ve laik bir partinin’ bulunması gereklidir. Sarıgül işte bu sürece talip olduğunu söylüyor. Ama önünde bir engel var. Hakkındaki yolsuzluk iddiaları. Bu iddiaların sahibi de bizzat kendi partisi. Sarıgül’ün buna cevabı da hazır: ‘Beni bu yöntemlerle engelleyemezler. Bugün Türkiye’de 2000’e yakın belediye başkanı hakkında bu türden iddialar var.’ ERDOĞAN OLDUYSA Ve çarpıcı bir örnek veriyor: ‘Bugün Türkiye’nin başbakanı, buna benzer iddialara rağmen o koltuğa gelmiş bir insan. Nasıl onu engelleyemedilerse, beni de böyle oyunlarla engelleyemezler. Dediğim gibi, Türkiye’de fırtına estireceğim ve söke söke geleceğim.’ Son sözü de CHP Genel Başkanı Deniz Baykal hakkında söylüyor: ‘Deniz Bey partimizin genel başkanıdır. 1970’lerden beri partiye hizmetleri olmuştur. Keşke bu görev değişimini onunla el ele yapabilseydik.’ Sohbet böyleydi. Şimdi herkes gibi ben de merak ediyorum. Sarıgül, merkezin yeni Tayyip Erdoğan’ı olabilir mi? Kadın doktor DÜN sabah toplantımızın önemli konularından biri, gözaltına alınan kadın hükümlülerle ilgili yeni maddeydi. ‘Gözaltındaki kadın zanlıları kadın doktorların muayene etmesi, yeni bir zina kanunu olayı haline gelebilir mi?’ Benim cevabım şu: ‘Hayır kesinlikle gelmez.’ Ne yazık ki hepimiz teyakkuzdayız ve AKP’nin getirdiği her kanun maddesinin arkasında ‘gizli niyetler’ arıyoruz. Ama unuttuğumuz bir şey var. Bu maddenin müellifi, AKP hükümeti değil. Söz konusu madde 2001 yılında dönemin hükümetince kaleme alındı. Hem de virgülüne kadar aynı ifadelerle. İkincisi, bu madde Alman Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 81’inci maddesinden aktarıldı. Alman CMUK’unun maddesi aynen şöyle: ‘Vücudun muayenesi kadının utanma duygusunu rencide edecekse, muayene bir kadın veya hekim tarafından yapılır. Muayene edilen kadın isterse, muayene sırasında bir kadın veya bir yakınının bulunmasına izin verilir.’ Sanıyorum aradaki fark, Alman kanununda ‘hekimin cinsiyetine’ vurgu yapılmaması. Yani ille de bir ‘kadın doktor’ ifadesi kullanılmıyor. Ama içerik aynı. Bazı hekimlerin, ‘Madde bu haliyle kabul edilirse, bütün hasta-doktor ilişkilerine yaygınlaşabilecek’ bir mesleki içtihat doğabileceği endişesiyle tepki gösterdiğini sanıyorum. Ben böyle bir endişeye gerek olmadığını düşünüyorum.